TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Bir süredir, “Türkiye’nin bugün en önemli meselesi üniversiteli gençlerin gelecek endişesi” diye memlekette ne zaman kaç üniversite kurulmuş, kontenjanlar nasıl artmış, kaç diploma verilmiş diye rakamlara bakıyorum. Son günlerdeki sahte diploma ile akademik unvan sahibi olma konusu, doğrusu ya, tam yerine rast geldi. Bugün bu konuya bir bakalım. Türkiye’de üniversite sayısı son yirmi beş yılda 73’ten 205’e çıktı ve bu durum üniversite mezunları dahil hiç kimseyi mutlu etmedi.
1979 yılında ben üniversiteye başladığımda Türkiye’de yirmi üniversite vardı. Yüksek Öğretim Kurulu’nun (YÖK) rakamlarına göre Ocak 2024 itibariyle bu sayı 205 oldu. İlk grafik, üniversite sayısındaki artışın 2005 itibariyle hızlandığını gösteriyor. 2005’te 77 üniversitemiz varmış. Nedir? 1980’den 2005’e yirmi beş yılda 57 yeni üniversite kurulmuş memlekette. Her yıla iki üniversite. 2005’ten 2025’e yirmi yılda ise 128 yeni üniversite kurulmuş. Her yıla yaklaşık altı yeni üniversite. Hızlandı dediğim o işte.
Her ile bir üniversite hamlesi üniversite diploması alanları bile mutlu edemedi
2006’da başlayan “her ile bir üniversite hamlesi” ile birlikte 18-24 yaş grubu içinde üniversite okuyanların 2003-2010 ortalaması ülkemizde yüzde 10’nun altındayken 2011-2018 arasında neredeyse yüzde 25’e kadar yükselmiş. Nedir? Dünyada 18-24 yaş grubunda üniversite okuyanların oranı açısından Türkiye 2003-2010 dönemindeki 41. sıradan, 2011-2018 döneminden dünya ikinciliğine yükselmiş. Ama bu arada ne olmuş? 18-24 yaş grubunda işsizlik oranı da yükselmiş. Bu politika diploma alanları bile mutlu etmedi dediğim o işte.
Sonuçta OECD verilerine göre, Türkiye’de 18-29 yaş grubundaki gençlerin yüzde 80,5’i geçimlerini sağlayamamaktan endişe duyuyor; bu oran barınma konusunda endişeli olanlar açısından yüzde 63’ü buluyor. OECD’nin “Dikkate Alınması Gereken Riskler-Risks That Matter” çalışması 2023’te yayımlandı.
Buna göre gençler, artık ebeveynlerinin yaşadığı döneme kıyasla çok daha zor koşullarda ekonomik bağımsızlık kazanabildiklerinin farkındalar. Gençler de farkında, aileleri de işin farkında. Her ile bir üniversite olsun, üniversite sayısı çoğalsın, kontenjanlar artsın, çocuklar okula gitsin, üniversiteye erişim kolaylaşsın politikası sonunda bakın bizi nereye getirdi?
Üniversite mezunlarının ücretlerinin asgari ücrete doğru yakınsadığı bir dönemdeyiz. Bu eğilimi gençlerin ortalama ücretlerinin asgari ücrete oranı üzerinden izlemek mümkün. 2014’te bu oran 20-24 yaş grubunda 1,62 iken 2023’te 1,25’e gerilemiş. 25-29 yaş grubu üniversite mezunları ise ortalamada 2014’te 2,17 asgari ücret kazanırken 2023’te 1,63’e gerilemiş. Yani iş bulan gençler için de tablo iç açıcı değil. Üniversite diplomalarının hepsinin aynı kabul edilmediği bir aşamaya geldik. Üniversite diplomalı işsizler sıralamalarında Türkiye öne çıktı.
Şimdi üniversite mezunlarının ücretleri asgari ücrete doğru yakınsar, üniversite diploması olanların bazıları kuryelik yaparken üniversite diplomalı gençlerin mutlu olmaları beklenebilir mi? Hayır.
Geleceğe umutla bakmanın bir yolu üniversite diploması edinmek diye yola çıkmışsınız, aileniz üniversite okumanız için bin bir fedakarlığa katlanmış. Herkes diploma sahibi olmanın çocuğun geleceğini kurtarmanın en kısa yolu olduğuna inanmış. Ve bugüne gelmişiz.
Bugün Türkiye’de üniversitelerde yaklaşık yedi milyon üniversite öğrencisi var. Bu öğrenciler, yeni mezun olanları nelerin beklediğini gayet biliyorlar. Endişeliler. Bu arada, üniversitelerimiz her yıl yaklaşık bir milyon mezun veriyor. Bu durumda, son beş yılın mezunlarına da beş milyon kişi desek, ortada üniversite diplomasının manasının ne olduğunun farkına varmış yaklaşık on iki milyon genç var. Gelecekten endişeli.
Bu on iki milyon gencin annesini, babasını, dedelerini, anneanne ve babaannesini de hesaba katarsanız memlekette 60-70 milyonluk bir mutsuz kitlesi var. Neden? Üniversite kendisinden beklenen işlevi yerine getiremediği için elbette.
Bir de buna İstanbul Üniversitesi’nin İmamoğlu’nun diplomasını ne kadar kolay hiçe saydığını ekleyin. Doğrusu ya, zaten diplomanın değeri konusunda endişeli olanları daha da kızdırmak için bundan daha uygun bir yol bulunamazdı herhalde. “Hani o sizin diploma vardı ya, o zaten yok”.
Peki ya sahte diploma hadisesi?
Sahte diplomaları, üniversite kayıtları üzerinde sonradan oynayarak sağlıyorlarmış, haberlere bakılırsa, not ortalamalarını değiştiriyorlarmış. Bir de bunun hiç okula gitmeden diploma veren, YÖK tarafından denk kabul edilen üniversiteleri var. Bunlar nedir? Öncelikle üniversite kurmak, bakkal dükkanı açmaktan daha karmaşık bir iştir. Nicelik yetmez, nitelik önemlidir. O nitelikli personeli bulmak da kolay değildir. Üniversite diplomasına değer katan bina değil, öğretim elemanlarıdır.
Rahmetli İhsan Doğramacı’nın yıllar önce söyledikleri hiç aklımdan çıkmadı üniversite kurma sürecinin öncelikleri konusunda. “Ben Bilkent’i kurarken” demişti “Önce, öğretim üyesi lojmanlarından başladım”. Öyle işte.
Ama üniversite açmaya onay veren makam, burada YÖK, o karmaşıklığın farkında değilse, denetimini nitelik değil de nicelik üzerinden yapıyorsa işler işte böyle olur. Her bölümde x sayıda öğretim elemanı var mı diye bakarsanız sonuç bu olur.
Hızlı büyüme dönemlerinde kayıtlar sağlıklı tutulmuyorsa, akademinin kendi kendisini denetleme kanalları bir bir kapatılıyorsa işte böyle olur.
Rektörünü atayamayan, mesleğe kabul edilecek olanları sözlü sınava tabi tutamayan akademi ister istemez vasıfsız hale gelir.
Geldiğimiz noktayı bu çerçevede, 2005 sonrası hızlı üniversiteleşme sürecinin sonucu olarak ele almakta fayda var. Her ile bir üniversite siyasi hamlesi ile başladı bu vasıfsızlaşma süreci.
Sonra o üniversitelerde siyasi kadrolaşma hamlesi ile devam etti.
Ben hatırlarım “doçentin yardımcısı mı olurmuş, dünyanın neresinde yardımcı doçentlik var?” diye başlayan siyasi tartışmayı da. Sene 2017 filandı.
Kimse “dünyanın her yerinde” demedi, YÖK utanmadan düzenlemeyi değiştirip yardımcı doçentliği kaldırdı. Doktoralı öğretim üyesi diye bir unvan uydurdu bir tek bize özgü. O sürecin en sonunda geldiğimiz nokta ise “doktorası olmayan üniversitede ders veremez” kararı oldu. Önce Yüksek Lisans programlarında başladı bu maskaralık, sonra lisans programlarına da yansıdı. YÖK işte.
Üniversiteyi ve değişik alanlardan gelen uzmanların üniversitede ders vermesinin nasıl bir zenginlik olduğunu bilmeyenlerin cehaletinin rahmetli Süreyya Serdengeçti’yi nasıl üzdüğünü unutmam mümkün olmayacak. Dünyanın her yerinde bu kadar merkez bankacılığı deneyimi olan, yıllarca başkan yardımcılığı ve başkanlık yapmış birini herkes üniversitesinde görmek ister. Ama YÖK işte.
Siyasi kararlarla başlayan bu süreçte, bugün üniversite diploması olanlar dahil hadiseden memnun olan kimse de yok. Yok işte.
Şimdi buradan nasıl çıkılır? Zor. Çok zor olacak bu tahribatı onarmak.
Türkiye’nin kapsamlı bir gençlik politikaları setine ihtiyacı var.
Bu köşe yazısı 04.08.2025 tarihinde Nasıl Bir Ekonomi Gazetesi'nde yayımlandı.