TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
16 Nisan 2017 tarihinde yapılan halkoylamasıyla önemli bir anayasa değişikliği kabul edildi ve “Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi”ne geçildi. Ancak bu sistem, geçici maddeler gereği, 2019'da, birlikte yapılacak Cumhurbaşkanlığı ve TBMM seçimlerinden sonra tam olarak uygulanmaya başlayacak. Tabii bir erken seçim olursa, yine geçici maddelerdeki düzenlemelere göre, bu takvim değişebilir ve Cumhurbaşkanı seçilecek kişi genişletilmiş yetkilerini 2019'dan önce de kullanmaya başlayabilir.
Bir erken seçim ihtimali önemli siyasal aktörler tarafından halihazırda telaffuz edilmediğine göre, çifte seçimin tarihini 2019 olarak kabul edebiliriz. Bu demektir ki, seçimlere daha iki sene var. Buna rağmen siyasal çevrelerde şimdiden Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde kimin aday olabileceği, hangi partilerin hangi partilerle birlikte hareket edebileceği vs. konuşulmaya başlandı. Tüm bu tartışmalar yapılırken unutulan bir şey var: Türkiye'de siyasal partilerin “seçim ittifakı” yapması hukuken yasak.
Bu konuyu tartışmaya geçmeden önce mevcut hukuki durumu ortaya koyalım:
Yürürlükteki anayasal düzenlemeye göre, en son yapılan milletvekili genel seçimlerinde geçerli oylar toplamı birlikte hesaplandığında yüzde onu geçen siyasal partiler ortak aday gösterebilmektedir. Halkoylamasında kabul edilen değişikliğe göre ise, en son yapılan genel seçimlerde toplam geçerli oyların tek başına veya birlikte en az yüzde beşini almış olan siyasal partiler ile en az yüz bin seçmen aday gösterebilir. Görüldüğü gibi, kabul edilen değişiklikle bir yandan siyasal partilerin ortak aday göstermeleri daha kolay hale getirilmiş, diğer yandan vatandaşlara da Cumhurbaşkanlığı seçiminde doğrudan aday gösterme imkanı tanınmıştır. Bununla birlikte 2810 sayılı Siyasi Partiler Kanunu’nun 90. maddesine göre: “Siyasi partiler, tüzük ve programları dışında faaliyette bulunamayacakları gibi seçimlerde başka bir partiyi destekleme kararı da alamazlar.”
Bu düzenleme karşısında ortaya şöyle bir durum çıkmaktadır: A ve B partisi X kişisini ortak Cumhurbaşkanı adayı olarak gösterebilmekte ama seçim sürecinde beraber hareket edip seçmenini ikna etmek için işbirliği yapamamaktadır. Bir başka ifadeyle, ortak aday gösteren partiler seçim sürecinde güç birliği yapma imkanından yoksundur. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin iki turlu olması seçmeni ve partileri ikinci turda “filli ittifaklar” yapmaya zorlasa da, “hukuki” olarak partilerin ittifak yapma ve böylece tabanlarını sağlam bir biçimde birleştirebilme imkanlarının olmaması; ikinci turun kolaylıkla siyasal pazarlık ve manevraların belirleyici olduğu kaygan bir zemine dönüşmesine sebep olabilir.
Öğretide başkanlık sisteminin olumsuz yanları sıralanırken bu sistemde “Kazanan Hepsini Alır” (Winner Takes All) ilkesinin geçerli olduğu değerlendirmesi yapılır. Siyaset bilimci Juan J. Linz tarafından literatüre kazandırılan bu bakış açısına göre, başkanlık yarışında tek ve büyük bir ödül vardır; başkanlık koltuğu. Yarışan partiler bu ödül için mücadele ederler. Nihayetinde yarışı kazanan parti ve onun adayı bu tek ve büyük ödüle sahip olurken diğer partiler için bu yarış “Sıfır Toplamlı Bir Oyun”a (Zero-Sum Game) dönüşür. Bu ise, yarışı kaybeden partilerin sisteme yabancılaşmasına ve hatta kendilerini sistem-dışı hissetmelerine sebep olabilir. Linz’e göre, başkanlık sistemini aşındıran ve özellikle Latin Amerika’da başarısız olmasına neden olan en önemli faktörlerden biri budur.
İşte yukarıda açıkladığımız bu olumsuzluğu telafi etmenin ve Cumhurbaşkanlığı Sistemi’ni bir ölçüde “çoğulcu” kılmanın yolu, Cumhurbaşkanlığı seçiminde yarışan büyük parti veya partilerin karşısında, küçük partilerin ya da muhalefet partilerinin ittifak yaparak girebilmelerine imkan tanımaktadır. Siyasi Partiler Kanunu’nda bu yolda yapılacak bir değişiklik dört noktada demokratik rejime katkıda bulunabilir. Birincisi, Cumhurbaşkanlığı sürecinde ittifak yapan partilerin oy oranının seçimi kazanmak için gereken salt çoğunluğun üzerine çıkması seçilen adaya ciddi bir popüler meşruiyet tabanı kazandırabilir. İkincisi, seçim sürecinde birlikte hareket eden siyasal partiler, seçim sonrasında da (kazansalar da kaybetseler de) birlikte hareket etmeye devam edebilirler. Böylece son halkoylamasında kabul edilen anayasa değişikliğiyle bozulmuş görünen kurumlar veya organlar arası denge en azından siyasal partiler arasında tesis edilebilir. İkincisi, Linz’in ortaya koyduğu bağlamda, özellikle yarışı kaybeden siyasal partiler birlikte hareket edebildikleri sürece kendilerini sistem dışına itilmiş hissetmeyebilir. Son olarak, seçim ittifakları demokratik uzlaşma kültürünün gelişmesine olumlu anlamda katkıda bulunabilir.
Son halkoylaması sonrasında yeniden şekillenmekte olduğu gözlenen siyasal coğrafyamızda iktidar partisinin adayı karşısına güçlü bir ittifak adayı çıkma ihtimali her zaman vardır. Demokratik ve adil bir yarış olacaksa en azından hukuken bu yol açık olmalıdır.
Fatih Özatay, Dr.
27/12/2024
Fatih Özatay, Dr.
25/12/2024
Güven Sak, Dr.
24/12/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
23/12/2024
Selin Arslanhan
23/12/2024