TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bugünlerde olup bitenler bana 2008 küresel krizi sonrasında, Güney Kore’deki bir toplantıyı hatırlatıyor. Herkes bir ikircikliydi “Madem böyle olabiliyordu…” diyorlardı bir taraftan şikayetçi bir dille “…1997 krizinde neden bize kemer sıktırıp işkence ettiler?”. Akıllarda hep 2008 Amerikan finansal krizi sonrasındaki parasal genişleme politikası vardı. Öte yandan ise, havada bir nevi “Kutsalımıza hakaret kabul edilemez. Nedir bu günah işeyenlerin, har vurup harman savuranların ödüllendirilmesi?” rüzgarı da vardı. Sene 2010 civarı.
Kutsala hakaretin artık sistematikleştiği bir mevsimdeyiz
Sene 2020. Artık kutsala hakaretin sistematikleşmek üzere olduğu bir yeni aşamaya geldik. Nedir? Bir borçlunun borcunu, imzaladığı kontrata bağlı kalarak zamanında ödemesi, sözünü tutması tartışmasız bir mutlak doğruydu bugüne kadar. Kutsal bir nevi. Artık değil. Buyurun ortada ne kontratların bağlayıcılığı kaldı, ne de borcunu zamanında ifa etmenin fazileti. Güvendiğimiz dağlara karlar yağdı.
Dünya Bankası Baş İktisatçısı Carmen Reinhart, bu hafta Der Spiegel International’a verdiği mülakatta kendisine “Almanya’da kabul gören anlayışa göre borçlanmak kötüdür, borcun zamanında geri ödenmesi ilkesi ise kutsal kabul edilir.” denildiğinde “Savaşta üzerine odaklanılması gereken hadise savaş nedeniyle biriken borçların nasıl geri ödeneceği, tam olarak geri ödenip ödenemeyeceği değil; savaşı bir an önce kazanmaktır.” diyordu.
Tartışma, “Evet esas olan borç verilen her kuruşu faiziyle geri alabilmektir, ancak...” ekseninde ilerliyor. Aynı Mecelle’deki gibi “Ehem mühimme müreccahtır” dedi Carmen Reinhart bir nevi... Yoksa büyüme açısından önümüzdeki on yılın kaybedilme ihtimalinin de altını çizdi. Benzer açıklamaları bir süreden beri IMF Başkanı Kristalina Georgiyeva’dan zaten duyuyorduk.
Bu arada, yine geçen hafta, 13 Kasım’da G20 maliye bakanları ve merkez bankası guvernörlerinin olağanüstü bir toplantı daha yapacakları açıklandı. Malum G20 2020 Zirvesi 20-21 Kasım arasında toplanıyor. Hazırlık o toplantıya. Toplantının gündemi ise, düşük gelirli ülkelerin borçlarının yeniden yapılandırılması çalışmalarına son şeklini vermek olarak açıklandı.
Günün sorusu şudur: Suudi Arabistan yılında, G20’den, bazı ülkelerin dış borçlarını silme kararı çıkar mı? Evet. Peki, bu önümüzdeki dönemde düşük gelirli olmayan ülkelerin dışındaki bazı ülkelerin de benzer bir istisna kapsamında değerlendirilebilmesine yol açabilir mi? Evet. Peki, neden?
Asıl olan yabancı para borçların yeniden yapılandırılması sürecine, özel sektörün de destek vermesini temin etmek
Aslında bazı ülkelerin dış borçlarının yeniden yapılandırılması tartışması COVID-19 krizi etrafı sardığından beri devam ediyor. Ancak bugüne kadar, daha çok, ülkeden ülkeye borçların yeniden yapılandırılması konusunda mesafe alınırken özel bankaları sürece dâhil etmek mümkün olamamıştı. Düşük gelirli ülkeler söz konusu olduğunda, ortada yeniden yapılandırılması gereken 750 milyar dolarlık bir borç büyüklüğü bulunduğunu açıklamıştı Dünya Bankası ve IMF. Ancak sürece yalnızca devletler dahil olursa, 2021 yılı için toplam borcun yalnızca yüzde 44’ü elden geçirilebiliyor. Özel sektör sürece dahil olmazsa ya da düşük gelirli ülkelerden toplam alacağı belli olmayan Çin yeniden yapılandırmaya katılmazsa işin başarılı olabilme şansı yok. Uluslararası kuruluşlar, G20 bünyesinde ortadaki kolektif aksiyon problemine bir çözüm bulmaya çalışıyorlar esasen.
Nedir kolektif aksiyon problemi? Piyasa ekonomisi söz konusu olduğunda bazen işbirliğine dayalı çözümler rekabete dayalı çözümlerden daha optimal bir sonuç verebilir. COVID-19 ile birlikte işbirliğinin büyüme ve istihdam açısından yarışmadan daha olumlu sonuca yol açacağını bilenler şimdi herkesi kapsayacak bir çözümü son haline getirmeye çalışıyorlar G20 Riyad Zirvesi öncesinde. Biliyorlar ki, herkes birbiri ile rekabet ederse, herkes diğerinin paçasını aşağıya çekerse, büyüme 2021den itibaren her yerde yavaş olacak. Net istihdam artışı ise sınırlı kalacak. IMF’nin kansız cansız büyüme on yılı dediği o işte. Siz bakmayın ortadaki V-tipi büyüme yanılsamasına, o yanılsamanın kaynağı hızlı daralma yoksa eski zenginlik ve refah seviyemize V-tipi filan dönüyor değiliz.
Aslına bakarsanız, G20 kolektif aksiyon problemleri için en isabetli vasıta. Ortada bir örgüt yok, yalnızca liderleri bir masa etrafında bir araya getirmek ve uluslararası kurumlarının işlemesi için gereken işbirliğini temin etmek asıl mesele. CIVID-19 nedeniyle, liderler, bir masa etrafında değil; sanal bir toplantıda bir araya gelecekler bu yıl Riyad Zirvesi’nde. Ortak zemin bulunur, hekesin aynı gemide olduğunda anlaşılırsa ancak burada anlaşılır.
Gelişmekte olan ülkelerin ek kaynak problemini çözmek için G20’ye üç ana vazife düşüyor.
Doğrusu ya, ben Suudi Arabistan G20’si ile önümüzdeki yılın İtalyan G20’sine çok önemli görevler düştüğü kanaatindeyim. Üç nedenle. Birincisi, bir aşı ve bir ilaç bulunmadan hiç kimsenin bu virüsten kurtulabilme şansı yok. İlacı ya da aşıyı bulmakta yeterli değil, tüm ülkeleri kapsayacak bir dağıtım ve aşı kampanyasının da organize edilmesi elzem.
Ama zaten tek ülkede kurtuluş yok bu beladan, ya hep birlikte kurtulacağız, ya da hep tetikte olacağız. Ülkelerin, şirketlerin aşı ve ilaç için rekabet etmek yerine işbirliği yapması lazım, bu işin daha az ölüm, daha az iş günü kaybı, daha az maliyetler sona ermesi için.
İkincisi, COVID-19 ile birlikte yaşamaya intibak tek tek şirketlere bırakılırsa, rekabet süreci içinde istihdam kayıplarının artacağı, robotlaşmanın hızlanacağı, bazı sektörlerin ise zaten yıllarca toparlanamayacağı bir süreç yaşayacağız. Kamunun yeni harcama ve yatırım programları ile büyüme sürecini tetiklemesi gerekiyor. Gelişmiş ülkeler bunu yapabilecek durumda ama özellikle çok borçlu gelişmekte olan ülkelerin hareket alanı son derece kısıtlı.
Alın Türkiye’yi mesela 2018 yılında maliye politikasının geniş bir manevra alanı vardı ama o günden bugüne Miki Maus iktisadına takılı kalarak beyhude işlerle uğraşarak, manevra alanımızı kendimiz yok ettik. Üstelik daha bankaların yeniden sermayelendirilmesi operasyonuna başlayamadık bile. Bu arada toplam kamu borcunun milli gelir içindeki payı yüzde 30’dan yüzde 37’ye yükseldi. Bundan daha vahim olmak üzere, kamu borcu içinde, yabancı para cinsinden yükümlülüklerin oranı yüzde 40’tan yüzde 50’ye çıktı. Hazinemiz Türklere bile ancak döviz cinsinden borçlanabiliyor bir süredir. Döviz rezervlerini bakın daha tartışmıyorum bile.
Üçüncüsü ise, devlet borçlarının sağlıklı yeniden yapılandırılması için, tahvil sahipleri arasında işbirliğini zorlayacak tedbirleri bir an önce almak gerekiyor. Neden? Çözüm ararken, yalnızca ödeme yükümlülüklerini bugün için azaltmak yeterli değil, COVID-19 ile etkin uluslararası mücadele için, daha fazla kaynağa ihtiyacı olacak herkesin. Bu kez gelişmekte olan ülkeler dönüp “Pardon, size kaynak yok.” demek mümkün değil. Aynı gemideyiz. Bir yol bulmak zorundayız. ,
Türkiye için imkan alanı nerede?
Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği’nin 2019 raporuna göre zorla yerinden yurdundan edilen insanların (forcibly displaced migrants) sayısı 79,5 milyona ulaştı. Bunların 45,7 milyonu içeride yerinden yurdundan edilenler, 20,4 milyonu mülteci, 4,2 milyonu ise sığınmacı. Türkiye, 3,6 milyon göçmeni kendi işgücü piyasasına entegre etmeye çalışıyordu COVID-19 öncesinde. Şimdi virüs büyümeye ket vurup, işsiz sayısını artırınca, bizim gibi ülkelerin de yükü doğal olarak arttı. Bir yandan, sosyal uyumu da korumak için büyüme ve yeni istihdama odaklanıp, bir yandan da dış borçları çevirmeye çalışmanın ne kadar güç olduğunu bundan sonra daha da açık bir biçimde göreceğiz. Hele G20’den bazı ülkelerin dış borçlarını silme kararı çıksın daha çok göreceğiz. İşimiz kolaylaşmayacak, daha da zorlaşacak.
G20 2008 krizinde gelişmekte olan ülkelerin rızası ve desteği ile gelişmiş ülkeleri ve dünya ekonomisini kurtarmıştı. Şimdi G20’nin bu kez gelişmekte olan ülkeler için devreye girmesi gerekiyor. Gelişmiş ülkelerin rızası ve desteği ile G20’nin bu kez gelişmekte olan ülkeleri ve dünya ekonomisini uzun süreli bir durgunluktan kurtarması gerekiyor. Üç haftaya göreceğiz bakalım.
Bu köşe yazısı 02.11.2020 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024