TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
İran yönetiminin Arap Baharı’nın ilk günlerinde kaygılı olduğu gözden kaçmıyordu. Ancak kısa süre sonra, İran, gelişmeleri avantaja çevirmeyi başardı. Özellikle de devletlerin çöktüğü, iç/sivil savaşların etkili olduğu ülkelerde. Bugün hemen her yerde İran’ın ayak izlerine rastlamak mümkün. Devlet dışı aktörlerin ön plana çıktığı iç savaşa duçar olmuş ülkelerde Şii topluluklar üzerinden nüfuzunu hissettiriyor. Şüphesiz ki bu gelişmelerde İran’ın örtülü operasyon kapasitesi kadar, küresel dengelerdeki değişim ve belirsizlik de etkili oldu.
Son zamanlarda tanık olduğumuz bazı açıklamalar ve gelişmeler İran açısından tablonun değişebileceğine işaret ediyor. ABD’nin yeni başkanı Trump’ın açıklamaları, yardımcısı Pence’in Münih Güvenlik Konferansı’nda yaptığı konuşmalar, bundan böyle İran’a dair her şeyin yeniden sorgulanmaya başlanacağını gösteriyor. Trump, Obama döneminde başarı olarak sunulan nükleer anlaşmadan mutlu olmadığını her fırsatta ifade ediyor. Sonuçlarına şüpheyle yaklaştığını gizlemiyor. İran’ın orta menzilli füze denemesinden sonra verdiği tepkiden de anlaşılacağı üzere, itiraz ve suçlamaları gelişmelerin farklı bir mecraya taşınacağını gösteriyor. Özellikle bu menzile sahip füzelerin, nükleer silahların vazgeçilmez “mütemmim cüzü” olması dikkate alındığında Trump’ın eline iyi bir kozun geçmiş olduğu görülüyor.
İran’ı hedef tahtasına koyan tek gelişme nükleer silahlanma değil. Kaotik bir süreçten geçen Ortadoğu’da İran’ın aktif olmadığı ülke, perde arkasında müdahil olmadığı bir gelişme yok gibi. Gerçekten de liste bir hayli uzun. Basra Körfezi’nden Yemen iç savaşına, Afganistan’dan Irak’a, Suriye’den Lübnan’a geniş bir coğrafyadan ve gelişmelerden söz ediyoruz.
Listenin başında İran’ın Körfez ülkelerindeki faaliyetleri yer alıyor. Özellikle bu ülkelerin vatandaşları olan Şiilerin İran’la özel ilişkileri, iç güvenlik ve istikrar açısından yönetilmesi güç sorunlar doğruyor. İran’ın bu konudaki sicili, kapasite ve becerileri dikkate alındığında iddiaların göz ardı edilemeyeceği aşikâr.
Öte yandan, iç savaşın devam ettiği Yemen, İran’ın Suudi Arabistan’ı kaygılandıran önemli bir cephesi. Irak’ta tablo ise görünenden daha karışık. İran, bu cephede birden fazla oyuncu, strateji ve araçlarla ülkeyi arka bahçesi haline getirmiş durumda. DAEŞ’le mücadelenin sağladığı “psikolojik” avantaj, Şii milisleri harekete geçirme, örgütleme ve silahlandırma kapasitesi ortada. Kendisini uzun vadede “DAEŞ’i yenmiş, Musul’u kurtarmış” yönetimin en güçlü müttefiki olarak konumlandırmanın koşullarını hazırlıyor. İş burada da bitmiyor. İran, Kuzey Irak Kürt Bölgesi’nde siyasi, ekonomik ve güvenlik konularında oldukça aktif ve hatırı sayılır “yerli dostlar” edinmiş durumda.
İran, Lübnan’daki etkinliği, Suriye’de artan varlığı ile bu cephede de faal ve her zamankinden daha görünür durumda. Bu tablo, nükleer anlaşmadan mutsuz olan ve ilk fırsatta Hizbullah’tan 2006’nın rövanşını alma hazırlıklarını sürdüren İsrail için iyi bir “gerekçe” sunuyor. Trump’ın açıklamaları, küresel öngörülmezliklerin artması yeni dönemde İran’ı “öncelikli gündem ülkesi” haline getirecek gibi görünüyor. Küresel ve bölgesel gelişmelerde yeni denge arayışı, İran’ın vereceği tepki bölgeyi yakından izlemeyi gerektiriyor.
Bu köşe yazısı 21.02.2017 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024