TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.

Amerikan Başkanı Donald J. Trump, Suudi Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ı karşılamak üzere Beyaz Saray’ın kapısında beklerken, havada da F-35’lerin yaptığı gösteri dikkat çekti. Kral Selman’ın hayatta olması nedeniyle Veliaht Prens’e tam kapsamlı bir devlet töreni düzenlenmemiş olsa da, uygulanan protokolün buna oldukça yakın olduğu görüldü. Trump’ın Selman’ın onuruna verdiği akşam yemeği de bu tabloyu taçlandırdı. Ancak tüm bu gösterişin arkasında, Suudi Arabistan’ın Amerikan ekonomisine yapmayı taahüt ettiği büyük yatırımın etkisi vardı.
Dünyanın iki büyük petrol üreticisi olan ABD ile Suudi Arabistan’ın ilişkileri değerlerden ziyade ekonomik çıkarlar üzerine kuruludur. Bunun bir göstergesi olarak, iki lider gazetecilerden soru alırken, yedi yıl önce Veliaht Prens’in öldürttüğü herkesçe bilinen Washington Post yazarı Cemal Kaşıkçı’ya atıfla yöneltilen soruya Trump’ın sert tepki göstermesi de bu nedenleydi; çünkü Selman’ın yedi yıl aradan sonra yeniden Beyaz Saray’da ağırlanıyor olması, bir yandan bu meselenin iki ülke ilişkilerinde artık “gündem dışı bırakılmış bir konu” hâline getirildiğini, diğer yandan da ilişkilerin yeniden ana eksenine -- yani ekonomik çıkarlar ve para odaklı bir zemine oturtulduğunu gösteriyordu.
Trump, ikinci dönem başkanlığının ilk yurt dışı ziyaretini Suudi Arabistan’a yapmış ve Mayıs ayında 600 milyar dolarlık yatırım sözü almıştı. Selman ise Washington’a iade-i ziyarete geldiğinde bu kez yatırım miktarını 1 trilyon dolara çıkardıklarını açıkladı. Trump, bu düzeydeki bir yatırımın yalnızca ekonomik katkı olarak değil, aynı zamanda ulusal güvenlik unsuru olarak da görülmesi gerektiğini vurguladı. Bir de elbette şu var ki Trump’ın dış politika yaklaşımında para, genişleyen bir ekonomik tabanla beraber, stratejik bir kaldıraç ve güvenlik mimarisinin bir dışa vurumu olarak konumlandırılıyor. Trump’ın, Suudi Arabistan’a, İbrahimi Anlaşmalarına katılması için yaptığı baskı da bu perspektifle okunabilir. Selman için ise bu ziyaret küresel ölçekte itibarını yeniden inşa eden pragmatik bir kaldıraç görevi görmekte. Buna da bir nevi Kaşıkçı’nın ardından yaşanılan “meşruiyet” sorunsalına resmi olarak son noktanın konulması olarak bakılabilir.
İkili İlişkiler, Likiditeye Muhtaç
Amerikalı gazetecilerin bir kısmı, 11 Eylül ailelerinin bu ziyarete yönelik hassasiyetini ve Veliaht Prens Selman’ın Kaşıkçı cinayetindeki rolüne ilişkin iddiaları ısrarla gündeme getirse de, devlet yönetiminde bugün için öne çıkan öncelik ABD’nin karşı karşıya bulunduğu devasa bütçe açığıdır. Suudi Arabistan ise geniş petrol rezervlerine rağmen bu yıl GSYH’sinin %3,3’ü kadar bütçe açığı öngörmekte. Eşittir, her iki taraf da likiditeye muhtaç. Ancak bu likiditeyi değerlendirebilmek için karşılıklı ekonomik alış-veriş yapmaları gerekmekte.
Amerika, bir yandan dünya siyasetini şekillendiren en etkili ülke olma konumunu korurken, diğer yandan da yalnızca 2024 yılında yaklaşık 1,8 trilyon dolara ulaşan rekor bütçe açığıyla küresel ölçekte en büyük açık veren ülke olarak kabul görüyor. Trump’ın tarifeler yoluyla bütçe açığını kapatma yönelimi mahkeme salonlarında tartışılmaya ve Amerika’nın ticari güvenilirliğini sınamaya devam ederken, doğrudan likidite içeren yatırımların onu ne kadar heyecanlandırdığı da açıkça görülüyor. Selman, Kaşıkçı cinayetine dair “üzüntü” duyduğunu ve bunun “büyük bir hata” olduğunu söylerken, belli ki adından Vision 2030’un dev dönüşüm projeleriyle bahsettirmeyi diliyor. Ve bu olağan akış içinde beliren karşılıklı ihtiyaç durumunu fırsata dönüştürmeyi hedefleyen bu iki lider, ABD – Suudi ilişkilerini bugüne kadar bilinenin de ötesinde güçlendirmeyi hedefliyorlar.
F-35, Nükleer Teknoloji, Yapay Zeka, Veri Depolama Merkezleri, İsrail ile Normalleşme ve Dahası
Selman, dünya kamuoyunda sorunlu bir karakter olarak algılansa da ülkesinde reformcu bir lider olarak kabul görüyor. Suudi Arabistan, sahip olduğu likidite gücü ve orta–uzun vadede fosil yakıtların önemini yitireceği öngörüsüyle, bu imkânı yeni teknolojilerin getirilmesi ve vatandaşlarına yeni ufuklar açılması için kullanmayı arzuluyor. Aynı zamanda nadir toprak elementlerini de bu çerçevede uluslararası yatırımcılarla değerlendirme niyetinde. Bu nedenle, veri depolama merkezleri de dâhil olmak üzere ileri teknoloji alanlarında ülkesini Amerika ile daha yakın bir işbirliğine çekmeye çalışıyor.
Bu ziyaretle birlikte, ABD–Suudi Arabistan Savunma Anlaşması da imzalandı. Trump ise akşam yaptığı açıklamada, ‘Bu gece, askerî işbirliğimizi daha da ileri bir seviyeye taşıdığımızı ve Suudi Arabistan’ı resmen NATO dışı başlıca müttefik olarak tanımladığımızı memnuniyetle duyuruyorum,’ diyerek iki ülke arasındaki stratejik yakınlaşmanın yeni bir aşamaya geçtiğini ilan etti. Selman’ın böyle bir anlaşmaya ihtiyaç duymasının temel nedeni, bir yandan İran kaynaklı bölgesel tehditlere karşı güvenlik garantisi elde etmek, diğer yandan da ülkesinin uzun vadeli dönüşüm programı olan Vision 2030’un sürdürülebilirliğini sağlayacak istikrarlı bir stratejik çerçeve yaratmak.
Trump, Suudi Arabistan’a F-35 satma konusunda kararlı olduğunu dile getirse de, İsrail’in bölgedeki nitelikli askerî üstünlüğünü koruyabilmek için hangi konfigürasyonda F-35’lerin satışının yapılacağı henüz netleşmiş değil. Dahası, Kongre’nin bu satışa onay verip vermeyeceği de ayrı bir tartışma başlığı. Daha önce Katar’ın F-35 talebi reddedilmişti; Birleşik Arap Emirlikleri için satış süreci başlatılmış olsa bile ilerlemedi ve nihayetinde onlar da bu projeden vazgeçmek zorunda kaldı.
Bir diğer önemli başlık ise nükleer teknoloji. Taraflar, “güçlü nükleer silahsızlanma standartlarıyla uyumlu” olan ve “on yıllar sürecek, milyarlarca dolarlık bir nükleer enerji ortaklığının yasal temelini oluşturan” bir “ortak bildiriyi” onayladı.
Son olarak Trump, Suudi Arabistan ile İsrail arasındaki ilişkilerin normalleşmesini kesin olarak gerçekleştirmek istiyor ve bunu başkanlık süresi dolmadan hayata geçirmeyi hedefliyor. Selman her ne kadar iki devletli çözüm olmadan normalleşme olmayacağı mesajını yinelese de bu ihtimali tamamen kapatmış görünmüyor.
11 Eylül’ün İzi Aşılabilecek mi?
Bu iki ülke ilişkileri yeni bir boyutta güçlendirilmeye aday olurken, Selman da 11 Eylül’ün sıradan Amerikalının hafızasında silinmeyecek bir iz bıraktığının farkında olarak kendisine yöneltilen soruya dikkat çekici bir yanıt verdi. Bu saldırıyı planlayanların özellikle Suudi vatandaşlarını kullandığını, çünkü hedeflerinin iki ülke arasındaki stratejik ilişkileri zayıflatmak olduğunu söyledi. Bu nedenle, söz konusu teröristlerin amaçlarını boşa çıkarmak için ilişkilerin güçlendirilmesinin önemli olduğunu vurguladı.
Bu açıklamaların nasıl karşılanacağını ve paranın her kapıyı açıp açmayacağını ise zaman gösterecek. Ancak görünen o ki Trump, bu ilişkiye yaptığı yatırımı hem ABD’nin likidite ihtiyacını gidermek hem de Orta Doğu’da İsrail’in güvenliğini garanti altına almak, Hamas ve Hizbullah gibi radikal örgütlerle mücadeleyi sürdürmek ve İran’ın nükleer silah edinme teşebbüsünün tekrarını engellemek için yeniden konumlandırmak istiyor. Böylece Suudi Arabistan’ın Rusya ve Çin’le muhtemel yakınlaşmalarının da önüne geçmeyi hedefliyor.
Her ne kadar Pekin aracılığıyla yürütülen İran–Suudi detantı hâlen geçerliliğini korusa da, Tahran’ın Selman’ın Washington ziyareti sonrasında ikili ilişkilerini yeniden gözden geçirmesi kuvvetle muhtemel.