TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Dünya milli gelirinin (Dünya Bankası'nın kalkınma göstergelerine göre) yaklaşık üçte biri iki ülkeden kaynaklanıyor: ABD ve Çin. Geçen 10 yıllık dönemde, ABD ve Çin'in tempolu büyüme performansı sayesinde, dünya ekonomisi, bir bütün olarak, hızlı bir büyüme performansı gösterdi. Ama geçen hafta gelen iki haber, hiçbir şeyin eskisi gibi olmayacağını ortaya koydu. Haberlerin ilki Amerikan Ulusal Ekonomik Araştırmalar Bürosu (NBER), diğeri ise Dünya Bankası kaynaklıydı. Bakın ne diyorlardı? NBER, Amerikan ekonomisinin, Aralık 2007'den beri bir daralma sürecine girdiğini "resmen" açıkladı. NBER'nin görevi bu durumda resmi açıklamayı yapmak. Kurum, gerekeni uzun süre beklemeden yaptı. Bu arada Dünya Bankası, Çin ekonomisi hakkında Aralık 2008 tarihli raporunu açıkladı. Buna göre Çin ekonomisi halen etkileri açıklıkla hissedilmese bile, yavaşlamaktaydı. Bu haberler Türkiye için de bir mana ifade ediyor. Müsaadenizle bu haberlerden bize ilişkin birkaç sonuç çıkaralım. Çıkaralım ki, yanlışa meydan verilmesin. İş dünyasındaki artan tedirginlik hemen öyle ilk elden "kriz fırsatçılığı" diye kategorize edilmesin. İlk tespitle başlayalım: Dünya ekonomisi önümüzdeki dönemde eskisi kadar tempolu büyümeyecek, çünkü küresel büyümenin iki motoru da aynı anda teklemeye başlamış bulunuyor. Dünya ekonomisi 2007'de %3,7 büyümüştü. 2008'de bu oran %2,6'ya düşmüş olacak. 2009 beklentisi ise %1 civarında. Böylece büyüme performansı yaklaşık dörtte birine inmiş olacak. Bunun Türkiye'yi etkilememesi düşünülemez. Bu birinci nokta. Gelelim ikinci tespite: Dünyamız, dış talep daralmasını henüz yoğun olarak hissetmedi ama 2009'da hissedecek. Dünya ekonomisindeki toplam ithalat 2007'de %7,4 artmıştı. Büyüme, dış mallara olan talebi de büyütmüştü. 2008'de bu oranın %5,8'e inmesi bekleniyor. Bu aslında şimdilik dışarıdan gelen etki az hissediliyor demek. 2009 beklentisi ise %2,5'lik bir küçülme. Dolayısıyla dış talebin daralmasını henüz tam olarak görmedik, yakında göreceğiz. Türkiye açısından bakıldığında biz Avrupa Birliği bölgesine ihracat yapıyoruz. Dolayısıyla ABD'de başlayan problemi en derin hisseden ve ilk tepki veren pazarla ilişki içindeyiz. ABD ve Çin'e, AB'yi de eklediğimiz zaman, zaten dünya ekonomisinin yarısından bahsetmiş oluyoruz. Biz burada, etkinin ilk bölümünü zaten hissetmiş durumdayız. Ancak bu etki bundan böyle yayılarak, derinleşecek. Mesela Çin artık daha fazla hissedecek daralan dış talebi. Hadi oradan hep beraber yeniden hissedeceğiz. Bugüne kadar, Avrupa daralırken gelişmekte olan ülkeler, küresel piyasaların daha kıyısında kalan ülkeler eski performanslarını sürdürmeye çalışıyordu. Ancak bu durum sürdürülebilir değil. 2009'da dış talep daralmasının daha da derinleşeceğini bugünden bilmekte fayda var. Bu durumda, dış ticaretteki daralmanın ticari finansmandaki daralma ile daha da derinleşmesini beklemek gerekiyor. Buyurun size ikinci tespitten türeyen bir üçüncü tespit. Peki, bu durumda ne beklemek gerekiyor? Bu durumda, müdebbir tüccarın şirketin geleceğini düşünerek, tedbir alması gerekiyor. İşte o tedbirlerin de daralmayı öne çekmesini beklemekte fayda var. Ama bakın 2001'de tam da öyle olmamıştı. Gelin farka bir bakalım: Önümüzdeki meselenin 2001'den farkını lütfen gözünüzde canlandırın. O vakit, şirketlerimiz "tünelin ucundaki ışık"ın farkındaydı. Bugün ise değiller. "Tünelin ucundaki ışık"ın farkında olan şirketlerimiz, 2000-2001 krizinin getirdiği zararı birden karşılamak yerine orta vadeli bir tavır alarak, o günkü zararlarını orta vadeye yaymaya karar verdiler. O gün orta vadenin "çok da uzak olmayan bir gelecek" olduğuna yönelik bir kanaat vardı. Ortada bir tedbirler seti vardı. O tedbirler bütünü güven artırıcı bir rol oynamıştı. Geleceğimizden umutsuz değildik. Şimdi olmayan işte tam da budur. Böyle bir ortamda, tek tek iktisadi aktörlerin alacağı tedbirler toplu olarak hepimiz için iyi olmayacaktır. Elinde parası olan "yarın ne olurum?" endişesi ile parasını harcamayacaktır. Şirketlerimiz "maliyet azaltıyorum" diye işinin işleyişini bozacaktır. Piyasa aksaklığı işte tam da budur. Tek tek bizim için iyi olanlar, her zaman, toplu olarak, bizim için iyi değildir. Burada koordinasyonu piyasa yapamaz, iktisat politikasının amacı budur. Vaziyet şudur: Bugün bu daralmadan nasıl ve ne zaman kurtulabileceğimiz konusunda bir işaret yoktur. Ortada yalnızca, en yetkili ağızlardan çıkan, "boş laf" vardır. Bu durumda ortadaki soru şudur: Boş lafa bakarak şirket yönetilebilir mi? Hayır. Boş lafa bakarak, gençler kariyerlerini planlayabilir mi? Hayır. Boş laf önümüzde ufuk açabilir mi? Hayır.Türkiye'nin problemi, herkesin, "boş laf"ın "boş laf" olduğunu fark etmiş olmasıdır. Felaket buradadır. Rakamlar ortadadır. Hayat, gözleri olup görmeyenlere, olup bitenlerin manasını pek yakında öğretecektir.
Bu yazı 06.12.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024