TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
2018’de Temmuz ve Ağustos aylarında ABD yönetiminden gelen bir dizi “yaptırım uygularım ha” tweeti ile tetiklenen krizin, salt GSYH hareketine bakıldığında, küresel krize kıyasla oldukça ılımlı bir kriz olduğu ileri sürülebilir. Oysa istihdamdaki düşüş dikkate alındığında, çok daha şiddetliydi küresel krize göre. İktisat yazınında temelde üç tip kriz modeli var. Birinci, ikinci ve üçüncü kuşak kriz modelleri olarak adlandırılıyorlar. 2018-2019 krizinin tipik bir üçüncü kuşak krizi olduğu söylenebilir. Özellikle şirketler kesiminde belirgin bir bilanço zafiyeti vardı. Bu zafiyet döviz cinsinden borcun döviz cinsinden alacaklara kıyasla çok yüksek olmasıydı. Bilançoların kur sıçraması doğuracak şoklara karşı çok kırılgan olması ve ABD yönetiminden gelen tweetlerin de böyle bir şok niteliği taşımasıyla kriz patlak verdi.
Sonraki dönemde şirketler kesiminin bu zafiyeti daha çok zorunlu nedenlerle -dışarıdan borçlanma olanaklarının kısıtlanmasıyla- azaldı. Mesela, Türkiye’nin yurt dışından alacaklarıyla, Türkiye’nin yurt dışına borçlarının net farkına işaret eden net uluslararası yatırım pozisyonumuz, 2019 sonuna gelindiğinde 2017 sonuna göre 8,5 puan düştü. Ancak azalmasına rağmen bu kırılganlık ortadan kalkmadı. Hala eksi yüzde 45 gibi yüksek bir değere sahip.
Bu kırılganlığın üzerine bir de birinci kuşak kriz modellerinin yapma dediği ne varsa yapıldı. Hatırlatayım; birinci kuşak modeller 70’lerde daha çok Latin Amerika ülkelerinde yaşanan krizleri açıklamak için geliştirilmiş modeller. Elli yıl sonra, biz Türkiye’de “sakın ha” denilenleri yaptık: Politika faizini ve daha sonraları da mevduat faizlerini enflasyonun altında tuttuk. Çok hızlı kredi genişlemesine gittik. Ortaya çıkan döviz talebinin kura yaptığı yukarıya doğru baskıyı azaltmak için bol bol döviz sattık. Hem Merkez Bankası’nın döviz rezervleri eridi hem kamu bankalarının döviz açık pozisyonu arttı.
Bunun üzerine bir de pandemi geldi. İşsizlere ve zordaki işletmelere destek olmamız gerekiyordu. Risklerimizi sınırlı ölçüde artırarak, hatta artırmadan yapmak mümkündü. Güven Sak ile Dünya’da Mart ve Nisan aylarında kaleme aldığımız bir dizi yazıda bunun elzemliğini ve nasıl yapılabileceğini defalarca vurguladık. Özünde şuydu: Gereksiz kamu yatırımlarına kaynak aktarmamak, mümkün olduğunca bütçe olanaklarını kullanmak, yetmeyen kısmı için ileride geri çekileceği önceden açıklanacak sınırlı bir parasal genişleme ve yeterince döviz temin etmemizi sağlayacak bir anlaşma. Bunları yapmadığımız gibi, özellikle kamu bankaları aracılığıyla çok çok hızlı kredi artışına gittik. Özel bankalar da kervana katılsınlar diye ‘aktif rasyosu’ gibi riskleri azaltmakla sorumlu bir kurumun riskleri artırıcı düzenlemelerine şahit olduk. Süreç içinde faizleri daha da düşürdük ve enflasyonun altında bir faizle konut ve tüketici kredisini patlattık. İthalatımızı, GSYH daralması nedeniyle düşeceği düzeyden daha yüksek bir düzeyde tutan bu uygulamayı, ihracatımızdaki düşüşe ek olarak bir de turist gelmemesi nedeniyle düşen turizm gelirimize rağmen yaptık. Çıkış? Zor değil. Önce yangını söndürmek gerekiyor. Şöyle: Dengeleri bozucu tüm bu uygulamalardan vaz geçmek. Yüksek bir faiz artışı. Döviz ihtiyacımızı rahatlıkla karşılayacağımızı herkesi ikna eden anlaşmalar. Sonra da bir daha bu tür bir kriz yaşanmasın diye bazı adımlar atmak lazım: Merkez Bankası’nı ve BDDK’yı yeniden bağımsız yapmak. Onlara hedefler vermek ama o hedeflere varmaları için uygulayacakları politikalarda özgür bırakmak. Kamu bankalarının sermaye yapılarını güçlendirmek. Tüm bankacılık sektöründe artacak geri dönmeyen kredi probleminin çözümü için şimdiden kolları sıvamak. Döviz geliri olmayanların döviz cinsinden borçlanmalarını zorlaştırmak. Liyakata dayalı atamalar. Birkaç yapısal reform: Öncelikle adil bir hukuk sistemi ve bağımsız yargı.
Bu köşe yazısı 11.08.2020 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.