TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Blockchain teknolojisi eskiden bir tek Bitcoin ve diğer koin kardeşleri ile bağlantılı olarak gündeme gelirdi. Ne zaman Bitcoin muhabbeti açılsa, etrafta birileri, mutlaka “Bitcoin değil ama bu blockchain kalıcı gibi” derdi. Ama blockchain hep bir Fintek meselesi olarak görülürdü. Fintek, bankacılık ve finansal hizmetlerle ilgili bilgi ve iletişim teknolojilerinin kısaltılmış genel adıdır. Ama artık blockchain’de uygulama yelpazesi çok genişledi. Şimdilerde pek çok alanla birlikte blockchain teknolojisi artık tekstil ve moda endüstrilerini de değiştiriyor. Gelin dijitalleşme, Yapay Zeka (Artificial Intelligence – AI) ve blockchain teknolojileri, tekstil ve moda endüstrilerini nasıl değiştiriyor ve bu bizi neden ilgilendiriyor bir bakalım.
Malta ve Türkiye harıl harıl yasa çıkartıyor ama bir farkla...
Bugünlerde Malta ve Türkiye birbirine benziyor. Her iki ülkede de harıl harıl yasa ve yönetmelikler değiştiriliyor. Türkiye işi kararnamelerle götürürken, Malta’da parlamento çalışıyor. Türkiye dünün yasa ve yönetmeliklerini bir daha yazıyor. Malta ise yarının yasa ve yönetmeliklerini hazırlıyor.
Burada, esasen mevcut yasa ve yönetmelikler bilgisayarların “bul/değiştir” komutu ile elden geçiriliyor. Daha doğrusu ben çıkan kararnameleri okurken böyle bir hisse kapılıyorum. Türkiye’de iş bir bilgisayara komutu “Bakanlar kurulu ve/veya başbakan” ifadelerini bul ve onları “Cumhurbaşkanı” ifadesi ile değiştir diye vermek şeklinde çalışıyor. Şimdilik “bul/değiştir” komutu ile sistem mi kurulur?” tartışmasını açmayayım. Bul/değiştir” komutu ile sistem tasarlanamayacağını, sanırım yakında ayan beyan öğreniriz, uzun uzun tartışırız ayrıca.
Ben bugün Malta’ya bakayım. Malta’da blockchain teknolojisini yasallaştırmak üzere ayrıntılı düzenleme yapılıyor. Malta, geleceğe yönelik bir düzenleme yaparak, Malta’yı bir “blockchain adası”na dönüştürmeye çalışıyor. Odak ortada, hedef belli.
Türkiye, Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemine geçerek, idari sistem değişikliği ile çağa ayak uydurabileceği kanaatinde. Bundan sonra odaklanacağımız alanı seçebilmek için, önce iş yapmamıza yardım edecek bir platform oluşturmaya çalışıyoruz. Malta ise, çağın yeni teknolojilerinden birine, blockchain’e odaklanarak, çağa ayak uydurmak üzere harekete geçti bile. Malta ne yaptığını biliyor. Biz, daha işe başlamak için gereken platformu oluşturuyoruz. Ankara hep böyleydi, yine öyle.
Malta odaklı çalışıyor, Ankara’da değişen bir şey yok
Malta Parlamentosu bu yıl Temmuz ayında, blockchain konusunda 3 yasa çıkardı. İlk yasa ile Malta Dijital İnovasyon Kurumu (Malta Digital Innovation Authority) kuruldu. Kimileri tarafından DLT (Distributed Ledger Technology) yani “dağıtık veri sistemi” olarak nitelendirilen, benim “erişilebilir defter” demeyi tercih ettiğim bu teknoloji, esas olarak, platformlarının lisanslanması işiyle uğraşacak. Yasa kurumun DLT platformlarını lisanslarken yükümlülüklerini, sürecin nasıl yönetileceğini ortaya koyuyor.
İkinci yasa, ITAS (Innovative Technology Arrangement and Services Act) yasası olarak biliniyor. Bu yasa, DLT tabanlı işlemleri tanımlıyor ve buna dayalı olarak kurulan yapıların nasıl lisanslanacağına ilişkin esasları belirliyor. Ayrıca kripto paraların işlem göreceği borsaların çalışma usul ve esaslarını da düzenliyor.
Üçüncü yasa ise, Sanal Finansal Varlıklar Yasası (Virtual Financial Assets Act) olarak biliniyor ve nasıl koin ihraç edileceğini, satışının nasıl yapılabileceğini belirliyor. Bu yasa ilk defa koin ihracı vasıtasıyla fon toplamak isteyenler için önemli. Ayrıca ilgili koin’lerin içinde saklanacağı cüzdanların nasıl çalışması gerektiğini de düzenliyor.
Buradaki vurgu, Lichtenstein’daki Zug (Kripto Vadisi) gibi kısa vadede bir tek kripto para ticaretinden kar elde etmek değil. Hadiseye, Blockchain, DLT teknolojilerinin geliştirilmesi, başka alanlara yaygınlaştırılması perspektifinden bakılıyor. Düzenleyiciler, önümüzdeki dönemde, AI ile güçlendirilmiş blockchain uygulamaları ile DLT’nin uygulama yelpazesinin hızla genişlemesini bekliyor. Blockchain’e doğrudan şifre çözme konusunda eğitilmiş makineler vasıtasıyla ekleme yapmayı hedefleyen yeni bir sürecin tam başındayız şimdilerde.
Tekstil ve moda da blockchain ne getirir?
Öncelikle AI ile güçlendirilmiş blockchain uygulamaları, moda dünyasında, taklitle mücadeleyi çok daha etkinleştiriyor. Nasıl mı? DLT teknolojisi vasıtasıyla herhangi bir tekstil ve moda endüstrisi ürünün hangi tedarik zinciri vasıtasıyla, nerelerde ve nasıl üretileceğini görebilmek son derece kolay ve ucuza mümkün olacak.
Nasıl mı olacak? Blockchain kayıtlarını her alıcı okuyabilecek. Her alışverişte deftere yeni kayıt yapılacak. Burada AI ile güçlendirilmiş demem, alışveriş kolaylığı için aslında. Ürünün etiketindeki kare kodu okutunca hangi marka taklit, hangisi sahici hemen anlamak mümkün olacak. Taklit mal üretiminin, büyük markalar için yarattığı problemlerle, hem birinci el işlemlerde hem de ikinci el işlemlerde, mücadele artık dünkünden çok daha kolay olacak.
Bu alışveriş kolaylığı ile birlikte, başka neler olacağını da not etmiş olayım şimdiden. Mesela içinde hayvansal ürün kullanılıp kullanılmadığını da bilmiş olacağız. Tedarik zincirinin her aşaması bilindiği için, herkes, çocuk işçiliği benzeri haberlere karşı çok daha duyarlı olabilecek isterse.
Bütün bunlar ne demek? Benim anladığım şöyle: Blockchain ile birlikte, Türkiye’de tekstil ve moda sektöründe markalaşma konusu bir başka açıdan daha önemli hale geliyor. Bu konu uzun zamandan beri tartışılırdı ve katma değer diye gündeme gelirdi. Herhalde o sıçramayı yapmak çok pahalı geldiği için alınan mesafe hep kısıtlı oldu. Şimdi yeni teknolojiler ile birlikte, malın nerede nasıl üretildiği ile ilgili malumat akışı kolaylaştıkça, marka olmadan ayakta kalmak artık daha zorlaşacak. Mevcut tedarik zincirlerini bu yeni imkanları dikkate alarak yeniden tanımlamak gerekecek bir nevi. Dün tedarik zinciri içinde mümkün olan kimi kural dışılıklar bundan böyle artık çok pahalı hale gelecek. Kolay izlenebilir olacak.
Tekstil sektörü Türkiye için bir istihdam deposudur
Not etmeye çalıştığım şudur: Türkiye’nin tekstil sektöründe dijitalleşme sürecini sanki biraz daha yakından takip etmesi gerekiyor. Burada yalnızca maliyetler azalıyor, rekabet zorlaşacak demiyorum. Bazı alanlarda maliyetler azalabilir, başka bazı alanlarda ise maliyetler yükseliyor olabilir. Benim gördüğüm asimetrik bir dönüşüm sürecine hazırlıklı olmak gerekecek. Asıl alıştığımız iş modellerini bir bütün olarak elden geçirmek gerekebilir diyorum. Bu kadar önemli bir değişim gerekecekse, elbette bu dönüşümü kolaylaştıracak tedbirleri de şimdiden düşünmek gerekir diye düşünüyorum.
Başka? Türkiye’nin istihdamının yüzde 7’sini oluşturarak ülkenin en önemli sektörleri arasında yer alan tekstilin, toplam ihracatın da yüzde 18’ini oluşturduğu düşünüldüğünde, tekstil ve moda endüstrilerinin Türkiye için önemli bir istihdam ve gelir kaynağı olduğu ve bu konunun kesinlikle eğitim reformu ile birlikte ele alınması gerektiği sonucu çıkıyor. Öyle görünüyor ki, bu asimetrik değişim döneminde işgücü piyasalarında bazı becerilere ihtiyaçlar artarken, bazı becerilere de ihtiyaç kalmayacak.
“Biz şimdi bu dönüşüme nasıl intibak ederiz” diye bakmak yanlıştır
Ama beni üzen sanırım konu şu ki, burada anlatmaya çalıştığım konunun tamamı, bizim dışımızda gerçekleşen bir teknolojik dönüşüm sürecinin olumsuz etkilerine, en az hasarla intibak etmek üzerine. Doğrusu ya Türkiye’nin daha proaktif bir teknolojik dönüşüm stratejisine ihtiyacı var. Şirketlerimiz, hangi alanda olurlarsa olsunlar, “biz ne tür bir teknolojik değişim içinde olmalıyız?” diye bakabilmeliler hadiseye. Bakabilenler, görebilenler büyüyecek, diğerleri kaybedecek.
Hâlbuki zenginleşmek isteyen ülkelerin artık kendilerinden önce zenginleşen ülkelerin izinden gitmeleri gerekmeyen yeni bir teknolojik devrim sürecinin içindeyiz. Dün sektör seçiyorduk, şimdi teknoloji seçmemiz gerekiyor. Türkiye’nin hala yeni teknolojiler arasında bir odak belirleyemediği bir haldeyiz. Dün gazetemiz yazarlarından Selin Arslanhan Memiş altını çiziyordu, oradan nakledeyim.
Son raporunda 42 öncelikli teknoloji alanından bahseden TÜBİTAK’ın kafası karışıktır
TÜBİTAK’ın yeni yayımladığı “Üniversite Yetkinlik Analizi” çalışması, kurumun 42 tane öncelikli teknoloji alanı olduğunu gösteriyor. Açıktır ki, bir ülkenin 42 tane öncelikli teknoloji alanı olamaz. 42 tane öncelikli teknoloji alanı, demek, “benim esasen ne yapmam gerektiği konusunda bir fikrim yok” demektir. Türkiye yeni teknolojik devrim karşısında hala “oyuncakçı dükkanına girmiş çocuk” gibi davranmaktadır. Türkiye’nin artık “ben bir konuya odaklanacağım ama önce yerim dar, sonra bir de yenim dar. Hele bir yeni idari sistem kurayım, sonra konuya geleceğim” şeklindeki klasik yaklaşımını bırakması ve bir an önce sadede gelmesi gerekiyor. Türkiye’nin gelecek konusundaki bu genişliği doğrusu ya içimi sıkıyor.
Doğrusu ya, Ankara’da içim daralıyor. İstanbul ve İzmir’de, geyik değil, somut iş yapanları görünce, içim açılıyor.
Bu köşe yazısı 13.07.2018 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024