Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Teşvik deyince artık yeni bir şeyler söylemek lazım

    Güven Sak, Dr.06 Nisan 2015 - Okunma Sayısı: 1931

    Geçen gün 2014 yılı büyüme oranı açıklandı. Türkiye ekonomisi 2014 yılında yüzde 2,9 civarında büyüdü. Ekonomimizin yıllık büyüme oranı 2015 yılında bu oranın da altında bir yerlerde kalır, hayal kurmayalım. Yöneticilerimiz de bunun farkında aslında. Arka arkaya açıklanan istihdam ve teşvik paketleri ile dönüşüm programları sanki hep keyfimiz tekrar yerine gelsin diye gündeme getiriliyor. Peki, işe yarıyor mu? Bu meseleye nasıl baktığınızla alakalı bana sorarsanız. Eğer beklediğiniz, işletmelerimizin 2015 yılını idare etmesini sağlamaksa bence geçen hafta açıklanan istihdam ve teşvik paketi amaca uygun gibi duruyor. Doğrusu ya, bu tedbirler artık kaçan keyfimizi yerine getirmez ama 2014-2015 yılı hasarının bir bölümünü tamir etmeye yarayabilir. Ama eğer aklınızdaki bir yeni heyecan ve bir yeni başlangıç ise, daha orada değiliz. Gelin bir aklımdakileri anlatayım.

    Türkiye, geçen yıl uluslararası camiada “kırılgan 5’li”den biri olarak lanse ediliyordu. Bu tedbirler demeti ile Türkiye kırılgan 5’liden çıkar mı? Zannetmem. Neden? Kırılgan 5’li, Türkiye, Güney Afrika, Endonezya, Brezilya ve Hindistan’dan oluşuyordu. Geçen yılın kırılgan 5’lisi, bu yıl artık kırılgan 3’lü olarak adlandırılıyor. Hindistan ve Endonezya kendilerini diğer ülkelerden ayrıştırmayı başararak listeden çıktılar. Nasıl? Her iki ülkede de birer seçim oldu ve seçim sonrasında ortaya yapısal reform paketleri konuldu. Hindistan’da Narendra Modi hükümeti, Endonezya’da ise Jowido başkanlığında oluşan yeni yönetim, uluslararası piyasaları ikna emiş görünüyor. Endonezya hükümeti, Türkiye’nin 1980’lerde ele aldığı fiyat reformlarına, benzin sübvansiyonlarını kaldırarak başladı. Yapısal reform yani. Türkiye’de ise “bakın bunlar yeni sözler” denebilecek bir yaklaşımı halen göremedik. Zaten o nedenle kendimizi diğerlerinden ayrıştıramadık,  listeden de çıkamadık. Brezilya da bu arada bir seçim yaptı ama o da ortaya farklı bir iktisadi çerçeve koyamadığı için kendisini ayrıştıramadı.

    Türkiye’de ne yapmış olsaydık kendimizi bize pek benzeyen kırılgan ülkelerden pozitif bir biçimde ayrıştırabilirdik? İsterseniz soruyu buradan sorayım. Geçenlerde size ödemeler dengesi bilançosundan bir grafik göstermiştim. Bakın yandaki, o aynı grafiğin 2015 yılı Ocak ayı sonucu eklenmiş hali. Onun üzerinden giderek söze başlayayım. Grafik, ilgili dönem için Türklerin yurt dışındaki doğrudan yatırımlarının (ODI-outward direct investment), yabancıların Türkiye’deki doğrudan yatırımlarına (FDI-foreign direct investment) oranını gösteriyor. Ne oluyor? Yabancılar ve Türkler hep birlikte artık Türkiye’ye daha az yatırım yapıyorlar. Oran yüzde 20’lerin altından yüzde 50’lerin üzerine doğru çıkıyor.

    Türklerin Türkiye’ye daha az yatırım yapmalarını zaten yurt içi özel yatırım rakamlarından da izliyoruz. Milli gelir istatistikleri ortada. 2003-2007 yılları arasında Türkler, Türkiye’nin geleceğine yoğun olarak yatırım yapıyorlardı. 2012’den beri yapmıyorlar. 2003-2007 döneminde, her bir çeyrekte, yurt içi özel yatırımlar yıllık ortalama yüzde 19 artıyordu. Şimdi gelin bir de 2012-2014 dönemine bakın isterseniz. Yurt içi özel yatırımlar, her bir çeyrekte yıllık ortalama yüzde 2 oranında azalıyor, artmıyor. Türkler bile içeride kendi ülkelerinin geleceğine yatırım yapmıyorlar artık.

    Şimdi ben size sorayım: 2003-2007’den 2012-2014’e memlekette ne bozuldu da Türkler Türkiye’nin geleceğine yatırım yapmaktan vazgeçtiler? Açıklanan istihdam ve teşvik paketleriyle o bozulanı yerine koymak mümkün olabilir mi? Ben ortadaki paketlerle pek muhtemel görmüyorum. Döneyim kendi soruma: Ne yapmalıyız ki 2012-2014 arasında kaçan keyfimizi yeniden yakalayabilelim?

    Amerikan Merkez Bankası’nın eski guvernörü Ben Bernanke, Amerika’nın artık parasal sıkılaştırmaya doğru gitmesi gerektiğini söylediğinde, Haziran 2013 civarındaydık. Dışarıdan gelen etkinin bundan böyle eskisi gibi olmayacağını o arada öğrenmiştik. Orada faiz oranı yükselmeye başlayınca burada işlerin eskisi gibi gitmeyebileceğine dair güçlü bir kanaatimiz vardı. Etkiyi gördük. İyi ki ekonomimizi kontrollü bir biçimde yavaşlatmak yolunda bir dizi tedbiri daha önce almıştık. Yoksa şimdiki yavaşlama çok daha hızlı olurdu. Ana etki dışarıdan geldi. Bu bir.

    İkincisi, içeride hiçbir şeyin göründüğü gibi olmadığını da bu arada öğrendik. Eski ezberlerimiz bozulurken güvendiğimiz dağların da kar altında olduğunun farkına vardık. Misal, geçen hafta Balyoz davasında yeniden yargılama sonuçlandı. Ne oldu? Vatana ihanetten müebbet üzerine müebbet hapis cezasına çarptırılan Türk subayları bu kez beraat ettiler. Kararı aynı mahkeme verdi. Hâlbuki biz kaç program izlemiştik Balyoz konusunda? Ne oldu? Mahkeme herkesi beraat ettirdi. Bu arada Türk subayları 4 yıldan fazla bir süre içeride yattılar. Dava şimdilik bitti. Ama adalete olan inancımızla birlikte bitti. Buyurun size bir 2012-2014 klasiği. Dışarıdaki olumsuz hava yetmedi, bir de içeriyi tarumar ettik.

    Peki, ne yapabilirdik de yapmıyoruz? Türkiye’nin ileri teknolojili ihracatı artırma hedefi çerçevesinde, seçilmiş alanlarda doğrudan projeleri desteklemek üzere bir yeni program açıklaması gerekiyor. Jenerik lafları, herkese destek değil, son derece somut bir dizi sağmal inek belirleyip onlara destek üzerinden düşünerek teşvik sistemini olduğu gibi değiştirmemiz gerekiyor. Ben destek verdiği ileri teknoloji alanını özel sektör kadar iyi bilen ve yaptığı hataları hemen düzeltebilen akıllı bir devlet olmadan olmayacağı kanaatindeyim. Bu noktadan itibaren bile üç şeye ihtiyacımız var. Hepsi zor.

    Birincisi, güçlü bir eğitim reformuna ihtiyacımız var. İleri teknolojili ihracat için gereken insan gücü bu eğitim sisteminden çıkmıyor. İkincisi, mahkeme sistemimizi elden geçirmemiz, adaleti her tür şaibeden kurtarmamız gerekiyor. O olmadan maalesef olmuyor. Üçüncüsü, kural hâkimiyetinin temeli olan eşit muamele ilkesini yeniden ve sağlam bir biçimde yerleştirmemiz lazım. Hukukun üstünlüğü bir kez yara alınca memleketin çivisi çıkıveriyor.

    Bütün bunlara baktığımda, ben Türkiye’nin yeni anayasa benzeri bir siyasi heyecan olmadan kendisini başka ülkelerden ayrıştıramayacağını düşünüyorum.

    Düşünsenize, daha şöyle ağız tadıyla Türkiye’nin nasıl güçlü bir maliye politikasına ihtiyacı olduğunu anlatamıyorum. Bizim güçlü maliye politikası sandığımız faiz dışı fazla, başka bir dünyanın, Kemal Derviş’in güçlü ekonomiye geçiş politikasının en temel parametresiydi. Türkiye güçlü ekonomiye geçti ama faiz dışı fazlayı hala istikrar göstergesi zannediyor. Değildir. Ama gelin bakın ki, bunun istikrar göstergesi olduğunu zannetmek bir Türkiye normalidir. Yanlıştır ama öyledir.

     

    Bu köşe yazısı 06.04.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır