TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçen hafta, Birleşmiş Milletler Genel Kurulu New York’ta toplandı. Bu yıl, az sayıda devlet ve hükümet başkanı Amerika’ya geldi. Toplantıdan benim aklımda iklim değişikliği gündemi ile ilgili iki haber kaldı. Biri küresel olarak önemliydi, diğeri ise Türkiye için. İlki Çin devlet başkanı Xi Jinping’in (Şi Cinping), ikincisi ise Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın açıklamasıydı.
Önce bizim için özellikle önemli olan ikinciden başlayayım: Türkiye 2016 yılında imzaladığı Paris İklim Anlaşması’nı artık Meclisten geçirerek onaylayacağını açıkladı. Bu uzun bir süredir beklediğimiz güzel bir haberdi. Böylece Türkiye, Kasım başında Glasgow’da yapılacak COP26 toplantısına başı dik bir biçimde gidebilecek. 2015 yılında COP21’de bağıtlanan Paris İklim Anlaşması’nın etkileri Kasım başındaki COP26 toplantısında değerlendirilecek. Herkesin hazırlığı oraya. Birleşmiş Milletler, Paris’e taraf 191 ülkenin en güncel Ulusal Katkı Beyanlarını değerlendiren sentez raporunu geçtiğimiz günlerde yayımladı. İşler pek iyi gitmiyor. Onu da not edeyim.
Başkan Şi, bu yıl, pek çok küresel lider gibi New York’a gelmedi. Videoya çekilmiş bir mesajla katıldı Genel Kurul’a. Çin’in, artık ülke dışında kömüre dayalı termik santral yapımına destek sağlamayacağını açıklaması ise son derece önemliydi. Çin, 2060 yılına kadar kendi ülkesi içinde net sıfır karbon emisyonu hedefine ulaşacağını zaten açıklamıştı. Buna bağlı olarak da kömür talebini kademeli olarak düşüreceğini beyan etmişti. Şimdi yurt dışında yeni santral finansmanına girişmeyeceğini de açıklamış oldu. Bir adım daha atıldı.
Peki, Türkiye Paris Anlaşması’nı Meclis’te onaylayınca iş bitiyor mu? Hayır. Artık, Türkiye’nin Yeşil Mutabakat’a nasıl intibak edeceğini düşünmeye başlayabileceğiz. Özellikle kamu idaresinin adım atması önündeki en temel engel ortadan kalkmış oldu. Şimdi geleceğimizle ilgili somut adımlar atmaya başlayabileceğiz.
Paris Anlaşması’nın onaylanması, zihinlerdeki ambargoları sona erdirecek
Türkiye’nin zaten imzaladığı Paris İklim Anlaşması’nı Meclis’ten geçirip onaylaması, idari sistemimiz içindeki bir tabuyu daha ortadan kaldırmış olacak. Bunun hiçbir nedeni ve manası olmadığını ve kulaktan dolma gerekçelere dayandığını daha önce yazmıştım. Neyse ki ambargo artık kalktı.
Ben bu zihni ambargo nedeniyle Türkiye’nin yeni dönem teknolojilerine odaklanmakta geç kaldığını düşünüyorum doğrusu. En somut örneği, Karadeniz’de mavi büyüme için yürütülen çok ortaklı projede gözüme çarptı geçenlerde. Çok ortaklı Horizon 2021 projesinde Karadeniz’in etrafındaki üniversitelerin birer Yaşayan (Living) Lab oluşturması hedefleniyor, bir nevi, startupları güçlendirmeyi hedefleyen kuluçka merkezleri diyelim. Elbette her birinin bir odağı olacak.
Türkiye’den projeye katılan üniversiteler Karadeniz’de balıkçılığın güçlendirilmesi, turizmin desteklenmesi gibi konulara odaklı startuplarla çalışmayı tahayyül ediyorlar. Romanya ve Bulgaristan gibi Avrupa Birliği ülkelerinden gelenler ise karbon yakalama teknolojileri ve mavi hidrojen gibi yeniliklere odaklanmış startuplarla çalışmayı hayal etmişler. Ne diyeyim? Farkındalık böyle bir şey. Zihni ambargonun hayallerimize sınır koyduğu ve Türkiye’yi yavaşlattığı ortada değil mi?
Şimdi Paris Anlaşması nihayet onaylanınca artık yeni bir aşamaya geçmiş olacağız. Bundan önce Çin’in bugüne kadar neler yaptığını sıralayayım. Yolu bilelim diye bir nevi.
Çin, anlaşmayı Eylül 2016’da onayladı. 2016 Çin’in G20 dönem başkanlığı dönemiydi.
Sonra Çin 2020 yılı sonunda iddialı bir karbon emisyonlarını azaltma planı açıkladı. Buna göre karbon emisyonları 2030’da tepe noktasına ulaşacak ve 2060’ta ülke net karbon emisyonlarını sıfırlayacaktı. Küresel kömür talebinin yarısından sorumlu olan Çin daha sonra, 2060 hedefinin bir parçası olarak, geçtiğimiz nisan ayında kömür talebini 2026 yılından başlayarak düşüreceğini açıkladı.
Tüm bunlar olurken Çin, Temmuz 2021’de kendi emisyon ticaret sistemini işletmeye başladı. İlk adımı attı, karbon fiyatlamasına başladı. Geçen hafta ise ülke dışında da kömüre dayalı enerji üretimine ve madencilik faaliyetlerine destek vermeyeceğini açıklamış oldu. Önemli.
Neden? Bank of China, Paris İklim Anlaşması’ndan beri kömüre dayalı termik santral inşası için 35 milyar dolarlık finansman imkânı sağladı gelişmekte olan ülkelere, Türkiye dâhil. Ayrıca bir metrik daha ekleyeyim: 2013-2019 arasında Çin dışında dünyada inşa edilen termik santrallerin yüzde 13’ü Çin’in finansman desteğiyle kuruldu. Bu santrallere sağlanan kamu finansmanında ise Çin’in payı yüzde 50. Böylece, Dünya Bankası ve diğer uluslararası finansman kuruluşlarından, Japonya ve Kore’den sonra, kömürün son finansörü Çin de küresel kömürden çıkma sürecine katıldığını açıklamış oldu, bir nevi.
Hatırlayın en son sendikasyon kredilerini yenileyen Türk bankaları, bu durumu açıklayan haber bültenlerinde hep “Bundan böyle termik santral finansmanına destek olmayacağız.” demişlerdi. Herkes Çin ne yapar diyordu. Çin, Atlantik’in iki yanında şekillenmekte olan yeni yeşil ticaret ve yatırım bölgesinin dışında kalmayı düşünmediğini bir kez daha herkese ilan etmiş oldu.
Türkiye’nin artık kömürden nasıl çıkacağını düşünmeye başlaması lazım
Şimdi kafalarımızdaki manasız zihni ambargo artık kalkmış olduğuna göre, Türkiye’nin Atlantik’in iki yakasında şekillenmekte olan Yeşil-Dijital üretim ve ticaret bölgesine nasıl katılacağını düşünmeye başlamamız gerekiyor. Aşamalar belli. Önce yeni ve iddialı bir niyet belgesi açıklayacağız. 2030’a giden, 2050’yi hedefleyen bir niyet belgesi. Bu ne demek? 2050’yi hedefleyen bir ekonomik program çerçevesi.
Mevcut niyet belgesinin 2015 tarihli olduğunu ve azaltım senaryosunda bile 2030’da karbon emisyonlarını iki katına çıkaracağımızı anlattığını da söylemeden geçmeyeyim. Arkaik yani. Tarih dışı. Hâlbuki zaman artık karbon emisyonlarını azaltma konusundaki küresel mutabakata nasıl katkı vereceğimizle ilgili. Burada pazarlık alanı yok.
Bu arada bir an evvel kendi emisyon ticaret sistemimizi (ETS) tasarlayıp, karbon fiyatlamasını başlatmamız gerekiyor. Yoksa 2026’dan itibaren Avrupa Birliği’ne doğrudan para ödeyeceğiz. ETS olsa kendimiz toplayacağız parayı. Tutar bile belli aslında şimdilik yılda 771 milyon euro zengin edeceğiz Avrupalıları.
Karbon fiyatlamasını başlatırken, zaman içinde vergi sistemimizi nasıl yeniden yapılandıracağımızı da düşünmemiz gerekecek. Öyle ya, yeni bir vergi kaynağı ortaya çıkmakta olduğuna göre, eğer amaç milli gelirin artan bir bölümünü milletten vergi adı altında almak değilse, hangi vergilerden vazgeçebileceğimizi de şimdiden düşünmeye başlamamız gerekecek sanırım.
Ama ben öncelikle son dönemin en önemli zihni ambargolarından biri olan “kömür yerli ve milli enerji kaynağımızdır” hatalı tespitinden kurtulacağımız için sevinçliyim doğrusu. Kurulan termik santraller için kömürü artan oranlarda dışarıdan ithal ettiğimiz düşünülürse, kömüre dayalı santraller yerli ve milli değildir. Nokta. Bu işi için pek çok kamu kaynağı harcandığı ve birilerinin bu yolda zenginleştiği doğrudur ama yerli ve milli enerji tespiti külliyen yanlıştır. Türkiye’nin artık kömürden ne zaman ve nasıl çıkacağını, ortaya çıkan olası boşluğu nasıl dolduracağını dikkatle düşünmeye başlamasında fayda var.
Adil geçiş ülkenin istihdam kapasitesini korumak ve genişletmektir.
Adil geçiş talebi genellikle kömürden çıkışın yol açacağı bölgesel şok çerçevesinde ele alınıyor. Ancak bir tek kömür meselesi ile sınırlı değil. Adil geçiş, iklim değişikliğinin neden olduğu şoklara karşı gıda, sağlık, eğitim ve ticaret sistemlerinin dayanıklılığının artırılması olarak görülmelidir.
Doğrusu ben Türkiye gibi ülkeler söz konusu olduğunda ilk olarak iklim değişikliği gündemi ile uyumlu olarak uygulamaya konulan ithalat vergilerini dikkate almak gerektiğini düşünüyorum. Bizim gibi ülkelerden ithal edilecek ürünlerin karbon ayak izine dayalı olarak sınırda karbon eşitleme mekanizmasına tabi tutulması, ek vergilerle karşılaşması doğal olarak ürünlerimizin rekabet gücünü olumsuz etkileyecektir. Teknolojik gelişme sürecinin dışında kalmakta benzer bir rekabet gücü kaybına yol açacaktır.
Rekabet gücü kaybını engellemenin yolu, ülkede üretimin karbon ayak izini küçültecek yatırımlara girişmektir. Ancak burada adil geçişi zorlaştıran unsur Türkiye’nin Damat Berat Bey dönemi ile birlikte CDS risk primlerinin yükselmiş ve finansman imkanlarının daralmış olmasıdır. Bu durumda adil geçiş talebi, bizim gibi ülkelerin yeşil mutabakatın gerektirdiği yatırımları yapabilmesi için finansman imkanlarına erişiminin temin edilmesidir. Aksi takdirde, rekabet gücü kaybının engellenememesi gıda, sağlık ve eğitim sisteminin dayanıklılığını zayıflatacaktır.
Nasıl? Talep yönlü şokun kaynağı ortadadır. Rekabet gücü karbon emisyonları nedeniyle zayıfladığı için ihracatı giderek zorlaşacak mal piyasalarında işsizlik yaygınlaşacağı için gelirler azalacak; gıda, sağlık ve eğitim sistemlerinin dayanıklılığı bu gelir kaybından olumsuz bir biçimde etkilenecektir.
Arz yönlü şoku ise şöyle beklemek gerekir. Ülkeler iklim değişikliği gündemi ile uyumlu yeşil ve dijital dönüşümü ne kadar geciktirirlerse, hidrokarbonlara dayalı altyapıları nedeniyle giderek artan bir operasyonel maliyete katlanmak zorunda kalacakları için rekabet gücü kaybına uğrayacaklardır.
“Yerli ve milli kömür” isabetsiz tespitinde ısrar edenler, termik santral inşaatı için daha fazla faiz ödeyeceklerdir. Bu termik santrallerin finansmanını bir varlık olarak bilançolarında taşıyan bankalar daha yüksek bir faiz maliyeti ile kredi bulabileceklerdir. İklim gündeminin artan hızıyla, mevcut termik santrallerin ekonomik ömürleri dolmadan sistemden çıkmak zorunda kalabilecek olması bizi zaten bir atıl varlık riskiyle karşı karşıya bırakacaktır. Çin bile artık yerini açıklamıştır. Aynı biçimde ülkenin lojistik altyapısında, evlerinde, işyerlerinde hidrokarbonlardan uzaklaşmaya yönelik bir tedbir seti gelmezse, o ülkede iş yapmanın maliyeti giderek artacaktır. Nasıl? Karbon vergileri ile elbette. Bunun sonucu nedir? Sonuç yalnızca daralan istihdam kapasitesi olacaktır.
Burada istihdam kayıplarını ikili ele almakta fayda vardır. Türkiye eğer iklim değişikliği gündemi ile tutarlı adımlara bir an önce yönelmezse öncelikle mevcut istihdam kapasitesinin kontrolsüz bir şekilde giderek küçülmesine seyirci kalacaktır. Oysa mesela bugün kömür madenciliğinde çalışan 35 bin kişiyi, kömürlü termik santrallerde çalışan 8 bin kişiyi nerelerde nasıl istihdam edeceğimizi düşünmeye başlasak düşük karbonlu bir yarına geçişe daha hazırlıklı olacağız. İkinci olarak ise, iklim değişikliği gündeminin önünü açacağı yeni teknolojilere dayalı olarak yaratılacak yeni istihdam kapasitesinden de faydalanamayacaktır.
Adil geçiş, bu çerçevede, ülkenin istihdam yaratma kapasitesini şoklara karşı korumak ve güçlendirmekle ilgilidir. Bugünden mevcut istihdam kapasitesini korumakta güçlük çeken Türkiye’nin Yeşil Yeni Mutabakat konusunda artık bir an önce harekete geçmesi gerekir. Paris İklim Anlaşmasının Meclis’te onaylanması ile birlikte Ankara, bir dizi zihni ambargodan artık kurtulmuş olacaktır. Olumludur.
Bir de dünyada ne olduğunu tam olarak idrak edebilsek, çok şahane olacak doğrusu.
Bu köşe yazısı 27.09.2021 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024