TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçenlerde California’nın başkenti Sacramento’da, Amerikan demokratlarının başkanlık aday adaylarından Bernie Sanders bir miting düzenledi. Miting şehrin futbol takımının maçlarını oynadığı stadyumda yapıldı. Geçici bir süre için görevli bulunduğum Sacramento belediye binasındaki iş arkadaşlarım katılan kişi sayısının 15.000’den fazla olduğunu söylüyorlar, kesin rakamla ilgili ise net bir veri yok.
Mitingin başlamasından yaklaşık dört saat öncesinden itibaren alandaydım. Hem Sanders’ın konuşmasının içeriği hem de taraftarlarının görüşleri konusunda bilgi toplama fırsatı buldum. İlk gözlem olarak, saatlerce sırada bekleyen Amerikalıların yaş ortalamasının en fazla 25 olduğu söyleyebilirim. Hani şu “facebook, twitter, snapchat nesli bunlar, 3 dakika odaklanamıyorlar” denilen nesil var ya, işte onlar şehrin dışındaki bir stadyumun girişinde, mükemmel bir havada ortalama üç saat 74 yaşındaki bir politikacıyı dinlemek ve desteklemek için beklediler. Miting alanına girmek üzere sırada beklerken sohbet ettiğim 17 yaşındaki genç bir kızın söylediği “68 kuşağı ile aramızdaki oluşan boşluğu dolduruyoruz.” ifadesi gençlerin Sanders’a verdiği desteğin sloganı gibiydi.
Başlığa geri dönelim: “Bernie Amca” [1], Amerikalılara ve okyanus ötesinden dünyaya ne söylüyor? Aslına bakarsanız, Sanders’ın mesajlarını ideolojik açıdan “Amerikalılara yönelik” ve “dünyaya yönelik” olarak ikiye ayırmak çok zor. Küresel problemleri “Amerikanca” anlatmakta usta deyip, içeriğe geçelim.
Amerikan orta sınıfı çöküyor!
Elbette geçen on yıllara göre sosyo-ekonomik statüsünde gerileme yaşayan yalnızca Amerikan orta sınıfı değil, tüm gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelerin çalışan sınıflarının ortak sorunu bu durum. Sanders bu sorunu kampanyasının temeline oturtuyor ve 2. Dünya Savaşı sonrası düzenden 1990’lara kadar tüm dünyada propagandası yapılan “Amerikan rüyasının”, orta sınıfların çalışkanlığı ve üretkenliği sayesinde ortaya çıktığını vurguluyor. Bugün ise bu orta sınıf pek çok sorunla karşı karşıya: çocuklarının aldıkları eğitimden ve eğitim hizmetinin çok pahalılaşmasından şikayetçiler, yine çocuklarının iyi maaş alabilecekleri iş bulmalarının çok zorlaştığını yakıcı bir şekilde hissediyorlar, çocuklarının kendilerinin sahip olduğu gibi evler satın alabilmeleri bugünkü ücretlerle neredeyse imkansız, emeklilik aylıklarının kendi ailelerinin 1960’lar ve 1970’lerde aldıkları emeklilik aylıklarından çok daha az bir satın alma gücüne sahip olduğunu biliyorlar ve nihayetinde tüm bu nedenlerle önemli bir borçluluk sorunu ile karşı karşıyalar. Sanders’ın başarısı şimdilerde emekli olmuş bu orta sınıf aileleri çekim alına alırken aynı zamanda onların çocukları ve torunlarını da etkilemeyi başarmış olmasında yatıyor. Peki bu etkiyi hangi spesifik politika önerileri ile sağlıyor?
1. Finansal sistem ve bütçe Wall Street’in (WS) ihtiyaçlarına göre değil orta sınıfın ihtiyaçlarına göre yeniden düzenlenecek!
Sanders’tan alıntı yapalım: “Sekiz sene önce Senato, benim muhalefetime rağmen, WS ‘dolandırıcılarını’ kurtardı, biz seçildiğimizde öğrenci kredisini ödeyemeyen öğrencilerin kredilerini kurtaracağız.” Senatörlüğü döneminde, kriz sonrası büyük finans şirketlerinin Amerikan Hazinesi tarafından kurtarılması için çıkarılan yasalara yaptığı muhalefeti ustaca kullanıyor. Büyük oranda Amerikan orta sınıfının vergileriyle oluşan Amerikan bütçesini, üretilen gelirin %57’sini kazanan %1’in ihtiyaçlarına göre değil yine orta sınıflar lehine kullanacağını vurguluyor. Bu bütçe paketinin içinde (i)borç içinde yüzen üniversite öğrencilerinin borçlarının silinmesi, (ii)gerekli yüksek notları alan lise öğrencilerinin üniversiteye ücretsiz gidebilmesi, (iii) yeni bir vergi düzenlemesiyle yoksullara sağlanan “yiyecek kartlarının” parasının orta sınıf vergileriyle değil, işçileri çalışma saatleri ve ücretler üzerinden sömüren ve onların yoksullaşmasına neden olan %1’den alınacak daha yüksek vergilerle karşılanması, (iv) herkes için ulaşılabilir sağlık sisteminin derinleştirilmesi gibi somut öneriler var. Her bir önerinin dile getirilişinden sonra bütün stadyumun kafa sallayışını görmenizi isterdim.
2. Demokratik süreçlerimiz şeffaf değil, seçim kampanyalarımız yolsuz bir şekilde finanse ediliyor!
Bu konu adaylık için yarıştığı Hillary Clinton’a en çok “vurduğu” nokta. Clinton’ın kampanyasını kısaca WS diye tanımladığı uluslararası sermaye kuruluşlarına finanse ettirdiğini, dolayısıyla seçildiğinde yetkisini Amerikan ulusu lehine değil bu kuruluşların lehine kullanacağını vurguluyor. Kendi kampanyasının, ortalama 27 Amerikan doları bağışla halk tarafından finanse edildiğini ise gururla tekrarlıyor. Bu konudaki tavrını “finans kapitalizminin siyasal etik anlayışı yok ama demokratik sosyalistlerin var” şeklinde özetlediği söylenebilir.
3. Çevreyi en çok biz yok ediyoruz!
Amerikan hükümetlerinin çevre politikalarını eleştirip, Senato’ya sunduğu iklim değişikliği yasa tasarısından bahsetmesi kampanyanın önemli bir parçası. Bir yandan ısrarla küresel ısınmanın, “halka gösterilenden” çok daha büyük bir sorun olduğunu ve bunun başat sorumlusunun Amerikan devleti ve ekonomisi olduğunu tekrarlıyor. Öte yandan da, bu politika kapsamında Amerika’nın enerji politikasını kökten değiştireceğini, yenilenebilir enerji kaynaklarına yapılacak yatırımların önünü açarak aynı zamanda milyonlarca yeni işin yaratılmasına vesile olacağını söylüyor.
4. Amerika’nın geleceğinde kimse Latin Amerikalıları, Afrikalı Amerikalıları, Müslümanları, kadınları aşağılayamayacak, buna izin vermeyeceğiz!
Burada hedefin, adaylığı neredeyse kesinleşen Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump olduğu çok açık. Yukarıdaki cümledeki her bir grubun adını tek tek söyleyerek destekçilerinin her bir kimliği alkışlamasına yol vermesi de önemli bir iletişim başarısı bana kalırsa.
5. Amerika’nın verdiği en kötü karar Irak müdahalesiydi, daha aklı başında bir askeri ve dış politika çerçevesi öneriyoruz!
Sanders’in en çok eleştirildiği konuların başında yakın zamanda kadar dış politikada iç politik meselelerde olduğu kadar net olmaması ve İsrail’in Filistin’deki uluslararası hukuku yok sayan uygulamalarını eleştirmemesi geliyordu. Bu eleştirilerin önünü almak için, Filistin’in haklarını savunan Musevi bir uzmanı danışman olarak alması ancak aynı uzmanın geçmişte yazdığı sert bir yazı nedeniyle hemen görevden alınması da bu sürecin bir parçası.[2] Yukarıdaki cümledeki çıkışının dışında, dünkü konuşmasında da “radikal” bir dış politika çıkışı yapmadığını söyleyebiliriz.
Özetle, Sanders iki şeyi çok iyi başarmışa benziyor. İlk başarısı bir döngüyü sürekli tekrarlamak: (i)uluslararası finans sermaye kuruluşlarının işleyişi şeffaf ve hesapverebilir değil, (ii)bu kuruluşların siyaseti finanse etmekte kullandığı para düşük ücret üzerinden sömürüye ve vergilendirme adaletsizliğine dayanıyor, (iii)bu finanse etme biçimi nedeniyle halkın oylarıyla seçilen temsilciler halka değil bu kuruluşlara hizmet etmek üzere çalışıyor, (iv) aslında söz konusu parasal kaynağın büyük bir bölümünü yaratan orta sınıfları bu türden bir siyaset çerçevesinde hep kaybediyor. Yani güçlü orta sınıfa dayanan “Amerikan rüyasının” sonu geliyor. İkincisi ise çok teknik bir başarı. Tüm bu döngüyü ve bu döngüyü kırmak için kullanacağı politika araçlarını o kadar sade, anlaşılır, kısa ve öz cümlelerle ifade ediyor ki, 140 karakter okumaya alışmış neslin arkasından gidiyor olması hiç sürpriz değil. Her konuyla ilgili “suçlular” net, değişimin yönü net, uygulanacaklar net. Israrla, “doğruları söylediğimiz için bize bir yıldır ‘radikal’ diyorlar” vurgusunu yapması da bu söylem içinde başka bir artı puan. Her ne kadar Amerikan Demokratlarının diğer başkan aday adayı Hillary Clinton kazandığı delege sayısı açısından bu yarışı kazanacakmış gibi görünüyorsa da, Sanders’ın bu duruşu, Amerikan Demokratlarını ve genel olarak Amerikan politik düzlemini şimdiden derinden etkilemiş görünüyor.
Günden bana kalan ise şu: Sanders, dünyaya çalışan sınıfların yeniden yükselişine dayanan “yeni bir Amerikan rüyası” öneriyor ve bunu yaparken büyük oranda genç nesilin desteğine dayanıyor. Bu öneriyi anlatırken değindiği sorunlar, küresel ekonomi içinde az çok her ülkede toplumsal sınıfların karşılaştıkları “yakıcı” sorunlar. Gerisini kendi ülkelerine göre formüle etmek “hür dünyanın” üyesi olan diğer ülkelerin sosyal demokratlarına ve sosyalistlerine kalmış. Kampanyanın sloganı boşuna “#feelthebern”[3] olmasa gerek…
[1] “Sam Amca’ya” referansla.
[2] http://www.nytimes.com/politics/first-draft/2016/04/14/bernie-sanders-suspends-jewish-outreach-coordinator-after-reports-of-her-criticisms-of-israel/
[3] Seçim sürecinde kullanılan önemli sloganlardan biri, bir kelime oyunu. Sanders’ın adına referansla “ateşi hisset” anlamına gelen bir slogan olarak kullanılıyor.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024