TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Perseverance (Azim), geçen hafta Perşembe günü Mars gezegenine indi. 18 Şubat 2021, bunu bir kenara not edin. Önemli. Böylece, Amerikalılar, 2009’da Curiosity (Merak) ile başlattıkları süreci devam ettirdiler. Bürokraside yıllık değerlendirme formu dolduruyor olsam, takip fikri tam not, doğrusu. Bu arada, Curiosity’nin Mars’ta hala faal durumda olduğunu da söyleyeyim. Şimdi Mars’ta, Austin Mini büyüklüğünde, iki adet faal araştırma aracı var. Çinlilerinki ise daha yörüngede. Neden?
Mars’ın ve her tür uzay çalışmalarının bu aralar neden kıymete bindiğini, bizim buralarda pek ciddi düşünmediğimiz kanaatindeyim doğrusu. Geçmişe dönük, miyopik bir beka değerlendirmesi ile başımızın yalnızca daha fazla belaya girebileceği kanaatindeyim. Özellikle, giderek genişleyen yeşil dönüşüm tartışmaları bağlamında, Mars’taki Perseverance misyonunun son derece önemli olduğunu düşünüyorum.
“Mars’a ismini gönder” kampanyasına katılanların dörtte biri Türkiye’den
Amerikan Ulusal Uzay Ajansı (NASA) her Mars misyonu için yıllardır bir farkındalık kampanyası düzenliyor. Katılımcılar, “Mars’a ismini gönder” kampanyasına katılarak, isimlerini Mars’a giden aracın içindeki sanal yolcu listesine yazdırıyorlar. Bir nevi, asıl yolculuklar için teaser gibi. Şimdiden “frequent flyer kartı”na sahip olan sanal yolcular var bu arada.
Bundan önceki üç Mars misyonunda, isim listesi en çok 2,4 milyon olmuş, bu kez ise 10,9 milyon kişi Perseverance için adını yazdırmış. Bu kez isimleri AI ile elden geçirip sahteleri eledikleri için, bu yıl ki listenin en gerçek liste olduğunu söylüyorlar. (bknz)
Hangi ülkelerden başvuru var diye bakarsanız; ilk üçte Türkiye, Hindistan ve Amerika var. Perseverance için adını yazdıranların dörtte biri Türkiye’den. Tam 2.528.844 kişi Mars yolcu listesine adını yazdırmış Türkiye’den. İkinci sıradaki Hindistan’dan 1.778.224 kişi başvurmuş sanal yolcu listesine. Amerikalıların sayısı da öyle. Türkiye’den başvuranlar ikinciden neredeyse yüzde 45 daha fazla. Çok yani.
Yöneticilerimiz hadisenin pek farkında olmayabilir ama millet işin öneminin bir türlü farkında bana sorarsanız. Başvuranların yaş dağılımı yoktu ama benim yakın çevremde gördüğüm Z-kuşağı işin farkında. Not etmiş olayım.
Mars’ın yörüngesinde bugünlerde bir kalabalık var aynı anda üç milletten misyon orada. Neden?
Başta dedim ya, bugünlerde Mars’a bir rağbet var. Şubat 2021 itibariyle üç milletten üç misyon Mars’ın çevresinde. Birleşik Arap Emirlikleri (BAE) Hope (Umut) ile Mars’a ulaşırken, Çin’in Tianwen-1 misyonu da yörüngede.
Amerikan ve Çin misyonları yörüngeye yerleşmenin dışında, birer kara taşıtı ile iniş de yapacaklar. En hazırlıklı görünen Amerikalıların kara taşıtı Perseverance dışında bir de hava taşıtları, helikopterleri, var deneyecekleri: Ingenuity (Marifet). Onun marifetlerini de göreceğiz, ilk kez, bu arada.
Neden bu kalabalık? Öncelikle Mars ve Dünya’nın birbirine en yakın olduğu bir zaman Şubat 2021, o nedenle. İki gezegenin arası 54,6 milyon kilometre, bu arada. Mars’a misyon göndermek demek, bu kadar uzaktan oradaki araçları kontrol edebilme kabiliyeti demek. Uçanı, kaçanı... İkincisi ise, herhalde, Mars’ın dünya için artan önemi ile ilgili olmalı. Yörüngedeki bu kalabalık uzay madenciliği (space mining) ve nadir metaller ile yakından alakalı duruyor, benim anladığım.
Yeşil dönüşüm, nadir toprak elementlerine olan talebi süratle artıracağı için, uzay madenciliği daha bir gündemde diye okuyorum ben...
Daha önce Çin’in dünya ile ay’ın yörüngeleri arasında kalan uzay alanının iktisadi değeri ile ilgili tahminlerini ve ay misyonlarını anlatmıştım. Hatta uzay ekonomik bölgesi (space economic zone) çağına girdiğimizi de ifade etmiştim. İşte bu onun devamı.
Hatırlayın, Japonlar da asteroid madenciliği ile ilgili benzer araştırmaları Hayabusa-2 ile yapıyorlardı. 2018’de Ryugu’ya indiklerinde yazmıştım. O da Ryugu’da tam on altı ay çalışıp veri derledikten sonra, Aralık 2020’de altı yıllık uzun misyonunu tamamlayarak geri dönmüştü. Bir kez daha hatırlatmış olayım. (bknz)
Marifet, azim işte böyle bir şey. Uzun uzun çalışmayla oluyor. Kürsüden konuşmayla değil. 2020 yılı doğrusu ya, uzayda madencilik (space mining) araştırmaları açısından çok verimli bir yıl oldu. Neden?
Kimyasalları karıştırarak değil, mikroorganizmaları tasarlayarak madencilik dönemine hazır mısınız?
Avrupa Birliği’nin Yeşil Mutabakat’ı dünyada nadir metallere olan talebi süratle artıracak. Karbon bazlı olmayan yeni teknolojilerle ortaya çıkacak yeni ürünler, daha fazla nadir toprak elementleri (rare earth elements-REE) gerektiriyor. Geçen yıl Nature Communications’ta çıkan bir makale, uluslararası uzay istasyonunda yapılan bir deneyi anlatıyordu. Buna göre, kayanın içindeki nadir metalleri ve kimyasalları işe karıştırarak değil; bu amaçla tasarlanmış mikro organizmalar vasıtasıyla Dünya, Ay ve Mars koşullarında çıkartmak mümkün görünüyordu. Mikrop-mineral etkileşiminin uzay madenciliği için önemi vurgulanıyordu.
Biyoliçin (Bioleaching) doğada kontrolsüz bir biçimde mümkün olduğunu zaten 1940’lardan beri biliyoruz. Şimdi bunun kontrollüsü ile madenciliğin gezegenimize hasarını azaltmak mümkün görünüyor. Bir nevi, siyanürsüz altın aramak ve ayrıca inşaattan korumakta sürekli zorlandığımız Salda gölünde, zaten doğal şartlarda olanı kontrollü olarak tekrarlamak söz konusu olan.
Nature Communications’ta anlatılan araştırma, bazalt kaya oluşumlarının olduğu Ay ve Mars’ta bu tür bir madenciliğin nasıl mümkün olabileceğine odaklanmıştı. Neden? Nadir metal tedarikinin önemi yeşil dönüşüm ile birlikte giderek artacağı için elbette. Hem elektrikli araçlarda hem yenilenebilir enerjide, pil teknolojilerinde önemli.
Şekillenmekte olan yeşil ticaret bölgesi, Çin’in REE tedarikindeki önemine bağımlı duruyor bugün
Avrupa Birliği, yeşil mutabakat bölgesini Amerika’yı da içine alarak bir tür ticaret bölgesine dönüştürme hedefini ve politika çerçevesinin jeopolitik manasını aslında saklamıyor. Ama bu süreçte karbon bazlı olmayan yeni teknolojilere dayalı sanayi politikasının nadir metallere olan talebi ve Çin’e bağımlılığı da artıracağı tartışılıyor bir yandan. Hidrokarbonda Rusya, Cezayir ve Suudi Arabistan’a olan bağımlılık azalır ve ortadan kalkarken, uzun vadede Çin’e bağımlılık artacak gibi duruyor. Nasıl?
2010 yılında dünyada REE madenciliği yüzde 92 oranında Çin kontrolündeydi. Çin’in REE’ye odaklanan Avustralya ve Amerikan şirketlerini almaya kalkması ile alarm zilleri çalmıştı. Sonraki on yılda Çin’in bu alandaki ağırlığı yüzde 62,9’a kadar geriledi. Ama hala önemli. Neden? Çıkartılan nadir metaller son işlem için hala Çin’e gönderiliyor. Çin’in buradaki ağırlığı hala yüzde 80.
Bizim de şimdilerde böyle bir REE tedariki sıkıntımız olsa, ne şahane olurdu ama...
Demem o ki, Batı, Çin konusunda ciddi ama bu pilavın daha çok su kaldıracağını da biliyor. Japonya’nın deniz dibi REE yataklarını da eklerseniz, derin deniz ve uzay madenciliği konusu gündemin ilk maddeleri arasında olacak gibi duruyor doğrusu.
Tabii, bizim daha böyle bir derdimiz yok. Neden? Böyle bir ihtiyacımız yok şimdilik. Malum dil ağrıyan dişe gider. Ama olsa ne hoş olurdu değil mi? Türkiye artık hakikatin farkına varsa, COVID-19 sonrası ekonomik toparlanma sürecinin yeşil dönüşüme dayalı olacağını görse, bugünden yeni teknolojilere odaklı bir sanayi politikasına yönelmezse ciddi uluslararası rekabet gücü kaybına uğrayacağını anlasa, yaşlanan nüfus ile birlikte bunun ne kadar olumsuz büyüme ve istihdam sonuçları olacağını şimdi birden idrak etse, bizim de böyle bir nadir metal tedariki sorunumuz olsa, başımızı yukarı kaldırıp, uzaya bir de bu gözle baksak, fena mı olur? Çok şahane olur doğrusu.
Türkiye’nin artık 21.yüzyıla ait bir gündeme şiddetle ihtiyacı var. Bugünkü gündem olduğu gibi dünden kalma. Çocuklar o nedenle bu memleketten gitmek istiyor. Yarınlarını göremiyorlar. Söylemiş olayım. Ahiretimi bir kez daha kurtarayım.
Bakın, bu çerçevede, hala, Paris İklim Anlaşması’nı onaylamamış olmanın bizi geçen yüzyıldan yeni yüzyıla geçememiş birkaç ülkelik bir garip listeye hapsettiğini artık fark etsek filan demeyeceğim. Geçen haftanın iklim Değişikliği ile Mücadele Bildirgesini okuduktan sonra artık vazgeçtim.
Bu köşe yazısı 22.02.2021 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024