TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Kuzey Atlantik Anlaşması Örgütü’nün (NATO) 75. yılı için liderler bu hafta Vaşington’da bir araya gelecekler. NATO, 1949 yılında kuruldu. Aslında Türk-Amerikan iş birliğinin başlangıcı daha öncelere gidiyor. JAMMAT’ın (Joint American Military Mission to Aid Turkey-Türkiye’ye Yardım için) Ankara’da resmen kuruluşu 1947’lerde. Türk-Amerikan ilişkileri soğuk savaş atmosferinde esasen hep askeri iş birliği etrafında şekillendi.
Halbuki Saturday Evening Post Gazetesi’nden Isaac Marcosson’un 1923 tarihli Ankara ziyareti makalesini okursanız başlangıçta Mustafa Kemal’in hiç de öyle düşünmediğini hissetmek mümkün.
İstanbul’dan Ankara’ya 57 saatlik bir yolculuk ve bin bir zorlukla gelen Amerikalıyı Mustafa Kemal Paşa “Geldiğinize çok memnun oldum. Biz Ankara’da daha çok Amerikalı görmek istiyoruz, hayallerimizi en iyi onlar anlarlar” diye karşılıyor.
Marcosson’un “Amerika, Türkiye’ye nasıl katkıda bulunabilir?” sorusuna ise “Bundan sonra mücadelenin siyaset değil, ekonomi alanında” olacağının altını çizerek cevap veriyor. Türk-Amerikan ekonomik iş birliğinin “üretim ve tüketim dünyasında yerini almak isteyen Türkiye” için öneminin altını çiziyor, somut örnekler vererek. Doğrusu ben bu röportajı tekrar tekrar okumayı seviyorum. Çok öğretici oluyor.
Atatürk’ün 1923 yılında altını çizdiği ekonomik iş birliği yerine, 1947’de JAMMAT kuruluyor. Tam 24 yıl gecikme ile. Sonra Türkiye NATO’ya giriyor 1952’de. JAMMAT 1958’de JUSSMAT oluyor.
NATO savaş sonrası toparlanmada Türkiye dahil müttefiklerin tüm imkanlarını ekonomik toparlanmaya odaklamasını sağlıyor aslında. Almanya ve Japonya gibi ülkeler Amerikan askeri güvenlik şemsiyesi altında ekonomilerini güçlendirme fırsatı buluyorlar. 1989’da Berlin duvarı yıkılıyor ve soğuk savaş sona eriyor.
Ancak 1990 ve sonrasında küreselleşme süreci hep aynı NATO’nun merkezinde yer aldığı Amerikan güvenlik şemsiyesi altında yoluna giriyor. Tehdit tanımları değişiyor. Sovyet tehdidi yerini devlet olmayan aktörlerin (non-state actors) tehditlerine bırakıyor. Ama güvenlik şemsiyesi devam ediyor.
Mesela Çin de aynı güvenlik şemsiyesi altında tüm enerjisini ekonomik aktivitelere yoğunlaştırabiliyor. Hem Orta Asya’da hem de Afrika’da mesafe alıyor. Amerika’nın güvenlik şemsiyesi esas olarak Çin’in ekonomik operasyonlarının maliyetini azaltıyor. Amerikan güvenlik şemsiyesinin en önemli unsuru ise NATO elbette.
Sonra geliyoruz bugüne. 21. yüzyılda özellikle pandemi ile birlikte artık “ulus ötesi tehditler” ön plana çıkıyor. Nedir? Tek bir ülkede tedbir alarak çözmenin mümkün olmadığı ille de en geniş iş birliği ile çözülebilecek meseleler bunlar. Salgına karşı tedbir almak böyle, küresel değer zincirlerinin arz güvenliği de böyle bir mesele. Yine bugün itibariyle aşırı sıcakların yol açacağı sorunlarla mücadele de bu kapsamda. Su kıtlığı ve madenler dahil diğer kıt kaynakların paylaşımı yine aynı bahis altında ele alınabilir.
Nasıl? Mesela aşırı sıcaklar nedeniyle bazı bölgelerde buğday, kakao vs. üretimi zora girer ve gıda fiyatları süratle yükselmeye başlarsa, buğday rekoltesi azalan ülkeler, mesela, son dönemde Hindistan gibi, buğday ihracatını kısıtlarsa bunun sonuçları ile nasıl baş edeceğiz? Kim bu riskleri nasıl kontrol edecek? Aşırı sıcaklar bahsinde bir süredir yalnızca serinleme hakkından bahsediyorum. Halbuki hadise bununla sınırlı değil, tarım üretimi ile sanayi üretimi ile ve olası göçlerle de yakından alakalı. O göçleri önlemek için yeni tampon bölgeler oluşturulması da ekonomik güvenlik meselesi aslında.
Bu ne demek? Eskiden tek bir ülke kaynaklı ve askeri bir tehdit olurdu. ABD-Sovyet çekişmesi böyleydi. Sonra o askeri tehdit, devlet olmayan aktörler kaynaklı çoklu terör tehdidi tartışmasına dönüştü. Şimdi hem tehdit artık çok katmanlı bir tehditler manzumesine dönüştü hem de çeşitlendi. Siber saldırılardan sosyal medyada yalan haber yaymaya, karakter suikastına çeşitlendi. Ayrıca maden, gıda maddesi ve su kaynaklarının kontrolü ve fiyat artışlarına doğru da niteliği değişmeye, etki alanı genişlemeye başladı.
Ayrıca yeni teknolojilerin ve iklim değişikliğinin yerel ve bölgesel etkilerini de takip etmek lazım. Artan gelir ve servet eşitsizliğinin yol açacağı riskleri dikkatle takip etmekte fayda var. Her ülke bu risklere karşı tedbirler geliştirmek için hareket ediyorken Ankara’nın artık harekete geçmesi gerekiyor doğrusu.
NATO’nun kuruluşunun 75. yılında ekonomik güvenlik artık milli güvenliğin ayrılmaz bir parçası haline geldi. Eskiden Türkiye’nin kronik cari işlemler açığına bakarak “yabancıların kendisine karşı sürekli kumpas kurduklarını düşünen bir millet, neden sürekli tasarruf açığı vererek yabancıların üç kuruş tasarrufuna muhtaç yaşamaya itiraz etmez” derdim. Şimdi doğrusu hadise çok boyutlu bir hal aldı. Ekonomi ile ilgili, kaynak kullanımı ya da sınırlaması ve yeni teknolojilerle ilgili her adım, alınan her karar bizi de etkileyecek. Farkında olmak lazım. Ataletin zamanı bitti.
Son dönemde ortada bir “Ticaret için de bir NATO (NATO for trade)” tartışması zaten vardı. Ekonomik güvenliğin milli güvenliğin öncelikli meselesi haline geldiği günümüzde artık NATO ekonomik güvenlik için ne yapabilir diye düşünmeye başlamanın da tam zamanı, bana sorarsanız. NATO’nun kuruluşunun 75. yılında ben olsam bu yeni tür tehditlerin Rus tehdidinden, Ukrayna’yı NATO üyesi yapmaktan daha öncelikli bir konu olduğunun altını çizerdim.
İçeride ise artık idaremizin bir Ekonomik Güvenlik Birimi’ne ihtiyacı olduğu sanırım ortada. Jeo-ekonomik parçalanma çağında, Türkiye’nin ulus ötesi yeni tehditleri değerlendirecek bir yapılanmaya ihtiyacı var. Yabancı sermaye politikasının bile gözden geçirilmesi gereken bir dönem bu. Türkiye’nin yabancı sermaye politikası yok ki, nasıl değişmesi gerektiğini ele almaya başlayalım. Var mı Türkiye’de bu eksiği giderebilecek bu tür bir yapılanma? Yok.
“Türkiye, 21. yüzyılın farkına ne zaman varacak?” dediğim biraz da bu işte.
Hadi bakalım, kolay gelsin.
Bu köşe yazısı 08.07.2024 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.