Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Milletçe 2011’den beri Türk Lirası’na yine güvenmiyoruz

    Güven Sak, Dr.13 Nisan 2015 - Okunma Sayısı: 2782

    Toplam mevduat içinde yabancı para cinsinden mevduatın oranı son 10 yılın zirvesine ulaşmış gibi görünüyor. Şöyle diyeyim: Bankalara yatırılan toplam mevduatın yüzde 40’ı artık yine yabancı para cinsinden mevduat. Toplam mevduat içinde yabancı para cinsinden mevduatın oranı 2000’lerin başında yüzde 50’nin üzerindeydi. Sonra istikrar paketleri geldi. Kemal Derviş reformları oldu. 2004 yılında toplam mevduat içinde yabancı para cinsinden mevduatın payı yüzde 40’lara oturdu. Sonra aşağıya inmeye başladı. 2011’in başında yüzde 30’un bile altına geriledi, yüzde 28,8 oldu. Grafik yanda, isterseniz siz de bakın. Rakamlar ise Merkez Bankası rakamları. Sonuç ortada, bankacılık sistemimizde mevduat dolarizasyonu yine tavan yapmış görünüyor. Peki, ben bu rakamlara bakınca ne düşünüyorum? Gelin anlatayım.

    Öncelikle bankacılık sistemimizde mevduat dolarizasyonu hiç yüzde 25’in altına inmemiş gibi duruyor. Bu ne demek? Dolarizasyon yüzde 50’lerdeymiş ama hiç yüzde 25 olmamış. Hiç şöyle yarı yarıya azalmamış. Hangi yılda yüzde 30’un altını şöyle bir görmüş? 2011 yılı başında. Hâlbuki insanların gelirlerini kemiren enflasyon oranı 2006 yılında tek haneye inmişti. Buna rağmen makro istikrarsızlığın bir semptomu olan toplam mevduat içinde yabancı para mevduatın payı yüzde 30’ların altını pek görmedi.

    Önce size bir geçmişi hatırlatayım, nereden geldiğimizi unutmayın. Daha önce toplam mevduat içinde yabancı para mevduatın oranı daha yüksekti. O vakitler enflasyon oranı da daha yüksekti. 1995’lerde enflasyon oranımız yüzde 90’lardaydı. Sonra 2000’lerin başında yüzde 60’lara geriledi. Çok eski zamanlarda değil, şimdi unuttuğumuz 2003’te enflasyon oranı yarı yarıya azalıp yüzde 25 oldu. 2004’te yüzde 10’a indi. 2006’da ise yüzde 9,6 oldu. Ondan sonra daha fazla aşağıya gelmedi ama yüzde 90’lardan yüzde 9’lara doğru geriledi. Lakin enflasyon oranındaki belirgin düzelmeye karşın, biz milletçe gelirlerimizin enflasyona eritildiği yılları hiç unutmadık. Bize verilen kendimizi koruma hakkımızı hep kullandık ve bankalardaki mevduatın neredeyse üçte biri hep yabancı para cinsinden mevduat olmaya devam etti. Neymiş? Enflasyonist hafıza öyle kolay silinmiyormuş. Ben rakamlara bakınca önce bunu gördüm.

    Aynı hadiseyi kitapların arkasına yeniden kitap fiyatlarının basılmaya başlanmasında da görmüştük. Eskiden yayınevleri kitap fiyatlarını kitabın üzerine matbaada basmazlardı. Yüzde 90 enflasyon olan bir ülkede, rafta duran her malın fiyatı, her gün, her hafta, her ay yeniden ayarlanırdı. Fiyat ayarlaması şimdiki gibi yalnızca benzinde olmazdı. Her şeyde olurdu. 2006 yılında enflasyon tek haneye indi. Yayınevlerimiz öyle hemen kitap fiyatını kitabın üzerine basmaya başlamadılar. Ancak 2010 yılından sonra fiyatlar kitabın üzerine matbaada basılmaya başlandı. Kitap fiyatlarının, kitaplara kendi kendine yapışan etiketle yazılması uygulaması son buldu. Neymiş? Bir halden ötekine geçtiğimize milleti inandırmak kolay değilmiş.

    Geleyim ikinci noktaya. 2011 yılından sonra, milletçe Türk Lirası’na yeniden güvenmemeye başladık. Nereden biliyoruz? Çünkü toplam mevduat içinde yabancı para cinsinden mevduatın payı bu tarihten sonra giderek artmaya başladı. Şimdilerde yine 2004’lerdeki yüzde 40’lar düzeyine vardı yabancı para cinsinden mevduatın toplam mevduat içindeki payı. Neden? Gezi olayları, yolsuzluk soruşturması gibi hadiseler nedeniyle mi? Hayır. 2005-2010 dönemine göre 2011-2014 döneminde Türkiye ekonomisinde cari işlemler açığının milli gelir içindeki payı yüzde 50 oranında arttı. Cari işlemler açığının milli gelir içindeki payı, 2005-2010 döneminde ortalama yüzde 4,8’lerdeyken, 2011-2014 döneminde ortalama yüzde 7,3’e yükseldi. Cari işlemler açığı artınca, biz, milletçe Türk Lirası’na daha az güvenmeye başladık. Ne oldu? 2005-2010’dan 2011-2014’e cari işlemler açığı zıplayınca, toplam mevduat içinde yabancı para cinsinden mevduatın payı da yeniden artmaya başladı.

    Peki, toplam mevduat içinde yabancı para cinsinden mevduatın payının artması iyi bir şey midir? Bankacılık yapmayı zorlaştırabilir. Para politikasının işini güçleştirebilir. Ancak bu hadise bizatihi iyi ya da kötü değildir. yalnızca bir vakıadır. Vakıa ile kavga edilmez. Milletçe yaptığımız, yalnızca kendi birikimlerimizi korumaya çalışmaktır. Toplam mevduat içinde yabancı para cinsinden mevduatın payı azalırken bunu artan güven ve istikrar ortamının bir göstergesi olarak görüyorduk. Şimdi aynı oranın artışı, dünün artık dünde kaldığını gösteriyor.

    Bitirmeden size iki rakam daha vereyim. Birincisi, 2005-2009’dan 2010-2014’e Türkiye’de büyüme oranı yükseliyor. Yüzde 3’lerden yüzde 5’lere çıkıyor. Lakin asıl önemli olan şimdi vereceğim ikinci rakam. Bu dönemde büyümenin volatilitesi, yani oynaklığı da 2 kat artıyor. Türkiye, ortalama olarak bakıldığında daha hızlı büyüyor ama büyümenin istikrarsızlığı artıyor. İkinci dönemde büyüme oranının bundan sonra ne olabileceğini güvenle söyleyebilmek güçleşiyor. Bir nevi, Nazım’ın “Çıkıyor kayık/İniyor kayık/Devrilen bir atın sırtından inip/Şahlanan bir ata biniyor kayık” dizeleri gibi oluyor büyümemizin serencamı. Artan istikrarsızlık derken bunu da kastediyorum doğrusu. Onu da not edeyim. Ben artan büyüme volatilitesinin, yatırımları engelleyen, hesap yapmayı zorlaştıran, riskleri ağırlaştıran bir faktör olduğu kanaatindeyim. Nitekim aynı dönemde milletçe liradan uzaklaşmamızı makul buluyorum.

    Dün kazanın doğurduğuna içtenlikle inananların, bugün kazanın öldüğü konusunda kuşku duymamaları gerekir. Milletçe duymuyormuşuz gibi geliyor bana. Liraya ondan güvenmiyoruz. Aynı eskiden yaptığımız gibi.

     

    Bu köşe yazısı 13.04.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır