TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
İtalya'da Prodi yeni hükümeti kurmaya çalışıyor. Her zamanki sihirli formül gereksiz bir biçimde etrafta. "Seçim kanunu değişikliği" gerektiğini herkes söylüyor. Ama küçük partilerin önemi, büyükleri öne çıkaracak bir seçim yasası değişikliğini imkânsız kıldığı için tartışmalar anlamsızlaşıyor. İtalya'nın ihtiyacı güçlü hükümet. Çünkü reformlar güçlü hükümet gerektiriyor. Dünyanın sekizinci en büyük ekonomisine sahip İtalya'da gündemin en tepesinde siyaset var.
Dünyanın on sekizinci en büyük ekonomisi Türkiye'de de siyasetin belirleyici olacağı bir yıldayız. Ama öyle değilmiş gibi yapıyoruz. İtalya'da siyaset çözüm üretemiyor. Bakalım Türkiye'de işlevini yerine getirebilecek mi? İşlevi ne mi? Büyük bir çalkantı çıkarmadan, 2007 yılını geçirebilmek. Başlanan işi bitirebilmek. Hızı kesmemek. Bu iş uluslararası piyasalardaki çalkantıdan daha önemli bize kalırsa. Merak edenleri aşağıdaki satırlara bekleriz, efendim.
Uluslararası piyasalarda başlayan sarsıntıyı izlediniz mi? Şanghay Borsası'ndaki hızlı düşüş sürecin en başındaydı. Ne demek şimdi bu? Çin ekonomisinde işler kötü mü gidiyor? Ya da öyle mi olacak? Hayır. Aslında Şanghay Borsası'na bakıp, Çin ekonomisi üzerine yorum yapmak, İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'na bakıp, Türkiye ekonomisi hakkında analiz yapmak gibi bir durum. Esasen aradaki alaka son zamanlarda iyice azaldı. Japonya Merkez Bankası'nın alacağı faiz kararı, bizim gibi ülkelerin borsalarını, kendi ülkelerinin ekonomisindeki gelişmelerden daha fazla etkiler hale geldi. Hisse senedi piyasaları, ülkedeki tüketicilerin geleceğe yönelik bekleyişlerindeki değişiklikten çok, Japon Merkez Bankası'nın faiz değiştirme kararına göre iniyor ya da çıkıyor.
Neden? Bu durum bizim gibi ülkelere yönelik fon akımlarının bir bölümü ile yakından alakalı. Uluslararası alanda borçlanarak fon yönetenler, faiz oranlarının ucuz olduğu ülkelerden fon sağlayıp, bunu getiri imkânlarının yüksek olduğu ülkelere getirip yatırıyorlar. "Carry trade" denilen hadise esasen bir nevi "taşıma suyla değirmen döndürme" hadisesi. Parayı bu aralar Japonya ve Yeni Zelanda'dan bulup, etrafa taşıyorlar. Buradaki zincir nasıl kopar? Ya borç para bulunan ülkede faiz oranları yükselmeye başlar, akan para azalır ya da paranın değerlendirildiği ülkede bir komplikasyon çıkar. Elde edilmesi planlanan getiri elde edilemez hale gelir. Ödemeler yapılamaz, kur oynar, kârlar uçar. İşte bu nedenle, borsamız ve hatta finansal piyasalardaki göstergelerimiz Japon Merkez Bankası'nın faiz kararlarına, Çin ekonomisinin sıhhatine karşı fevkalade duyarlıdır.
Peki, Türkiye'ye yönelik yatırımcı teveccühü, bir tek "carry trade" başlığı altında izah edilebilir mi? Eskiden bu doğruydu ama bugün hâlâ böyledir diyenler yanılır. Türkiye ekonomisinde son dönemdeki canlılığın arkasında, taşıma suyla gelen enerjinin dışında da önemli bir şeyler vardır. Son iki yılda yaklaşık 30 milyar dolar doğrudan yabancı yatırım çekerek rekor kıran Türkiye ekonomisinin geleceğine yatırım yapan farklı yatırımcılar da vardır. Doğrudan yabancı yatırım, taşıma su değildir; değirmenin ta kendisidir. Türk gazetelerinin ekonomi sayfalarında eskiden günde kaç yabancı yatırım haberi çıkardı ve şimdi kaç tane çıkıyor bilmem fakında mısınız?
Ayrıca şunu da gözden kaçırmayalım: Cari işlemler açığının finansmanında önem taşıyan husus, cari işlemler açığının finansman kompozisyonunu değiştirmektir. Türkiye'de finansman kompozisyonu son dönemde değişmeye başlamıştır. 1975-2004 arasında, otuz yılda, doğrudan yabancı yatırım tutarı 20 milyar ABD Doları'yken 2005 ve 2006'da bu tutar aşılmıştır. İşler yolunda giderse, yine aşılacaktır. Yakında yeni yatırımları (green field) da görmeye hazırlanmak gerekir. Çünkü Türkiye ekonomisinde artık işler eskisi gibi gitmeyebilecektir. Seçimi yapacak olan, tercihi belirtecek olan yöneticilerimizdir. Kararı onlar vereceklerdir.
Doğrudan yabancı yatırımların önümüzdeki dönemde girişini yavaşlatabilecek bir faktör var mıdır? Elbette vardır. Bugünkü sağlıklı fon akımı, Türkiye bu yatırımlar için gereken ortamı sağlamış olduğu içindir. Önümüzdeki dönemde, yeni yatırımlar için gereken ortamı sağlamada Türkiye, üzerine düşeni yaparsa yeni yatırımlar da gelecektir. Mikro reformlardan bu çerçevede anlaşılması gereken iki şey vardır: Birincisi, yerli şirketlerin büyümesinin önündeki engellerin kaldırılması, ikincisi ise yabancı şirketlerin girişi için uygun ortamın sağlanması. Şimdi, yatırım ortamının kalıcı olarak düzeltilmesi için adım atma zamanıdır. Adımlar atılmazsa, doğrudan yabancı yatırımlar akabileceğinden daha yavaş bir debi ile akacaktır. Bu, kötüdür.
İkinci nokta ise doğrudan doğruya memleketteki tüketici davranışları ile alakalıdır. Türkiye ekonomisi artık özel aktörlerin kararlarının daha önemli olduğu bir ekonomi görünümündedir. Buna göre, tüketici güveni ekonomimizin önümüzdeki dönemdeki performansı açısından önemlidir. İstanbul Menkul Kıymetler Borsası'nda (İMKB) dikkate alınmasa bile, gösterge önümüzdeki dönem için önemli olacaktır. Bakın Grafik 1 CNBC-e ve Türkiye İstatistik Kurumu (TÜİK)- Türkiye Cumhuriyeti Merkez Bankası (TCMB) güven endekslerini göstermektedir. Merkez Bankası başkanı atanması sırasında tüketici güveninde görülen sarsıntı hâlâ etkisini devam ettirmektedir. Tüketici güveni bu yılın başında toparlanmamış daha da aşağıya gitmiştir. Bu, kötü sinyaldir. Büyüme için kötü sinyaldir. Refah artışı için kötü sinyaldir.
Grafik 2, kırılan güveni bir türlü onarılamayan tüketicilerimiz arasında, genel gidişat hakkında kötümser olanların payının yükseldiğini göstermektedir. Anketi TÜİK ve TCMB yapmaktadır. 2004 yılında, kötümserlerin oranı yüzde 20'lerdeyken, bu oran 2005 ve 2006 ortasına kadar yüzde 30'lara yükselmiştir. 2006'nın ikinci yarısından itibaren ise oran yüzde 40'lara varmıştır. Bu da iyi bir sinyal değildir. Büyüme için değildir.
Peki, büyüme süreci için gelen bu kötü sinyalleri nasıl okumak gerekmektedir? Tüketici ve yatırımcı güveninde erozyon demek, Türkiye'nin büyüme potansiyelini kullanamaması demektir. İşte herkesin aklına gelip de herkesin söylemekten kaçındığı gerçek budur. Ortadaki tedirginliğin kaynağı, şimdilik, beğensek de beğenmesek de seçimlerdir. 2007 yılındaki seçimlerle ilgili bir tedirginlik rakamlarda gözlenmektedir. Bir tedirginlik yokmuş gibi yapmak, tüketici davranışlarında giderek yer edecek tedirginliği önlemek için yeterli değildir. Kötü sinyallerin 2007 yılını ve sonrasını heba etmesini önlemek ise yöneticilerimiz için son derece kolaydır.
Daha önce birçok kez örneğini gördüğümüz basirete bir kez daha ihtiyaç vardır.
Zaman tüketici güveni için "doğru" kararı vermektir. Kimse 2007 yılındaki tartışmaların 2008 yılına doğru uzamasını istememektedir.
Karar verecek olanlara duyurulur. Bilip de söylememek kötüdür.
Bu köşe yazısı 02.03.2007 tarihinde Referans Gazetesi'nde yayınlanmıştır.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024