TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Son  zamanlarda en çok duyduğum sözlerin başında, dünyanın ağırlık merkezinin  doğuya doğru kaymakta olduğu iddiası bulunmaktadır. Ancak bana kalırsa  dünyamızın düzeni Atlantik merkezli olmaya devam edecektir. Gelin bakın,  neden? Doğrudur:  Dünden farklı olarak, dünya üretiminin artan bir bölümü Pasifik  kıyılarında gerçekleştirilmektedir. Doğrudur: Petrol ve emtia  fiyatlarındaki artışlar ile Çin'in ticaret fazlası, çevredeki gelişmekte  olan ülkelerde, artan bir servetin toparlanmasına yol açmıştır.  Doğrudur: Merkezin en güçlü gelişmiş ülkesinden kaynaklanan bankacılık  krizinin ilacı, merkez dışında biriken bu serveti içeren "memleket fonları"dır (sovereign wealth funds-SWF). Çevre, bir bakıma, merkezi kurtaracaktır. Kurtarmaktadır da. Ancak bunlara ve daha bir dizi değişim kanıtına  karşın, güç dengelerinde kapsamlı bir değişiklik beklenmemelidir. Bu  Rusya için böyledir. Çin için de böyledir. Türkiye'de hesapları buna  göre yapmakta fayda vardır. Atlantik merkezli dünya düzeni, önümüzdeki dönemde de Atlantik merkezli olmaya devam edecektir. Çevrede toplanan muazzam üretim gücüne ve oluk oluk paraya rağmen bu böyledir.
Başlangıçtaki  iddiayı daha iyi tanımlamakta fayda vardır. Nedir söz konusu olan?  İktisadi ve finansal aktivitedeki değişme, politik dengelerde bir  değişiklik getirir mi? Gelin öncelikle bir örnek vasıtasıyla meseleye  bir bakalım: Geçen perşembe İngiliz Financial Times gazetesinde çıkan  müthiş bir haberle başlayalım. Muhabir Anderlini'ye göre Çin'in döviz  rezervini yöneten devlet kuruluşu SAFE (State Administration of Foreign  Exchange), Çin'in dış politikasını başka ülkelere empoze ediyordu. Buna  göre SAFE, portföyüne Kosta Rika devlet tahvillerini de 300 milyon dolar  civarında bir tutarla katmış. Ayrıca 130 milyon dolarlık bir hibe  tasarlanmış aynı ülkeye. Bunların karşılığında Çin, Kosta Rika'nın  Tayvan'ı bir ülke olarak tanımamasını da istemiş. Ne oluyormuş? Çin 1.8  trilyon dolarlık rezervlerini bir dış politika aracı olarak mı  kullanıyormuş. Haber mealen böyleydi. Düne kadar sınırlı sayıda ülkenin kullandığı böyle bir "şartlı destek"  imkânının bugün daha fazla sayıda ülke tarafından kullanılabilir olduğu  açıktır. "Şartlı destek" imkânının daha fazla sayıda ülkeye açılmış  olması ille de kötü değildir. Peki, şart koymaya rekabet gelmesi, başka  bir ifadeyle demokratikleşmesi, dünya güç dengesinin kalıcı biçimde  değiştiği anlamına mı gelir? Bizce hayır. Öncelikle ortada değişen bir  şey yoktur. Her zaman için "deveden büyük fil var"dı ve de var olmaya devam edecektir. Bu birinci tespittir.  İkinci olarak, "şarta bağlı yardım"  veren ülke sayısının artması, bu demokratikleşme süreci, şarta bağlı da  olsa yardım almakta olan ülkeler açısından aslında iyi haberdir. Buraya  olmazsa başka bir yere gitmek mümkün ise yardım verenin gücü artmıyor,  azalıyor demektir. Bu açıdan, gidişat olumsuz değil, tam tersine  olumludur. Güç dengesinde bir değişim vardır ama değişim yardım almakta olanların yardım verenlere oranla gücünün artması manasındadır. Hiç de öyle güç dengesinde sıklet merkezinin doğuya doğru kayması anlamında değildir. Bu da ikinci tespittir. Gelelim üçüncüye: Çin'in ticaret fazlası öyle giderek artıyor değildir. Aksine, giderek azalmaktadır. Artan ara malı ithalatı, ihracat artışının önkoşuludur. Şimdilik Çin'in  ihracata yönelik üretimi için artan ithalatı, Çin'de artacak refahla  birlikte tüketim mallarına doğru da genişleyecektir. Böyle bakıldığında,  rezervler bundan böyle eski hızında birikemeyebilir. Üçüncü tespitimiz de budur. Dördüncüsü, Çin Merkez Bankası'nda biriken rezervlerin bir manası vardır. Mevcut  iktisadi politika çerçevesinin, değeri belli bir noktada tutulmaya  çalışılan yerli paraya dayalı statükonun korunması için o kaynağın  özenle korunmasında fayda vardır. Bu nedenle dünyanın her  tarafında merkez bankalarının rezervleri, kolaylıkla nakde  çevrilebilecek, güvenli yatırım alanlarına yönlendirilir. En son Fannie  ve Freddie hadisesinde gözlemlediğimiz tam da bu olmuştur.  Ne dedi  bazı merkez bankaları en son Fannie ve Freddie hadisesinde  Amerikalılara? "Biz bu menkul kıymetlere garanti veren şirketi Amerikan  devletinin garantisi altında görüyorduk. O nedenle rezervlerimizi  bunların garanti verdiği kâğıtlara yatırdık. Şimdi öyle kafamızı  karıştırma, işin başına geç. Madem bunlar devlet tarafından desteklenen  kurum (government sponsored enterprise-GSE), desteği bir görelim"  dediler. Amerikan devleti Fannie ve Freddie'ye bir kamu kurumunu kayyum  olarak atadı. Dünyanın rezervleri tehlikeye girmesin diye. Parayı verenler garantiyi sağlama aldılar. Buradan kıssa şudur: Merkez bankası rezervleri ne olduğu belli olmayan varlıklara  yatırılamaz. Yatıran hesabını verir. Eninde sonunda verir. Burada da  verir. Çin'de de verir. Üstelik Çin'in değeri yapay olarak düşük tutulan  yerli parası güçlü bir rezervi gerektirmektedir. Orada likit rezerv  ihtiyacı bu ortamda daha da fazladır. Orayı zayıflatırsanız, krizin daha  da derinleşeceği katidir.  Demek  ki neymiş? Rezervler öyle siyaset dikte edeceğim diye keyfi  kullanılamazmış. Yalnızca iktisadın "evet" dediği yerde şart koşmak  mümkünmüş. Ortada rezerve dayalı sınırsız bir "şarta bağlı yardım" yapma özgürlüğü olamazmış. Bu da dördüncü tespittir.
Peki,  şimdi buradan başlangıçtaki güç dengesi değişikliği meselesi  çerçevesinde ne çıkarmak gerekir? Müsaadenizle iki soruyla neden güç  dengesinde doğu lehine bir değişiklik olmadığının altını çizelim. İlk  soru şudur: Çin'in artan ara malı ithalatı nerelerden yapılmaktadır?  İkincisi ise, çevre ülkelerde biriken ve tutarı 3 trilyon dolara ulaşan  memleket fonları neden güç dengesinin değişiminde etkin bir rol  oynayamaz? El  Cevap Bir: Çin'in artan ara malı ithalatının kaynağı Japonya ve  Batı'dır. Çin'in küresel ekonomiye entegrasyonu en çok Atlantik  çevresinin refahını artırmaktadır. Çin'de olup biten, Atlantik Okyanusu  çevresinden bağımsız değildir. El  Cevap İki: Doğrudur. Bugün SWF'lerin toplam tutarı yaklaşık 3 trilyon  dolardır. Mart 2007 ile Haziran 2008 arasında bu tür kurumlar Batı'nın  zor durumdaki finansal kurumlarına toplam olarak 59 milyar dolar yatırım  yapmışlardır. Ancak her bir kurumda elde ettikleri pay yüzde 5'in  fersah fersah altındadır. 20 yıl önce Japonların yaptığı gibi şimdilerde  gayrimenkul işine girmektedirler. Temmuz 2008'de New York'taki Chrysler  Binası'nın yüzde 90 mülkiyeti, böylece, Birleşik Arap Emirlikleri'ne  geçmiştir. Birincisi  şudur: O para buradaki malvarlığını almaya daha yetmez. Almaya  kalktığında payı küçücük olmaktadır. İkincisi, bu oyunda ya da oyunun bu  aşamasında, elinde para olan aslında elinde satacak varlık olanın  elindedir.  Gelin  şimdi kendinizi kulaklarından para fışkıran birinin yerine koyun. Ne  yapar böyle biri? Her an elindeki nakdin değer kaybettiğini düşünüp,  öncelikle, parasını bir finansal varlığa yatırmak istemez mi? İster.  Elinde para olan için temel sorun, iyi bir yatırım aracı bulmaktır.  Halbuki dünyada iyi yatırım araçları miktarı sınırlıdır. Genellikle  Atlantik çevresi uygarlığında bulunmaktadır. Bu bölgenin dışındaki  yerlerde düzenli, güvenilir finansal piyasalar, düzenleme çerçevesi,  yatırımcı hakları bulabilmek pek de mümkün değildir. Ne olacaktır? SWF'lerdeki  kaynaklar Atlantik çevresi uygarlığının şartları ile onlara teslim  edilecektir. Neden? Dünyada bu büyüklükte bir kaynağı "hüp diye içine  çekebilecek", sonra da etkilenmeyecek, başka bir güvenli piyasa yoktur. SWF'lerin parası, dünyanın bir başka bölümünü daha Atlantik çevresi uygarlığına entegre edecektir.  Atlantik Okyanusu dünyanın merkezi olmaya devam edecektir. 
Bu köşe yazısı 13.09.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayımlanmıştır.