Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Kasım Süleymani krizinden dersler

    Nihat Ali Özcan, Dr.11 Ocak 2020 - Okunma Sayısı: 1063

    ABD-İran krizi şimdilik yatışmış görünüyor. Krizin yatışmasında İran’ın füze saldırısını “asimetrik çatışmanın kitabına uygun” icra etmesi önemli bir rol oynamış görünüyor. Füzeler, video görüntüleriyle İran’da kitlelerin tepkisini yatıştırırken, hedefte zayiat verdirmemesiyle de ABD’nin manevra yapmasına imkân sağlayan sembolik bir uyarı oldu. Trump ABD iç politikasındaki gelişmeleri de dikkate alarak İran’ın bu “sembolik” mesajını aldı ve tansiyonu düşürdü.

    Kriz başladığında çoğu uzman, haklı olarak, Trump’ın tutumunun öngörülemez olduğunu, açıklama yapmasını beklemenin daha doğru olacağını ifade ettiler. Azınlıkta kalan bazı uzmanlar ise, İran’ın füze saldırısına ABD’nin yoğun bir cevap verebileceğini öngördüler. Dahası, bu tepki iki ülke arasında “konvansiyonel” bir savaş başlatabilirdi. Sonuçta zaten karışık olan Ortadoğu’da işler daha da karışabilirdi.

    Oysa iki ülke arasında olası bir konvansiyonel savaş, siyasi nedenlerden çok askeri gerekçelerle pek mümkün görülmeyen bir ihtimaldi. Özellikle İran’ın coğrafi büyüklüğü, rejim tipi, nüfusu ve sosyal yapısı dikkate alınınca harekâtın kolay olmadığı ortaya çıkıyordu. ABD’nin İran’la girişeceği konvansiyonel bir savaştan sonuç alabilmesi bölgeye en az 200-250 bin asker yığmasına, üstelik her asker için dört ton malzeme getirmesine bağlıydı. Bu muazzam bir iş demekti. Günün sonunda rejimi değiştirmenin garantisi de yoktu.

    ABD, diğer koşulları yerine getirse de bu büyüklükte bir yığınak bir veya iki yıl alırken, savaşın maliyeti de hayli yüksek olacaktı. Yeniden seçilmek isteyen, savaş harcamalarını “aptalca” bulan Trump’ın konvansiyonel bir savaşa girmesi büyük çelişki olarak görülebilirdi. Nitekim Trump’ın umudunu yeniden yaptırımlara bağlaması biraz da bundan olmalı. Aklına gelen tek yenilik ise NATO’yu bölgede görmek istemesi.

    İran cephesinde de kriz öncesine göre fazlaca değişiklik yok. Füze saldırısı bile “asimetrik” mücadelenin ruhuna uygun planlanıp icra edilmiş durumda. Saldırı zayiat verdirmekten çok, gerek iç gerekse dış kamuoyunda ülkenin itibarını kurtarmaya yönelik sembollerle bezenmişti. Kasım Süleymani krizinin tarafların strateji ve taktikleri üzerinde sınırlı etkisinin olacağı açık. İran bölgedeki faaliyetlerini eski usullerle ancak daha dikkatli yürütmeyi deneyecektir. ABD ve müttefikleri karşısında en büyük avantajının “zaman ve sabır” olduğunu bilmektedir. Bundan sonra izleyeceği “dolaylı strateji” muhtemelen bölgede “yangınları derinleştirmek ve yaymak” olacaktır.

    Krizden çıkartılacak iki büyük sonuç var. Birincisi, bütün bu yaşadıklarımız, bundan sonraki Ortadoğu’nun normal halidir. “Normal”, bildiğimizin alıştığımızın dışında ilişkiler, çatışmalar, araçlar, kurallar ve normlardan oluşuyor. İkincisi, “akıllı ancak sorunlu ve korkulu rejimler” kahramanların hatırasını sokaklarda yaşatsa da, önceliğin rejimi ayakta tutmak olduğunu bilirler. Bu nedenle de haddinin, kapasitesinin ve gücünün sınırlarının farkındadır. Asla kesin sonuçlu, kaybedeceği bir karşılaşmaya girmez. İran, ABD ile füze düellosuna girmenin akıllıca olmayacağını gördü. Böylece içeride gücünü korumanın en etkili aracı olan Devrim Muhafızları’nı korurken, halkın memnuniyetsizliğine neden olan, zayıflayan ekonomiyi, altyapıyı iyice çökmekten korudu. Devrime nefes aldırırken, stratejisini yine “sabır, zaman ve düşman söylemi” üzerine kurdu.

     

    Bu köşe yazısı 10.01.2020 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı.

    Yazdır