TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bu günlerde Suriye sorununda önemli bir aşamaya tanıklık ediyoruz. Kuzey Suriye’de “çatışmaya verilen geçici ara” bu gece sona erecek. Büyük ihtimalle bir dizi ateşkes ihlallerine ve itirazlara rağmen, süreç işleyecek ve PKK/PYD söz konusu bölgeden çekilecek. Ancak tartışmalar bitmeyecek ve farklı mahfillerde devam edecek. Öte yandan, Cumhurbaşkanı Erdoğan, Rusya Devlet Başkanı Putin ile bugün Soçi’de önemli bir görüşme yaparak Suriye’yi konuşacak.
“Barış Pınarı” harekâtı, sadece askeri değil, siyasi, diplomatik, ekonomik ve kamu diplomasisi alanlarında da önemli gelişmeleri tetikledi. Aktörlerin pozisyonu değişirken, tüm taşları yerinden oynattı. Örneğin, ABD karadaki askeri varlığına son verirken, Fırat’ın doğusunda hava sahasının kontrolünü elinde tutmaya devam ediyor. En ilginç olanı ise Menbiç’in Rusya’ya terk edilmesi ve Esad’ın askeri gücünün Fırat’ın doğusuna geçişine izin verilmesiydi. Bu, bir anlamda Türkiye karşısında PKK’ya bir tür koruma sağlanmasıydı. Öte yandan, Rusya’nın Suriye gibi karmaşık bir sorunda sorumluğunun artması da ABD yönetimi için “iyi bir fikir” gibi görünmüş olabilir. Dahası, Rusya ve Türkiye’nin Suriye sorununda uzlaşamayacağı ve tarafların bir krizle karşı karşıya kalabileceği de öngörülmüş olabilir. Avrupa’nın da bu süreçte, tutum ve açıklamalarıyla ciddi manada savrulduğu, gelişmelerin dışında kalmaktan mutsuz olduğu görülebiliyor. Özellikle PKK, mülteciler ve DAEŞ sorununda yaşadıkları ikilemi çeşitli manevralarla aşmaya çalıştıkları, kendi kamuoyunu teskin etmeye yönelik söylemlerini artırdıkları gözlemleniyor.
“Barış Pınarı”nın değişikliğe uğrattığı Suriye askeri haritası, Türkiye’den daha çok Rusya’nın etki alanını da yeniden belirledi. Putin, yakın zamana kadar sadece Fırat’ın batısına, İdlib’e çekidüzen vermek isterken, bugün hesaplarını Suriye’nin tamamı üzerinden yürütmek durumunda. Müttefiki Esad, güçlerini Fırat’ın batısına geçirdi ve artık Türkiye sınırında konuşlu. Dahası, Türkiye’nin öncelikli hedefi PKK/PYD pazarlık gücünü ciddi ölçekte kaybetmiş olarak Esad ve Rusya’nın gölgesinde konumlanmış görünüyor. Putin her yönüyle Soçi toplantısına eli oldukça güçlenmiş vaziyette katılıyor. İran ise, Fırat’ın doğusundaki gelişmeleri sessizce izlemekte, ABD ile Rusya arasında “zımni” bir anlaşmanın olabileceğine dair kaygılarını da gizlememektedir. Bu kuşku, aynı zamanda, Sünni muhaliflerin ve PKK’nın yeni konumlarını izlemeyi de zorunlu hale getirmektedir.
Yeniden dengelerin kurulduğu, hesapların gözden geçirildiği Suriye’de, Soçi toplantısının en çetrefil konusunu “güvenli bölge” oluşturuyor. Rusya en baştan beri Türkiye’nin güvenlik kaygısını “anlıyor” ama ileri sürdüğü projeye de sıcak bakmadığını saklamıyor. Bunun kendi politik hedefleriyle çatıştığını her fırsatta hissettiriyor. Bu gün, ABD’nin rolü Suriye denkleminde zayıflamış durumda ve Türkiye, Suriye konusunda Rusya, İran, Esad ile arka planda PKK karşısında tek başına durmaktadır. Söz konusu üç ülkenin gerek PKK konusunda, gerekse Suriye’nin geleceği konusunda Türkiye’den çok farklı bir noktada bulundukları da bir sır değil.
Erdoğan, Türkiye’de yaşayan sığınmacıların ülkelerine dönebilmeleri için uygun güvenlik, ekonomik ve iskân koşullarının oluşturulmasını istiyor. Karşı cephenin, “güvenli bölge”yi Türkiye’nin anladığı gibi “insani yönü” ile değil, siyasi ve askeri yönüyle ele aldığı her haliyle belli oluyor. Türkiye’nin güvenlik kaygıları için getirilen öneri ise, Adana mutabakatıyla sınırlı. Bunun anlamı şu: Esad geri geldi ve size sınır güvenliği sağlayacaktır. Hatta “Ben Rusya olarak buna kefilim”. Daha fazlasında ısrar, “PKK’dan öte politik niyetlerinizi kamufle ediyor” demektedir.
Ankara, gerek Türkiye’de yaşayan dört milyona yakın sığınmacının gerekse İdlib’de çözüm bekleyen üç milyondan fazla Suriyelinin ülkelerine yeniden dönüşünün ve entegrasyonunun müphem “politik bir mimari” ile mümkün olabileceğini öngörüyor. Rusya ise, muhaliflerin bazı bölgeleri kontrol etmelerinin, silahlı güce ve hatırı sayılır nüfusa sahip olmalarının Suriye’de egemenliğe ortak olma anlamına geldiğini düşünüyor. Dokuz yıldır devam eden iç savaşın bu aşamasında, Türkiye ve Rusya’nın Soçi’de kesin bir sonuca ulaşması, tek hamlede sorunları bütünüyle çözmesi mümkün görünmüyor. Haliyle, iki taraf da bir müddet daha sorunu küçük hamlelerle ve müzakerelerle yönetmeyi, zamana yaymayı en iyi çıkış yolu olarak görecekler gibi. Soçi kararları, sadece Rusya ile ilişkileri değil, muhtemelen Türk-Amerikan ilişkilerinin seyrini de etkileyecektir.
Bu köşe yazısı 22.10.2019 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024