TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye’nin dikkatlerini içeride ve dışarıda dağıtacak bir dizi konu var. Liste oldukça uzun ve heyecan verici. Korona salgınının neden olduğu ekonomik, sosyal ve psikolojik sorunlar. Doğu Akdeniz, Libya, Suriye ve Irak. Yine, ulusal ve uluslararası boyutta tartışmaları tetikleyen Ayasofya’nın müzeden camiye dönüştürülmesi bunlardan bazıları. Ancak bu aralar pek dikkatlerimizi çekmese de başkaca ilginç gelişmeler de yaşanıyor.
Sözünü ettiğim konuların başında, birkaç gün önce, The New York Times gazetesinde yayımlanan bir haber yorum geliyor. Habere göre Çin, önümüzdeki 25 yıllık dönemde İran’a 400 milyar dolarlık yatırım gerçekleştirecek. Uzun süredir devam eden müzakereler sonunda anlaşmanın hazırlıkları bitirilmiş ve imza aşamasına gelinmiş. Anlaşma ticaret, ekonomi, politika, kültür ve güvenlik alanlarını kapsıyor. Hızlı tren hattı inşasından otoyollara, serbest ticaret bölgelerinin kurulmasından limanlara, haberleşemeden siber alana, 5G altyapısının kurulmasından Çin’in coğrafi konumlama hizmeti sunan Beidou’nun yaygınlaştırılmasına kadar geniş bir alanı kapsıyor.
Şunu söyleyebiliriz. “Benzer iş birliği anlaşmasını birçok ülke yapıyor, bu da onlardan biri”. Ancak söz konusu anlaşmayı “çok özel” yapanın ne olduğu, onu Çin-ABD ve İran-ABD ilişkileri bağlamında ele almakla anlaşılabilir. Bu çerçevede zamanlama da oldukça önemli. Çin, ABD’nin ekonomik yaptırımlarından bunalmış, yalnızlığa sürüklenmiş İran’la, kritik bir eşikte masaya oturuyor. İran ise jeopolitiğiyle Çin’in ihtiraslı “yol ve kuşak” projesinin önemli bir parçası haline gelmekte. Bu durum Çin’in İran’la uzun vadeli, siyasi, askeri ve güvenlik iş birliği yapmasını, “istikrarlı bir İran” için çaba sarf etmesini gerektiriyor.
Dahası, petrol ve doğal gaz ihtiyacının %75’ini ithal eden Çin, gelecekte karşılaşacağı tedarik sorunlarını bu anlaşmayla aşmayı umut ediyor. Nitekim siyasi, ekonomik gelişmeler, korona gibi öngörülmeyen sebeplerle dalgalanan fiyatlar ve karşılaşılan tedarik zorluklarını aşmak sürdürebilir büyüme için gerekli. Üstelik bunun petrol fiyatlarının düştüğü, talep rekabetinin arttığı bir dönemde imzalanacak olması Çin için büyük avantaj.
Stratejik açıdan bakınca, Çin’in İran ile anlaşma imzalaması ABD’nin İran’a yönelik politikalarının büyük hasar alması, bölgedeki tüm denklemlerin değişmesi anlamına geliyor. Bu gelişme neticesinde Çin’in İran’a bir rahatlama sağlama konusunda elde edeceği başarı sadece Ortadoğu’da değil tüm dünyada ABD’ye yönelik ciddi bir “meydan okumaya” dönüşebilir.
En basit örnek, Çin’in 2016’da İran ile imzaladığı Savunma ve Askeri İş Birliği Anlaşması’nın Tahran’a neler kazandırdığıdır. Sadece küçük çaplı silahlar değil, taktik balistik ve gemi savar füze sistemleri, kısa menzilli füzeler, İHA teknolojileri bu anlaşmanın birer parçasıydı. Söz konusu kapasite geliştirmenin manasını Lübnan’da, Suriye ve Yemen iç savaşında, Suudi Arabistan’a yapılan saldırılarda görmek mümkün oldu.
Çin-İran ilişkilerinin genişleyip derinleşmesinin olası etkilerini öngörmeye çalışırken, 2020 ABD başkanlık seçimlerinin muhtemel sonuçlarını da hesaba katmak gerekiyor. Trump’ın seçilmesinin zorluğu tartışılırken, olası yeni tablonun sadece İran için değil, tüm bölge ülkeleri için yeni riskler ve fırsatlar anlamına geleceği açık. Bu nedenle, ara sıra, her ne kadar heyecan verici olsa da, bir o kadar kısa ömürlü güncel tartışmaların dışına çıkıp, sakince etrafa bakmakta fayda var.
Bu köşe yazısı 14.07.2020 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı.