TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Şimdi azıcık kafanız mı bozuk? Etrafa "bu nedir kardeşim yahu?" der gibi mi bakıyorsunuz? Yöneticilerimizin kafalarının çalışma biçimi konusunda derin şüpheleriniz mi var? Hem hükümettekilere hem de muhalefettekilere baktığınızda aklınıza hemen o peygamber tespiti mi geliyor? Hani şu "emaneti ehline vermezseniz, kıyameti bekleyin" diyen peygamber tespitinden bahsediyoruz. Etrafınızdaki gelişmelere bakınca, ilk bakışta doğal olarak aklınıza öyle gelebilir ama siz ciddiye almayın. Şüpheleri kafanızdan silin. Bu siyasi kriz ciddi değildir. Neden öyledir? Çatlasa da, patlasa da, Türkiye'nin önünde Avrupa Birliği'nden başka bir yol yoktur. Öyle de yoktur, böyle de yoktur. Seksen bir ilde aynı anda düzenlenen toplantılarda, daha geçen hafta dile getirilen endişe yalnızca bu yolda, boş yere kaybedilecek zaman ve israf edilecek kaynakla ilgilidir. Vaziyetimiz olsa olsa bir nevi "acemi nalbant"ın eğitimi vaziyetidir. Arada olan bize olmaktadır. Bu nedenle bizler için iyi olan herkesin bir adım geri atıp, kavgayı bırakması, azıcık sakinleşmesidir. Bugün müsaadenizle, siyasi krizin maliyetinden ve de ciddiyetinden bahsedelim. Önce maliyet sonra ciddiyet. Sayın başbakanımız "yok" dese de, Türkiye bir siyasi krizin içindedir. Ortada bir yönetim zaafiyeti olduğu aşikardır. Türkiye bir süredir kendi sorunlarının çözümü yönünde düzgün yönetilmemektedir. 2007 seçimleri bu meseleyi çözmemiş daha da alevlendirmiştir. Peki, bu siyasi krizin maliyeti nedir? Bu siyasi kriz, Türkiye'nin kendi sorunlarının çözümüne odaklanmasını engellemektedir. Bu nedenle de kötüdür. Gündem olmayan gündem hepimizi yormakta ve asıl meselelere zaman kalmamaktadır. Etraftaki bayıcı kahve muhabbeti havasının bize gösterdiği tam da budur. Nedir Türkiye'nin sorunu? Türkiye'nin sorunu tempolu büyüme sürecini devam ettirilmesidir. Bunu sağlamanın yolu "ikinci nesil reform süreci" ile ülkenin kurumsal-hukuki altyapısının elden geçirilmesidir. Türkiye'nin iki temel problemi vardır. Bunlardan ilki ekonomik büyümenin istihdama katkıda bulunmuyor olmasıdır. Aslında hizmetler ve sanayi sektörleri istihdama katkı sağlamaktadır. Ancak yapısal dönüşüm nedeniyle tarımdan boşalan işgücünün beceri düzeyi bir meseledir. Ayrıca sanayi ve hizmetlerdeki hızlı yapısal değişim de ortadaki beceri uyumsuzluğuna katkıda bulunmaktadır. Hazırlanmakta olan istihdam paketi ile şirketler kesimi üzerindeki bir dizi yükün kaldırılması olumlu olabilir. Ancak bu adımın istihdam etkisi 50-60 bini geçmeyecektir. İşgücü piyasalarındaki mesele doğrudan eğitim sistemimizle alakalıdır. Türkiye'nin kapsamlı bir eğitim reformuna ihtiyacı vardır. Kadrolaşmak için değil, dini eğitim için değil, ekonomimizin ihtiyaçları için bir eğitim reformuna ihtiyaç vardır. Bu ilk tespittir. Sizce bu kabarık reform listesinden altından kalkmak, altında kalmamak için kavgaya mı, yoksa uyuma, sağduyuya ve uzlaşıya mı ihtiyaç vardır? Gelelim ikinci noktaya. Önümüzdeki dönemde şirketlerimizin büyümesi gerek Türkiye'nin tempolu büyümesi, gerekse de bölgesel iktisadi rolü açısından önemlidir. Ama şirketlerimizin büyümesi sorunludur, ortada bir engel bulunmaktadır. Şirketlerimizin finansmana erişimi bu engeli hafifletebilir. Finansmana erişim için iki yönlü düşünmeye ihtiyaç vardır. Birincisi, kayıtdışılık büyüme engelidir. Ekonomimizin modernleşmesi ekonomik faaliyetleri kendiliğinden kayda sokacaktır. İkincisi, bankalarımızın şirketlerimize rahatlıkla kredi açabilmesi için bir hukuk reformuna ihtiyaç vardır. Sizce "uyum" yerine "kavga"yı öne çıkarırsak hukuk reformu yapabilir miyiz? Kayıtdışılığı engelleyebilir miyiz? Hayır. Yapamayız. İşte bu da ikinci tespittir. İçinde bulunduğumuz siyasi krizin maliyeti ile ilgili kısa bir değerlendirme bize bu krizin üç adet maliyeti olacağını göstermektedir: Birincisi, Türkiye ekonomisi tatmin edici bir hızda büyümeyecektir. Ama büyüyecektir. Memlekette refah artışı sınırlı olacaktır. Ama olacaktır. İkincisi, şirketlerimizin büyüme engeli devam edeceği için, bundan on yıl sonra, Türkiye'de kilit noktalarda daha fazla yabancı şirket olacaktır. Şirketlerimizin büyümesi engellenmiş olacaktır. Üçüncüsü, Türkiye, bölgesel rolünü Türk şirketleri ile değil, yabancı şirketler aracılığı ile artıracaktır. Şimdi bu resme bakarken, aklınıza, "cehenneme giden yol iyiniyet taşları ile döşenmiştir"den başka bir şey gelir mi? Bizim gelmiyor. Peki, bu siyasi kriz ne kadar ciddidir? Siyasi kriz ne zaman ciddi olur? İş bir biçimde sonuçlanırsa bir yola, olmazsa başka yola girmek zorunlu ise bir siyasi kriz ciddi olur. Halbuki her durumda bu krizden çıkışın tek bir yolu vardır. Çıkış yolu daha demokratik bir anayasa, daha demokratik bir siyasi partiler kanunu, daha demokratik bir seçim kanunudur. Bu kriz ancak daha fazla demokratikleşme ile aşılabilir. Yetmez. Aynı zamanda bu demokratikleşme adımları son derece katılımlı bir süreç olarak tasarlanmalı ve Türkiye kendisiyle hesaplaşmasını başlatabilmelidir.
Hükümet, aynı kalsa da, bu böyledir. Değişse de böyledir. Yurtdışındaki partnerlerimizi rahatlatacak olan da budur. Ve her durumda onları rahatlatmak son derece kolaydır. Böyle bakıldığında, bu siyasi kriz ciddi değildir. Çünkü ortada ciddi bir yol ayrımı yoktur.
Bu yazı 01.04.2008 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024