TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
İçişleri Bakanlığı Göç İdaresi Genel Müdürlüğü, 26 Nisan 2018 tarihi itibarıyla Türkiye’deki biyometrik verileriyle kayıt altına alınan Suriyeli mülteci sayısını 3 milyon 588 bin 877 kişi olarak açıklamıştır. Bu kişilerin 1 milyon 947 bin 25’i erkeklerden, 1 milyon 641 bin 852’si ise kadınlardan oluşmaktadır. Bu sayı her yıl artarak yükselmektedir. Göçmenlerin yaklaşık 1 milyonu okul çağındaki çocuklardan oluşmaktadır.1 2016-2017 eğitim öğretim dönemi itibarıyla Türkiye’de okullaşan Suriyeli öğrenci sayısı 492 bin 544’tür. Buna göre okul çağındaki Suriyelilerin yaklaşık yüzde 59’u okullaşmıştır.2 2018 rakamlarına göre bu oran yüzde 50’ye düşmektedir. Bununla birlikte Suriyeli göçmenlerin yaklaşık 1 milyon 200 bini 18-34 yaş aralığında genç nüfustan oluşmaktadır. Bunların bir işte çalışma imkânları ise oldukça düşüktür.
Türkiye için savaş bölgelerinden gelmiş okul çağı ve genç nüfus oranları ciddi bir risk oluşturmaktadır. Radikalleşme çalışmalarında göçmenler üzerine yapılan araştırmalar okullaşamamış ve iş bulamamış genç göçmenlerin risk ve tehdit etkisinin oldukça yüksek olduğunu göstermektedir. Türkiye, bu zamana kadar Suriye’den gelen göçmenler konusunda insanlık tarihinin görmediği büyük bir fedakârlık ve başarı göstermiştir. Türkiye tecrübesi ve Türkiye’nin göçmen çocuklarla ilgili yaptıkları göçmen politikaları dünya kamuoyunda bir model olarak anlatılmayı hak eden özelliktedir. Sonuçta Türkiye bu kadar büyük yoğunlukta bir göçle baş etmeyi öğrenmekte ve Suriyelilerin yaşadıkları tecrübeler dünyadaki göçmen politikaları konusunda bize birçok şey öğretmektedir.
Türkiye’de göçmenlerin gıda, sağlık ve barınma gibi temel ihtiyaçları karşılanmaktadır. Okul çağına gelmiş her on çocuktan altısı okullaştırılmıştır. Bunun yanında birçok dernek, bu çocuklara yönelik psikolojik destek vermeye çalışmaktadır. Fakat göçmenlerin yaşadıkları travmaları atlatması ve topluma entegrasyonun sağlanması hiçte öyle kolay bir süreç olarak gözükmemektedir. Zira savaş bölgelerinden gelen çocuk ve gençlerin uğradıkları mağduriyetler, psikolojik olarak yaşadıkları travma onları şiddete karşı savunmasız kılmaktadır. Özellikle yapılan bazı araştırmalar, savaş sonrası yaşanan stres bozuklukları sonucu oluşan psikolojik yıkımın bireyleri şiddet açık hale getirdiğini göstermektedir. Bu açıklık, özellikle toplumsal dışlanma ve işsizlikle birleştiğinde çok daha büyük tehditlere dönüşebilmektedir. Biz bu çalışmada kısaca göçmenlerin yaşadığı travma, genç işsizlik ve dışlanmanın radikalleşme sürecini nasıl etkilediğini ve Türkiye için bir risk oluşturup oluşturmayacağını tartışmaya açacağız.
2-Savaş Sonrası Stres Bozuklukları
Beklenmedik bir şekilde gelişerek bireyin gündelik yaşamını olumsuz etkileyen, dehşet, endişe, çaresizlik ve panik yaratan, kişinin yaşamını ruhsal olarak alt üst eden deneyimler “travmatik yaşantılar” olarak adlandırılmaktadır. Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB), gerçek bir ölüm ya da ölüm tehdidi, ağır yaralanma, saldırı gibi bireyin fiziksel bütünlüğünü tehdit eden bir durumla karşılaşması, böyle bir duruma tanık olma gibi ağır travmatik olaylardan sonra ortaya çıkabilen semptomlar olarak tanımlanır. Bu semptomlar üç aydan kısa sürdüğünde “akut”, daha uzun sürerse “kronik” TSSB adı verilir.
Travmatik bir olaya maruz kalan kişiler, kendilerini genel olarak güvensiz, öfke, korku, şaşkınlık, suçluluk gibi duygu karmaşası içinde bulabilirler. Normalde olağan yaşam içinde çoğu kez bireyler travma ile baş edebilme becerisine sahiptirler. Bazen de dışarıdan yardım alarak bunun üstesinden gelebilirler. Fakat savaş ortamı, hem travmanın nedenidir hem de travma ile baş edebilmeyi zorlaştırmaktadır. Risk altındaki kişilerde savaş, çatışma, cinayet ya da doğal afet yaşama gibi durumlarda travmaya maruz kalma oranı %58’e kadar çıkabilmektedir.
Savaş yetişkinlere göre çocukları daha fazla etkilemektedir. Savaş bölgelerinden gelen çocuklar olayın tekrarlanacağına, yaralanmaya ya da ölüme, yalnız ve savunmasız kalmaya, yaptıkları yanlışlar nedeniyle cezalandırılmış olmaya ya da suçlanmaya ilişkin yoğun korkular yaşayabilir. Savaş travması yaşayan çocuklarda özellikle uyku bozuklukları, depresyon ve bir takım bozukluklar baş gösterebilir. Çocuklar akranları ile iletişim kurmakta zorlanabilir, oynamayı ve gülmeyi kesebilir, iştahını kaybedebilir ya da etrafıyla iletişimi kesebilir. Okulda konsantrasyon sorunu çekebilir ve depresif olabilir, gelecek konusunda umutsuzluk hissedebilir ya da agresif tavırlar geliştirebilir. Savaş bölgelerinde şiddete maruz kalmış çocuklarda başkalarına güven kaybını da içeren önemli inanç ve tutum değişiklikleri olabilir.
Travmatik yaşantılar, çocukların normal gelişim seyirlerini de olumsuz yönde etkiler ve kesintiye uğratır. Travma nedeniyle normal gelişim seyirleri kesintiye uğrayan ve güvensizlik ortamı içerisinde yetişen çocukların yetişkinlik dönemleri ve gelecekleri de risk altındadır. Yaşadıkları travmalarla baş etmeyi öğrenemeyen çocukların ileride psiko-sosyal açıdan sağlıklı birer yetişkin olmaları beklenemez.
Şiddete maruz kalan çocukların daha sonraki yaşamlarında suça karışma, aşırı kaygı duyma, depresyon geçirme, çalışma yaşamlarında başarısızlığa uğrama ve bellek bozuklukları gösterme gibi olumsuzluklarla karşılaşma ve saldırgan davranışlar içine girme eğilimleri de diğer çocuklara göre daha fazla olmaktadır. Bu konuda Tokuç’un aktardığı bir örnek olay incelemesine değinmek yerinde olacaktır. Dr Nexhmedin Morina ve Dr Ulrike von Lersner’in 2009 yılında yaptığı, savaşta yetim kalan çocuklar ve gençler arasında psikolojik sıkıntılar çalışması, çocukluk ya da ergenlik döneminde savaş nedeniyle yetim kalma ile genç yetişkinlikte depresyon, anksiyete bozuklukları ve diğer psikolojik sıkıntılar yaşama arasında yüksek bir olasılıkla ilişki olduğunu göstermiştir.
Savaş travmasına maruz kalan çocuklar, travma sonrası stres bozukluğuna işaret eden ve uygun şekilde ele alınmadığında devam ederek gelişimi olumsuz yönde etkileyebilecek olan birtakım tepkiler gösterebilirler. Savaş deneyimi yaşayan 3000 çocuk ile yapılan bir çalışmada, çocukların birden çok travma yaşadıkları saptanmış ve yüksek düzeyde posttravmatik stres yaşadıkları gösterilmiştir
Savaş yaşantısına bağlı travma sonrası stres bozukluğunun diğer belirtileri arasında tedirginlik, gerginlik, irkilme durumları, huzursuzluk, öfke patlamaları ve saldırgan davranışlar sayılabilir. Çocuk, doğrudan olayın sorumlularına öfkelenebileceği gibi, olay karşısında kendisini korumakla yükümlü tuttuğu yetişkinleri de bu görevlerinde yetersiz kaldıkları için suçlayabilir. Diğer yandan, hedefine yöneltilmemiş olan öfke duyguları, çocuk tarafından en yakınlarına yansıtılabilir. Olayla ilgili istenmeyen düşüncelerin zihinde canlanması ve olay tekrar yaşanıyormuş hissi de sıklıkla görülen durumlar arasındadır. Dikkat etme ve sürdürme güçlükleri, uyku bozuklukları ve kâbuslar, iştah değişiklikleri ve nedeni belirlenemeyen bedensel şikayetler de görülebilir.
Çatışma sonucu olarak, çocuk ve gençler kendilerine ve diğer insanlara güvenlerini, geleceğe olan güvenlerini kaybedebilir. Genellikle endişeli, depresif ve içine kapanık ya da isyankâr ve saldırgan olur. Henüz bir kimlik oluşturma mücadelesinde olan ergenler, savaş yaşantısı nedeniyle hazır olmadıkları bir yetişkin rolü üstlenmeye zorlanabilir ve bunun sonucunda kimlik karmaşası yaşayabilirler. Ailelerini, kendi bedensel bütünlüklerini ve bağımsızlıklarını kaybetme kaygısı, geri çekilme, yalnızlık ve keder duygularına neden olabilir. Türkiye’de yapılan kamplardaki çalışmalarda çocukların bir kısmının kendilerinin veya başkalarının hayatlarının tehlikede olduğundan korktukları, sevdiklerinden ayrılacakları ve onları kaybedecekleri korkusunu deneyimledikleri tespit edilmiştir.
İlgilerde azalma, gerginlik, baş ve karın ağrıları gibi fiziksel yakınmalar, iştah ve uyku problemleri, tekrarlayan kâbuslar ve istenmeyen imgelerin zihinde canlanması gibi sorunlar da bu depresyon tablosuna eşlik edebilir. Ergenler, başa çıkma yöntemi olarak oyun ve fantezileri kullanmak yerine, yaşadıkları kaygıdan uzaklaşmak amacıyla kendine zarar verici riskli davranışlara yönelebilir; daha isyankâr, saldırgan ve antisosyal davranışlarda bulunabilirler8.
3-Savaş Sonrası Stres Bozuklukları ve Şiddete Açıklık
Savaş sonrası stres bozuklukları yaşamak ya da travmaya maruz kalmak, her zaman bireyin şiddet eylemi içeren bir örgüte katılımını tetikler mi? Veya hangi durumlarda ve şartlarda travma ve savaş sonrası stres bozuklukları, bireyi şiddet içeren bir eyleme açık hale getirir? Bu sorulara cevap olması açısından B. Heidi Ellis, John Horgan ve ekibinin Somalili göçmenlere yönelik yaptıkları “Trauma and Openness to Legal and Illegal Activism Among Somali Refugees”9 çalışma oldukça önemlidir. Çalışmada, ABD’deki Somalili mülteci gençlerin şiddet içeren eylemlere katılımı araştırılmıştır. Özellikle de travma, stres, travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) belirtilerinin yasal olmayan eylemlere ve şiddet eylemlerine katılımdaki rolü üzerinde durulmuştur. Birçok farklı çalışma travmaya maruz kalmanın aktivist eylemlere katılıma yol açtığını göstermektedir. Buradaki temel sorun, savaş sonrası yaşanan travmaların şiddet içeren eylemlere katılıma yol açıp açmadığıdır. Bir diğer önemli etken de sosyal bağların gücünün bu katılımda nasıl bir rol oynadığıdır.
2011 yılının Ekim ayında, bir intihar bombacısı, Mogadişu’daki Afrika Birliği ve Somali barış güçlerine ölümcül bir saldırı düzenlemiştir. Saldırının Somalili bir Amerikalı tarafından yürütülen üçüncü bombalı intihar eylemi olduğu düşünülüyordu. İlk saldırı, üç yıl önce 26 yaşındaki Somalili Amerikalı Shirwa Ahmed tarafından düzenlemişti. Ahmed, saldırıyı eş Şebab adına yapmıştı.
Ayrıca Somalili Amerikalı 40 genç ABD’yi, 20’den fazla Somalili Kanadalı da Kanada’yı el-Şabab›a katılmak için terk etmişti. Özellikle son yıllarda bu tür vakalarla Yabancı Terörist Savaşçılar içinde çok fazla göçmenle karşılaşılıyor. Savaş travmasına maruz kalmış gençlerin özellikle şiddet yanlısı aşırılığı teşvik eden mesajlara karşı savunmasız olup olmadıkları literatürde çok fazla yer bulmaktadır. Taylor ve Horgan’ın belirttiği gibi, terörizme katılım bir süreçtir; kimse doğal olarak terörist değildir, teröre karşı birçok farklı yol olabilir. Özellikle çevresel koşulların bu süreçteki rolü önemlidir. Savaş kadar göçmenlerin geldikleri kamplardaki hayatın bu travmayı atlatmadaki ya da travmayı daha da derinleştirmedeki rolü dikkatlerden kaçmamalıdır. Somalili göçmenlere dönersek, kamplarda şiddetli baskınlar, tecavüz, yiyecek kıtlığı ve hastalık çok fazladır. Birçok mülteci, yıllarca yerleşmeyi, iskan edecek bir yeri beklemektedir. 1980’lerin ortalarından itibaren, Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği, Somalili mültecileri yeniden yerleştirmeye başladı, 150.000 Somalili mülteci olarak ABD içinde iskân edildi.
Yeniden yerleştirilen mültecilerin sorunu iskan ile bitmemektedir. Özellikle gettolaşma, tehlikeli mahallelerde yaşamak zorunda kalma durumunda şiddet ve dışlanma, hayatlarının devam eden bir parçası haline gelmektedir. Kendi başına belirgin bir şekilde farklı bir kültüre uyum sağlama zorlukları, okullardaki kültürel çatışmalar, din eğitimi alamamaları, ekonomik yetersizlik, sosyal ve mesleki statü kaybı toplumsal bağlarda büyük kopuşlara yol açar. Bu yüzden göçmenlerin kültürel olarak uyumsuzluk çekmeleri, yaşanan travmaları derinleştirmektedir.
Sözgelimi 11 Eylül 2001’deki olaylardan bu yana, Batıdaki Müslüman mülteciler, İslam karşıtı duygu ve ayrımcılıkla da karşı karşıya kalmışlardır. Ayrımcılık, ruh sağlığı sorunları da dahil olmak üzere birden fazla negatif sonuçlar için bilinen bir risk faktörüdür. Dolayısıyla iskan edilen Somalili göçmenler Amerika’da, savaş sonrası travma ile baş edebilecek ne sosyal ne de psikolojik bir destek bulabildiler. Toplumsal olarak dışlandılar, kültürel olarak da sürekli aşağılandılar. Taylor ve Horgan çalışmalarına göre bu durum onları siyasal olarak daha aktivist yaptı.
Birçok mülteci kampının zorlu yaşam koşulları iskan edilmekle son bulmadı. Genç yetişkin Somalilimültecilerinçoğunluğuiçinşiddet, korku, dışlanma, temeleğitimvesağlıkhizmetlerine erişim eksikliği devam etti. Buna göre Batı’da yeniden yerleşenler için sosyal marjinalleşme ve ayrımcılık, savaş sonrası yaşanan travma deneyimlerinin atlatılmasını zorlaştırmaktadır.
Travmaya maruz kalma, sonraki şiddet davranışları, öfke ve düşmanlık için önemli bir risk faktörü oluşturuyor. Bununla birlikte her travmaya maruz kalan bireyin şiddet açık hale geldiği ve şiddete başvurduğu da söylenemez. Yapılan çalışmalar göstermektedir ki özellikle toplumsal bağlardaki güçlü duygusal ilişkiler, daha güçlü olan anne-baba bağları ve okul bağlılığı bu riski hafifletiyor. Hirschi’nin sosyal kontrol teorisi, aile, toplum ve toplum tarafından teşvik edilen sosyal normların gençlerin şiddete maruz kalmasını engellediğini ve travma ve şiddetli sıkıntı ile ilişkili artan şiddet riskini nasıl ortadan kaldırabileceğini anlatıyor.
Bireyin aile ve toplumla olan bağları güçlü olduğunda, sosyal normlara uyma ve şiddetten kurtulma imkanı da artıyor.
Yaşanan travma, bireylerde çoğu kez köklü kimlik değişimlerini tetikliyor. Göze çarpan bir olayın ardından yeni dünya görüşlerine açıklık, bazıları tarafından radikalleşmenin kilit bir bileşeni olarak tanımlanıyor. Yani bulgular travma sonrası toplumsal bağlardaki kopuş ve reddin ve TSSB belirtilerinin yasadışı ve şiddet içeren aktivizme açıklık ile anlamlı bir şekilde ilişkili olduğunu gösteriyor. Travma ile yasadışı ve şiddet içeren aktivizme açıklık, özellikle toplumlarına daha zayıf sosyal bağlar bildirenler arasında daha fazla görülmektedir.
Sonuç olarak savaş sonrası stres bozuklukları bireyi tek başına şiddete itmese de dışlanma, kültürel uyumsuzluk, yaşadığı yoksunlukların devam etmesi, sosyal bağlardaki zayıflama gibi başka etkenlerle birleştiğinde şiddet yönelme riskini artırmaktadır.
4-Genç İşsizlik
Moamen Gouda ve Marcus Marktanner, genç işsizlik ile yabancı savaşçı olma arasındaki bağı ele aldıkları çalışmaları oldukça ilginç sonuçlar vermektedir. 2011’de Suriye iç savaşının başlangıcından bu yana, birçok ülkeden on binlerce savaşçı, Suriye’deki DEAŞ ve diğer aşırılık yanlısı gruplara katılmak için geldi. Yabancı savaşçıların çoğunluğu Tunus, Suudi Arabistan, Ürdün ve Fas başta olmak üzere Arap ülkelerinden geldiler. Ancak, önemli sayıda yabancı savaşçı da Belçika, Fransa, Almanya, Birleşik Krallık ve Rusya, Kazakistan ve Özbekistan gibi eski Sovyetler Birliği devletleri de dahil olmak üzere Batı ülkelerinden geldiler. Yabancı savaşçıların motivasyonu üzerinde birçok çalışma yapıldı. Yabancı bir savaşçı olmanın tek bir yolu yok, savaşçıların da kendilerine ait statik, değişmez sabit bir profili yok. İdeoloji, sosyal koşullar, macera arayışları, politik şikâyetler vb., bireylerin bu konudaki seçimlerini etkiliyor gibi görünmektedir. Yabancı savaşçıların sosyoekonomik koşullarının da oldukça değişken olduğu görülmektedir. Bu nedenle bazı araştırmacılar, ekonomik nedenlerin itici faktörler arasında olmasını reddederken bir kısmı da bunun etkili olduğunu ileri sürmüştür.
Gouda ve Marktanner, bir ülkenin işsizlik oranı ile DEAŞ’a katılan yabancı savaşçıların arasında nasıl bir ilişki olduğunu araştırdılar. Onlara göre genç işsizliğinin, genel işsizliğin aksine, yabancı savaşçıların yolculuğunda önemli bir belirleyicisi olduğu ortaya çıktı. Tabii yukarıda olduğu gibi bu etkenin tek başına değil dışlanma, toplumsal bağlardaki zayıflık gibi etkenler içinde oldukça önemli bir tetikleyici olduğu gösterildi. Dolaylı olarak genç işsizliğin azaltılmasının ya da göçmenlerin iş sahibi yapılmasının yabancı savaşçılar sorunu ile mücadelede etkili bir araç olacağı söylenebilir. Yazarlar, bu konudaki karşıt tezleri ve çalışmaları da ele alarak ekonomik yoksulluk ile şiddete başvurma arasındaki ilişkide, sorunun yoksulluk değil ama genç işsizlik olduğunu ortaya koymaktadırlar.
Toplumda genç erkek nüfusunun varlığı her zaman dinamik bir yapının göstergesi kabul edilir. Bu aynı şiddetin kışkırtılması ve sürdürülebilmesi içinde bir “çatışma riski”ne zemin hazırlayabilir. Thomas’ın aktardığı Bueno de Mesquita ve Benmelech, Berrebi ve Klor’un çalışmalarına göre, daha fazla işsizlik de dahil olmak üzere olumsuz ekonomik koşullar, terörist grupların liderlerinin daha vasıflı elemanlar temin etmelerine fırsat vermektedir. 1980-2008 yılları arasında elli altı ülkede gerçekleşen terörist saldırıların incelenmesi sonucu, Richardson yüksek işsizlik oranları ve yoksulluk ile terörizm arasında bağ olduğunu gösterir. Caruso ve Schneider, genç işsizliğinde yüzde 1’lik bir artışın terörist faaliyette yüzde .5’lik bir artışa dönüştüğünü tespit eder.
Dünya Bankası’ndan alınan yakın tarihli bir rapora göre, bir ülkenin erkek işsizlik oranı ile bu ülkenin DEAŞ’e terörist tedarik etme eğilimi arasında güçlü bir ilişki bulunduğunu düşündürmektedir. On altı Arap ülkesinde 18-24 yaş arasında 3,500 kişi ile yapılan anket ve son Arap Gençlik Araştırması’na göre insanlar, işsizliği insanların DEAŞ’ın kollarına itilmesindeki en büyük etken olarak algılıyor. Genel olarak, ankete katılanların yüzde 24’ü işsizliğe, cihat hareketine katılımın ana sürücüsü olarak bakıyor.
2001 ve 2011 yıllarındaki nüfus sayımı verilerine dayanarak İngiltere Müslüman Konseyi tarafından hazırlanan bir rapora göre, Müslümanların on yıllık dönemde artan eğitim seviyelerine rağmen ortalama işsizlik oranının yüksek olduğu görülmektedir. Üstelik raporda, cezaevi nüfusunun Müslüman olması (yüzde 13) ve sosyal konuttaki Müslümanların oranı (yüzde 28) endişe nedeni olarak görülüyor. İşçi Partisi tarafından yayınlanan rakamlara göre, 2010’dan 2015’e kadar, bir yıldan uzun süredir işsiz kalan Müslümanların sayısı neredeyse yüzde 50 oranında artmıştır.
1999 yılında, Fransa’daki genel işsizlik oranı yüzde 10 civarındayken, göçmenler arasında bu oranın (yüzde 22) iki katından fazla olduğu tespit edilmiştir. Hollanda’da etnik azınlıklar, ortalama Hollandalı nüfustan daha yüksek işsizlik oranlarına sahiptir. Hollanda’da, işsizlik oranının yüzde 5 olduğu 2009’da, Hollandalı Müslüman azınlıklarda bu oran yüzde 11›lik bir işsizliği göstermektedir. Bu, Türkler için yüzde 10 ve Faslılar için yüzde 12’ye çıkmaktadır. Almanya’da durum farklı değildir. Son zamanlarda yapılan bir çalışmada Suriye’deki 378 Alman Müslüman yabancı savaşçısından sadece 119’unun okulda ya da ülkeden ayrılmadan önce bir işte çalıştıklarını belirtmektedir.
Dolayısıyla, ortalama olarak, Batı’da da gençlerin işsizlik oranının Müslümanlar arasında daha yüksek olduğunu kabul edersek, genç Müslümanlar arasında toplumsal entegrasyonun sağlanmamasında bunun önemli bir etken olduğunu kabul edebiliriz.
Sonuçta Thomas, makalesinde genel işsizlikten ziyade, genç işsizliğinin ve bunun genel nüfusa oranının, bireyin yabancı savaşçılara katılımını belirleyen önemli bir etken olduğunu savunuyor. Üstelik sosyoekonomik hayal kırıklığının insanların özellikle de sürmekte olan belirli çatışmalarla özdeşleşmesini artırdığını, kendilerini yabancılaştırdığını ve asimilasyonu önlediğini ileri sürüyor. Doğal olarak Suriyeli göçmenlerde yüksek olan genç nüfustaki uzun süreli işsizlik oranı da bu açıdan bir risk olarak görülmelidir.
Sonuç olarak göçmenlerin radikalleşme risklerini etkileyen itici faktörleri şu şekilde özetleyebiliriz:
Göçmenlerin yaşadıkları travmanın süregiden sorunlara dönüşmesi, genç ve çocukların okullaşamamaları ve toplumda karşılaştıkları dışlanma politikaları işsizlikle birleştiğinde radikal gruplara doğru itilmesini kolaylaştırmaktadır. Yukarıda yapılan çalışmalar, bu faktörlerin radikal bir çevrede kesişmesinin tehlikelerine işaret etmektedir.
5-Türkiye’de Göçmen Sorunu: Fırsatlar ve Riskler
Türkiye’nin yaşadığı göçmen sorunu birçok açıdan Avrupa’da yaşananlardan farklılık göstermektedir. Bu da hem Türkiye’nin riskini azaltmakta hem de göçmen sorunun çözümü için yeni fırsatlar sunmaktadır. Suriye’de iç savaşın başlamasıyla birlikte kapılarını göçmenlere açan Türkiye, öncelikle elinden gelen tüm gayreti göstererek kamplarda yaşam koşulları oluşturmuştur. Bu koşullar, Batılı kamplardan çok farklıdır. Kamplarda suç işlenmemesi, göçmenlerin kötü muameleye maruz kalmaması, çocuklar için oluşturulan oyun alanları savaş sonrası stresi azaltmak açısından oldukça önemli bir katkı sağlamıştır.
B. Heidi Ellis, John Horgan ve ekibinin çalışmaları göstermektedir ki radikalleşmede göçmenler üzerindeki en temel etki, travma ile dışlanmanın birleşmesidir. Göçmenler için kamplarda başlayan zorluklar iskanla devam etmektedir. Geldikleri farklı kültürel ortamda tanınma ve entegrasyon ciddi bir sorundur. Göçmenlerin Batı’daki hikayeleri çoğunlukla onların bir sığıntı oldukları algısını oluşturmaktadır. Kültürel olarak sıkıntı çekmedikleri ve kendilerinin kabul edildiği Türkiye tecrübesi bu açıdan oldukça farklıdır. Türkiye’de göçmenler kendilerini bir sığıntı değil bir misafir gibi hissetmektedirler. Hatta şu an dahil göçmenlerin büyük kısmı kamplardan çıkarak şehirlerde yaşamaya başlamıştır. Şehirlerde bazen kendi imkanları çoğu kez de yardımlarla iskan edilen göçmenlerin ciddi bir sosyal uyum sorunu yaşadıkları söylenemez. Türkiye toplumu ile derin kültürel çatışma yaşamadıkları için göçmenlerin dışlanma gibi büyük sorunları da olmayacaktır.
Türkiye tecrübesindeki en önemli farklılıklardan biri de okullaşma oranının çok yüksek olmasıdır. Suriyeli çocuk ve gençler arasında okullaşma oranı yüzde 65’lere kadar çıkmıştır. Bunu Batı’daki göçmenlerde görmek neredeyse imkansız gibidir. Bu da yaklaşık okul yaşında 600 bin göçmenin bulunduğunu göstermektedir. Okullaşma oranının bu kadar yüksek olmasındaki en önemli etken imam hatip okullarıdır. Suriye ve Irak’ta tek tip lise bulunmakta ve çocuklara Kur’an eğitimi ve dini konularda yoğun bir müfredat uygulanmaktadır. Ayrıca sınıflarda kız ve erkekler ayrı olarak eğitim yapmaktadır. Suriyeli göçmenler, Türkiye’de bu koşulları sağlayan imam hatiplere yoğun bir ilgi göstermişlerdir. Bu da okullaşma oranının artmasına yol açmıştır. Ayrıca İmam hatiplerde din eğitimi ile sosyal ve pozitif bilimlerin birlikte verilmesi, göçmenlerde zihniyet açısından da bir dönüşüm yaşanmasına yol açabilecektir. Bu da göçmenlerin Türk toplumuna entegrasyonu kolaylaştıracaktır.
Bununla birlikte Türkiye’nin karşılaştığı bazı zorluklar da yok değildir. Yapılan çalışmalar, göçmenlerde yaşanan savaş sonrası travmanın davranışsal bozukluklar oluşturduğunu gösterse de tek başına radikalleşmeyi sağlamadığını gösteriyor. Ayrıca göçmen yetişkinlerde radikalleşmeyi saptamanın daha somut ölçümleri kullanılabilmektedir. Yüz yüze görüşme ve anket ölçümleri, göçmen yetişkinlerde radikalleşmeyi saptamak için kullanışlı bir yöntem olabilir. Buna karşılık çocuklarda radikal ideolojiye maruz kalmanın etkilerini saptamak oldukça zordur. Kendilerini ifadede zorlanan, yaşadıkları travmaları anlatabilmede içe kapanan çocuklar için başka teknikler bulmak zorundayız. Bu zamana kadar genelde çocuklar üzerinde radikalleşme etkileri düşünülmemiştir.
Oysa Suriye’de IŞİD’in binlerce çocuğu eğittiği, kamplarda terörist savaşçı olarak yetiştirmek üzere şiddet eylemlerine zorladığına ilişkin onlarca video yayınlandı. Bu durumda çocukların radikal ideolojilere maruz kalmadığını iddia etmek oldukça zordur. Bunun tespiti için “serbest çağrışım” ve “anlatı terapisi” gibi birçok etkili araç tasarlanabilir. Bu konuda Türkiye’de psikolog ve radikalleşme uzmanlarının birlikte çalışma yapmasına imkân verilmelidir. Türkiye’de en temel eksiklik, bu konuda yetişmiş uzmanların olmaması, radikalleşme konusunda inter disipliner çalışma alanlarının bulunmamasıdır.
Göçmenlerin yaşadıkları travmalarda onlara yardımcı olacak Aile Sosyal Politikalar, Göç idaresi, Emniyet, Diyanet ve Milli Eğitim gibi kurumlarda yeteri derecede psiko-sosyal danışmanlık yapacak uzmanların bulunmaması da bir sorun olarak karşımızda durmaktadır. Yapılan çalışmalar, psikososyal müdahale programlarının TSSB’nin tedavisinde etkili olduğunu göstermektedir. Bu durumda bu ihtiyacın giderilmesi için daha profesyonel programlara ihtiyaç bulunmaktadır.
Ayrıca yaptığımız görüşmelerde hala Türkçe eğitimi konusunda ciddi zorluklar yaşandığı tespit edilmiştir. Lise ve üniversiteye gelmiş göçmenler hala çok zayıf Türkçe bilmektedir.
Dışarıdan destek kursları dışında okula başlayan göçmenlere bir yıl Türkçe dil ve rehberlik programı gibi bir hazırlık programı yapılması başarıyı yükseltebilir. Okullaşma çok fazla olsa da okul başarıları konusunda yeterince bilgimiz bulunmamaktadır. Okullaşma kadar çocuk ve gençlerin ortama uyumu ve başarıları da önemli bir ölçüt olmalıdır.
Bu açıdan yapılması gereken önerilerimizi şu şekilde sıralayabiliriz:
1- Travma ve radikalleşme konusunda uzman yetiştirmek için özel yüksek lisans programları açılmalıdır.
2- Göçmen çocuklara daha fazla psiko-sosyal danışmanlık hizmeti verilmelidir. Göçmen ailelerin buralardan yararlanması özel olarak teşvik edilmelidir.
3- Göçmen çocuklarda radikalleşme eğilimlerinin takip edilebileceği bir danışmanlık hizmeti sağlanmalıdır.
4- İmam Hatiplerdeki müfredat, göçmen çocukların entegrasyonunu sağlayacak biçimde gözden geçirilmelidir.
5- Göçmen çocuklar için okul ve yükseköğretimde özel hazırlık programları düşünülmelidir.
6- Göçmenlerin okul başarıları takip edilmeli ve başarısızlığın nedenleri araştırılmalıdır.
7- Genç işsizliğin azaltılması için meslek kursları açılmalı ve iş fırsatları oluşturulmalıdır.
Bu köşe yazısı 12.07.2018 tarihinde Dünya Bülteni'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
16/11/2024