TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçen salı örneği Sarkozy'den vermiştik. Hatırlayın Fransa'nın yeni Cumhurbaşkanı herkesi şaşırtan bir kabine açıklamıştı. Kabinesinde geleneksel merkez sağı temsil eden bakanlar yoktu yalnızca. Dışişleri Bakanı Sosyalist Parti'den ithaldi. Aynı biçimde Bayrou kampından da bir bakan vardı. Bu arada Adalet Bakanı ise göçmen bir aileden gelen bir kadındı, üstelik Müslüman'dı. Sarkozy'nin alışkanlıklara uygun olmayan kabinesini "değişim yapma iradesi"nin güçlülüğüne karine olarak almıştık. Öyle ya, kamplaşmış bir toplumda radikal reformlara girişmek mümkün olamazdı. Köklü bir reform sürecini başlatma kararlılığındaki bir siyasetçinin öncelikle toplumu birbirinden ayıran endişe duvarlarını yıkması gerekiyordu. Reform sürecinde karşılaşacak direnci yumuşatmanın yolu buydu. İşte Sarkozy tam da bunu yapıyordu. Demek ki Sarkozy Fransa'yı dönüştürmek konusunda ciddiydi.
Türkiye şimdi bir seçime gidiyor. Seçime giderken ekonomi cenahında, artık üzerinde ittifak edilen bir husus var: Ekonomimizin kurumsal altyapısını bugünün ve yarının gereklerini karşılayabilecek hale getiren, yepyeni bir ekonomik program gerekiyor. Türk Sanayicileri ve İşadamları Derneği (TÜSİAD) Başkanı Sayın Arzuhan Doğan Yalçındağ da aynı konunun altını çiziyordu daha evvelki gün. TÜSİAD'ın konuğu olan Sayın Başbakanımız da Sayın Yalçındağ'a katılıyordu. Doğrusu ya resim güzeldi. Resim güzel olmasına güzeldi de Sayın Başbakanımızın ondan sonraki konuşması bir garipti. Yarından söz ederken bile hep dünde kalmış gibiydi. İleriye bakmak yerine dünün hesaplarının daha bitmediğini bize hep hatırlattı. İyi yapmadı.
Bize kalırsa önümüzdeki dönemin temel zorluğu tam da bu noktadadır. İsterseniz bir örnekle başlayalım: Dün büyük bir heves ve iyi niyetle başlatılan kamuda yeniden yapılandırma programının akıbetini hatırlıyor musunuz? Kamu Yönetim Reformu'nu içeren program, Sayın Ömer Dinçer'in ismiyle özdeşleşmişti. Sayın Dinçer işe başladığında unvanı Başbakan Başdanışmanı idi. Hızla bir program tasarlamaya başladı. Sonra Başbakanlık Müsteşarı oldu. Kimliği ve siyasi görüşleri ile ilgili bir dizi tartışma başladı. Tartışmaların gerçekle alakası vardı ya da yoktu. O konular ne yazık ki önemli değil. Kamu yönetim reformu açısından sonuç önemli. Sonuçta, kamuda yeniden yapılandırma programı-kamu yönetim reformu bir başka bahara kaldı. Turgut Bey'in 1980'li yıllarda yapmaya cesaret edemediğini, AKP hükümeti, Türkiye Büyük Millet Meclisi'ndeki (TBMM) üçte iki çoğunluğuna, üstelik somut programlar hazırlamasına rağmen gerçekleştiremedi. O yapılamayınca, yolsuzlukla mücadele programı da otomatik olarak, askıya alınmış oldu.
Konu elbette son derece tartışmalıydı. Devletin alıştığımız yapısı değişecekti. Çağa uygun hale gelecekti. Yapılacaklar, yapılması gerekenlerdi. Ama reform için gereken uzlaşma zemini temin edilemedi. Sayın Dinçer'in siyasi kimliği ve görüşleri üzerindeki tartışma, hükümetin ve Sayın Başbakanımızın bu tartışmadaki ödün vermez tavrı, kamuda yeniden yapılandırma programını öldürdü. Sonuçta tam bir arpa boyu yol alındı. Kamplaşma, reform sürecini bitirdi. Yasal hazırlıklar tamamlanamadı. Uygulama ise tamamen bir başka bahara kaldı.
Şimdi söyler misiniz, sizin için önemli olan nedir? Ortadaki siyasi münazarayı kimin kazandığı mı, yoksa işin yapılması mı? Kamplaşmanın olduğu yerde, her tür köklü reform hazırlığı bir dizi siyasi münazarayı tetikler. Marifet, bu siyasi münazara ortamını dikkate alıp, önceden önlem almaktır. Önlem almanın yolu ise dönüşüm yolunda geniş yelpazeli bir koalisyon oluşturmaktır. Sarkozy'nin yaptığı ve Erdoğan'ın şimdilik bir türlü yapamadığı tam da budur.
Sayın Yalçındağ'ın, önümüzdeki dönemde, ekonominin kurumsal altyapısını yeniden ele alan, bir yeni programın zamanının geldiği yönündeki sözlerine, Sayın Erdoğan tam olarak aynı fikirde olduğunu söyleyerek karşılık verdi. O vakit, bu sinirlilik hali nedir? Bir reformcuya en çok yakışmayan, en anlamsız duygu, "Beni anlamıyorlar" ruh halinden kaynaklanan öfkedir. Reform demek davranış değişikliklerini teşvik edebilmek demektir. Aynı zamanda, değişen davranışların iyi bir gelecek getireceğine dair güven verebilmek demektir. Öfkenin hâkim olduğu yerde reform yapılabilir mi? Reformla devrimin manalarını karıştıranlar varsa iki defa okumalarını, iki defa düşünmelerini ve de biraz sakinleşmeyi öğrenmelerini tavsiye ederiz.
Şimdi elinizi vicdanınıza koyup bir düşününüz: Sizce nedir önümüzdeki dönemde Türkiye'nin öncelikli iktisadi reform alanları? Hani şöyle, büyüme süreci ve istihdam artışı için en temel reform alanları neler olabilir? Bizim iki adet adayımız vardır: Eğitim ve yargı reformu. Türkiye bu iki alandaki problemlerini çözemezse, küresel yarışta, yirmi birinci yüzyılın nal toplayıcılarından biri olacaktır. Olabilir demiyoruz olacaktır diyoruz. Üstelik bugün bu reform alanlarını gözümüzün içine sokan, bunları olmazsa olmaz yapan, bizatihi, AKP iktidarının ekonomik dönüşüm konusundaki başarısıdır. Türkiye, bu dönemde, bir kilidi açmış ve yıllardır içine hapsolduğu odadan, yüksek enflasyon, bol istikrarsızlık odasından çıkmıştır. Ama açılan kapı bizi cennete değil, bir başka kilitli odaya getirmiştir. Şimdi bu oyunda ilerleyebilmek için, bu yeni kilidi açmalıyız. Yapılması gerekenler ise yine bellidir. Ama söyler misiniz, bu öfke bulutuyla Türkiye nasıl bu alanlarda köklü değişiklikler yapabilecektir? Bu kamplaşma havası ile yandakine "öteki" diye bakarak, Türkiye nasıl kurumsal altyapısını çağdaşlaştıracaktır? Kamu yönetim reformunun başına gelenlerin, eğitim ve yargı reformlarının başına gelmeyeceğinin güvencesi var mıdır?
Sarkozy'nin yaptığı başlangıç, Türkiye için, ufuk açıcıdır. Herkesten beklenmesi gereken bir yeni açılımdır.
Bu köşe yazısı 25.05.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024