TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçen hafta herkes, her yerde, yeniden Deutsche Bank (DBK)’ı konuşmaya başladı. Amerikan Adalet Bakanlığı, Amerikan bankalarından sonra bu kez de DBK’ya ceza kesmeye hazırlanıyordu, haberlere göre. Böylece ilk kez bir Avrupa bankası için işlem yapılmış olacaktı. Sızan haberlere göre, ipoteğe dayalı menkul kıymetlerin satışında kamuyu aydınlatma kriterlerine uyulmadığı ve müşteriler yeterince bilgilendirilmediği için, Amerikan Adalet Bakanlığı’nın düşündüğü ceza tutarı 14 milyar dolar civarındaydı. Benim bu tartışmada dikkatimi çeken, Almanya’da kimsenin bu ceza ile Amerikalıların Almanya’nın önünü kesmek için bir komplo kurduğundan bahsetmemesi oldu. Doğrusu ya, Amerikan Adalet Bakanlığı’nın ilk kez bir Avrupa bankası için yürüttüğü bu soruşturmada DBK’yı hedefe koyması konusunda, hiçbir Alman politikacı “Amerikan Adalet Bakanlığı önümüzü kesmek için Almanya’ya komplo kuruyor” demedi. Düzelteyim, ben böyle bir şey duymadım, okumadım. Bizde olsa çok duyardık. Neden böyleyken böyle oluyor diye düşünelim istedim bugün.
Daha bu yılın başlarında, Uluslararası Para Fonu (IMF), bir açıklamasında isim vererek “DBK’nın, uluslararası finansal sistem için sistemik tehdit olduğunu” da söyledi. O zaman da hiçbir Alman politikacı çıkıp “Kardeşim bize komplo kurmayın, bizim 2017’de seçimimiz var. Yoksa siz Merkel’i sevmiyor musunuz?” filan demedi. IMF açıklamasının tarihi 29 Haziran’dı. Sonra 30 Haziran’da, Amerikan Merkez Bankası Fed, DBK’nın Amerika’daki operasyonunun stres testini geçemediğini, bankanın risk yönetiminin sorunlu olduğunu açıkladı. Yine kimse bir şey demedi. Daha geçen hafta, bir grup Alman politikacı ile Avrupa Merkez Bankası başkanı Draghi, kapalı bir toplantıda bir araya geldi. Toplantıda, Draghi, büyüyen sistemik tehdidin kaynağında düşük faiz politikasının yer almadığını, meselenin doğrudan para politikası ile alakalı olmadığını söyledi. Bir nevi, yapısal olana yapısal çözüm lazım dedi. Toplantı hakkındaki haber, geçen Perşembe İngiliz Financial Times gazetesindeydi. Alman politikacıların toplantıda bir komplodan bahsettiğine dair bir vurgu, yayımlanan haberde yine yoktu.
Meselenin boyutunu gözünüzde canlandırabilmek için iki rakam vereyim, müsaadenizle. Küresel finansal krizin hemen öncesinde Mayıs 2007’de, DBK hisse senedi fiyatı tavan yapmıştı. Bir DBK hisse senedinin fiyatı 158,19 dolardı. 30 Eylül tarihinde bir DBK hisse senedi 13,09 dolara kadar inmişti. Ne demek? 2007’de 100 birim ise şimdi 8 birime geriledi DBK hisse senedi fiyatı. Bu çerçevede, DBK’nın piyasa kapitalizasyonu yaklaşık 14 milyar dolara geriledi. Amerikan Adalet Bakanlığı’nın pazarlığa başlarken sızdırdığı ceza tutarı da 14 milyar dolar civarındaydı.
Banka, bu tür bir ceza için zaten 5 milyardan fazla karşılık ayırmıştı bu arada. Neden? Amerikan Adalet Bakanlığı daha önce aynı konu ile ilgili olarak Bank of America, JPMorgan, Citibank’a ceza kesmişti. DBK’nın sattığı ipoteğe dayalı menkul kıymet portföyünün toplam değeri 67 milyar dolar civarındaydı. Bu büyüklükte bir portföye kesilen ceza 5 milyar dolar civarında olmuştu, eski uygulamaya göre. Amerikan Adalet Bakanlığı kararı, elbette bir dalgalanmaya neden oldu. Ancak DBK hisselerini ek olarak fazla da etkilemedi. Hisse senedi fiyatı, kriz ile birlikte, zaten 30 yılın en düşük seviyelerinde dolanıyordu.
Şimdi herkes DBK’nın yeni bir Lehman Brothers hadisesi olup olmayacağından endişeli. Gözler Angela Merkel ve Avrupa Merkez Bankası’na bu nedenle çevrildi. Ama Merkel, DBK’yı kamu kaynağı ile kurtarmayı düşünmediklerini söyledi. Doğrusu DBK çok kocaman. Yalnız Almanya’nın derdi olamayacak kadar kocaman. Yalnız Avrupa’nın derdi olamayacak kadar da kocaman. Almanların ne kadar derdiyse Amerikalıların da o kadar derdi. Böyle bakarsanız DBK, artık küresel sistemin derdi bir nevi. DBK’nın, Amerikan Adalet Bakanlığı ile aynı diğer Amerikan bankalarının yaptığı gibi, mahkemeye gitmeden bir anlaşma yapması bekleniyor. Ne olacak? Yine kurumun hissedarları cezayı üstlenecek. Cezaların şahsiliği temel prensibi yine işlemeyecek.
Şimdi ben bu resme bakınca üç sonuç çıkarıyorum. Birincisi, 2008 finansal krizini müşterilerini yanıltarak çıkaran, kendi bilançolarını da berhava eden bankalar, hala tümüyle cezalandırılmış değil. Bu durum ayrıca kriz sonrası finansal sistemin işleyişi ile ilgili yapısal tedbir işinde de ne kadar yavaş olduğumuzun bir göstergesi olmalı. Zaten şimdilerde bütün sektörler yeni sanayi devrimi ile değişirken bankacılık sektörü hala eskisi gibi duruyor. Ben bu alanda üzerinde tartışılması gereken çok konu olduğunu düşünüyorum.
İkincisi, küresel kriz sonrası dünya ekonomisi neden bir türlü canlanamıyor, insan bu resme bakınca daha iyi görüyor. DBK piyasa kapitalizasyonunun ve hisse senedi fiyatlarının seyri, banka bilançolarının nasıl bir hasar aldığını gösteriyor. Şimdi cezalar bu hasarı daha da büyütüyor aslında. Bilanço hasarı tamir edilmeden bankaların eskisi gibi büyüme sürecine destek sağlaması zor görünüyor.
Üçüncüsü, Almanya’da kimse komplodan bahsetmiyor DBK hadisesine bakınca. Hâlbuki hadise burada olsa bol bol komplo teorisi dinlerdik. Neden? Ben bunu doğrudan güven hadisesi ile de ilgili olduğunu düşünüyorum. Dünya Değerler Araştırması’nda, “çoğu insan güvenilirdir” ifadesini Almanların yüzde 45’i, Türklerin ise yüzde 11’i doğru buluyor. Bu soruya verilen cevaplara bakarsanız Almanya dünya ortalamasını yakalıyor. İsveç’te bu oran yüzde 60’a kadar çıkıyor bu arada. Ben, iş dünyasında çoğu insan güvenilirdir yaklaşımının doğrudan kurumsal altyapı ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Hukuk sisteminiz ne kadar iyi çalışıyorsa, kurumsal kapasite ülkenizde ne kadar iyiyse sosyal sermaye de o kadar güçlü olur gibi geliyor bana. Kurumsal altyapı ve kapasite ne kadar zayıfsa sosyal sermaye de o kadar zayıf oluyor sanki. Bir de kurumsal altyapı ve kapasite ne kadar zayıfsa komplo teorileri o denli revaçta oluyor doğrusu.
DBK hadisesi ile ilgili olarak benim dikkatimi çeken, hiçbir Alman politikacının komplodan bahsetmemesi oldu. Neden Almanya’da kimse bizim önümüzü kesmek için DBK cezalandırılıyor demedi? Ben kurumsal kapasitenin fark yarattığını düşündüm. Bir de siz düşünün isterseniz.
Bu köşe yazısı 03.10.2016 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.