TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Döviz kurunda yukarıya doğru keskin hareketin nedenleri tartışılıyorken bazen “iç rahatlatıcı” olarak hareketin bir kısmının dış nedenlerden kaynaklandığı dile getiriliyor. Seçim yaklaşıyor ya; kimine göre “hareketin bir kısmının” değil, “asıl belirleyicisinin” dış nedenler olduğu iddia ediliyor; zaten gelişmekte olan her ülkede de benzer hareketler yaşanıyor onlara göre. Karşı kanıt olarak Türkiye’nin yılbaşından ya da ne bileyim mayıs ayının başından bu yana Arjantin’den sonra parası en fazla değer kaybeden ülke olduğu gerçeğine işaret ediliyor. Ekleniyor: Arjantin’i saymayın, zaten IMF’nin kapısında.
Sonuçta bakarsanız, “asıl belirleyici” görüşü bir tarafa bırakılırsa, söylenenlerin hepsinin yaşananlarla yakından ilgisi var. Peki, öyle değil ama diyelim ki kurdaki “çılgın” gidişin tek sorumlusu dış koşullar ve çoğu yükselen piyasa ekonomisini benzer biçimde etkiliyor bu koşullar. İçimiz rahatlasın mı?
Neden rahatlasın ki? Marifet, dış olumsuz koşullardan etkilenmeyecek ya da çok az etkilenecek bir hale getirmek değil mi ekonomiyi? Evinizin çatısındaki kiremitlerin kırık olduğunu ve bu nedenle yağmur yağınca tavandan içeriye boyuna su girdiğini düşünün. Evdeki çoluk çocuğa “ne yapayım; yağmur (dış koşullar) nedeniyle evi su bastı” mı diyeceksiniz? Kiremitleri neden güneşli günlerde değiştirmediniz?
Olanı biteni görenler açısından döviz kurundaki “çılgın” gidişatın nedenleri çok açık: Birincisi, büyük gelişmiş ülkeler para politikalarını ya sıkılaştırıyorlar (ABD) ya da sıkılaştırmak üzereler (Euro Bölgesi). ABD tahvil faizleri yükseliyor. Böyle dönemlerde olduğu gibi, çoğu yükselen piyasa ekonomisine dış kaynak girişi azalıyor. Söz konusu ülke diğerlerine kıyasla daha çok riskli ise yeni dış kaynak gelmediği gibi vaktiyle gelenin bir kısmı çıkıyor. İkincisi, Türkiye’nin ABD ve Avrupa Birliği ile sorunlu ilişkileri. Türkiye’ye ilişkin risk algılamasını yükseltiyor.
Üçüncüsü, ülkedeki kutuplaşma ve hukuk sistemindeki sorunlar bir yandan Türkiye’ye ilişkin belirsizlikleri artırıyor, diğer yandan yatırım ortamını bozup, ekonomimizin geleceğine ilişkin soru işaretlerini çoğaltıyor. Dördüncüsü, Türkiye, büyüme potansiyelini yükseltmek içim adım atmadı. Buna karşın, beşincisi, yurtdışından “bol kepçe” para akan dönemde potansiyelinin üzerinde büyüyebilmek (sürdürülemez bir durum) için çok fazla borçlandı. Özellikle şirketlerin dış borçları keskin biçimde yükseldi.
Altıncısı, Merkez Bankası enflasyonla mücadele etmedi. Yedincisi, Merkez Bankası’nın kanununda yazılan “araç bağımsızlığı”nın kağıt üzerinde kaldığı, gerektiğinde faiz artıramayacağı algısı arttı. Sekizincisi, maliye politikası gevşemeye başladı. Son zamanlarda ise seçim ekonomisi uygulamaları çoğaldı. Dokuzuncusu, Türkiye’nin kredi notu düşük düzeylere indi. Onuncusu, bankaların kredi alacaklarında bazı sorunlar olabileceğine dair işaretler arttı: Önemli kredi alacak yapılandırmaları basına yansıdı.
Buradan çıkan sonuç şu: Sadece Merkez Bankası’nın faiz artırmasıyla çözülecek bir sorun yok ortada. Elbette, keskin bir faiz artışı yapması gerekiyor. Elbette, çok geç kaldı; daha önce yapsaydı “daha az keskin” bir artış gerekecekti. Ama ortadaki gerçek şu ki, Merkez Bankası’nın atacağı adım sadece büyüyen yangını söndürmek için olacak. Daha önemlisi, dış koşullar başka ülkelerde yangın çıkarsa bile bizde yangın çıkmayacak şekilde ekonomimizi yeniden yapılandırmamız. Yapılmayacak iş değil. Çözüm sadece riskimizi son derece azaltıcı ekonomi politikalarından ve dolayısıyla ekonomi bilimi ile “kavga etmemekten” değil, aynı zamanda hukuk sistemimizi düzeltmekten, içeride kutuplaşmayı yok etmekten, dengeli bir dış politikadan, liyakata dayalı atamalarla kurumlarımızı güçlendirmekten ve elbette eğitim reformundan geçiyor.
Bu köşe yazısı 23.05.2018 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024