TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
31 Mart 2015’te memlekette felaket üstüne felaket oldu. Bir taraftan, memleketin her tarafında elektrikler kesildi. Öte yandan, İstanbul’daki Adalet Sarayı’nda, odasında çalışmakta olan bir savcımız terörist bir saldırı sonucu şehit edildi. Her iki olaydan da mutsuz olduk. Ben her iki olayın da Türkiye’nin idari sistemi ve bu sistemin işleyişi üzerine düşünülmesi gerektiğine işaret ettiği kanaatindeyim. Ben her iki olayda idari beceriksizlik açısından büyük bir benzerlik olduğunu düşünüyorum. Her iki olayında akıllı devlet açığımızı ayan beyan ortaya koyduğunu düşünüyorum. Ben akıllı devlet olmadan Türkiye’nin ileri teknolojili ürün ihracatını artırabileceğini zannetmiyorum. Gelin anlatmaya başlayayım.
Birincisi, 31 Mart 2015 tarihinde tüm Türkiye’de elektrikler aynı anda kesildi. Düzelteyim, Van ili hariç tüm Türkiye’de. Dün Wikipedia’da yaklaşık 70 milyon kişinin hayatını olumsuz etkileyen hadise çoktan yerini almıştı. Tarihin en büyük plansız elektrik kesintileri listesinde 8’inci sıradaydı. Sıralama hadiseden etkilenen nüfusa göre yapılmıştı. İlk 7’de Hindistan, Bangladeş, Pakistan Endonezya, Brezilya filan vardı. Bizden bir sonra, 9’uncu sırada 2003’te New York dâhil Amerika’nın kuzey doğusunda yaşanan plansız elektrik kesintisi vardı. Geçtiğimiz günlerde açıklanan 2014 yılı milli gelirimize bakarsak Türkiye’de bir saatte 130 milyon dolardan fazla hâsıla üretiliyor. Dolayısıyla 7 saatlik bir plansız kesintinin tüm Türkiye’ye maliyetini yaklaşık 1 milyar dolar olarak düşünmek gerekiyor.
Peki, bu 1 milyar dolarlık maliyete neden katlanmak zorunda kaldık?
Ben hadisenin doğrudan elektrik iletim sistemimizdeki idari kapasite ile alakalı olduğunu düşünüyorum. Elektrik düğmesini çevirdiğinizde evde nasıl elektrik oluyor hiç düşündünüz mü? Kullanmasanız bile kullanabileceğinizi düşünerek birileri hep orada olmasını sağlıyor. Hep orada olmasını sağlamak için kocaman bir mekanizmanın her saniye etkin bir biçimde işlemesi gerekiyor. Öncelikle, kamu ve özel bir dizi santral elektrik üretiyor. Sonra bu elektrik ülke içine ya da dışına dağıtılmak için elektrik iletim sistemine giriyor. İletim sistemini, ülkenin elektrik bel kemiğini bir devlet şirketi olan TEİAŞ işletiyor. Ülkenin farklı yerlerinde kurulu kamu ve özel elektrik dağıtım şirketleri üretilmiş elektriği iletim hattından alıp evlere fabrikalara dağıtıyor. Son problem nereden çıktı? Uzmanlar, TEİAŞ’ın yapması gereken işi etkin bir biçimde yapamadığını anlatıyor benim anladığım.
Neden? İletim hattı üzerinde elektrik arzı ve talebinin her an birbirine eşit olması gerekiyor. Bir nedenle, elektrik arzı hızla azalır ve denge bozulursa, sistem aşırı yükleniyor ve çöküyor. Geçen gün işte öyle oldu. Bir santral bir nedenle devreden çıktı. Denge bozuldu.
TEİAŞ’ın hemen devreye alabileceği yedek elektrik üretim kapasitesi yoktu. Alın size ilk yapısal bozukluk. “Talep tarafı katılımı” ile hemen tesislerini devre dışına çıkarabilecek olanlarla bir sözleşme imzalanmasına imkân veren modern bir sistemde kurulmamıştı. Alın size ikinci yapısal bozukluk. Hemen devreye girip ortalama büyüklükte bir ilin elektrikleri plansız bir biçimde kesilebilirdi. O da olamadı. Bunları otomatik olarak yapacak akıllı bir devre sistemimiz zaten yoktu. Bu da üçüncü yapısal bozukluk. Problemi ülkenin belli bir bölümüne hapsedebilecek devre kesici mekanizmalar da bir biçimde devreye girmedi. Bütün ülkenin elektrikleri kesildi. En az 1 milyar dolar zarar oluştu. Şimdi herhalde herkes TEİAŞ’a dava açacak. Sayın Bakan’ın iletim hatlarını helikopterle denetlemesi TEİAŞ’ın web sayfasında basın açıklaması olabiliyorken halen ben bu yazıyı yazarken sorunun nedenine ve bir daha olmaması için ne yapılacağına ilişkin bir açıklama yoktu. Elektrik özelleştirmesinin neredeyse 20’inci yılında hala yeterli dersi çıkarmamış bir idaremiz var. Enerji Bakanlığı yetkilileri herhalde doğal gaza önem verdikleri kadar, elektrik üretim-iletim-dağıtım sistemine de önem vermeleri gerektiğini öğrenmiş oldular. Pahalı bir ders oldu doğrusu.
Yine 31 Mart 2015’te yaşadığımız ikinci olayda da, iki terörist silahlarıyla birlikte İstanbul Adliye Sarayı’na girerek, odasında çalışmakta olan bir cumhuriyet savcısını rehin aldılar. Sonuçta cumhuriyet savcımız görevi başında şehit oldu. Herkes olayı değişik veçheleri ile tartışıyor. O niye öyle oldu, bu niye böyle oldu diyor. Ben doğrusu işin ayrıntılarını bilmiyorum. Ancak işin gördüğüm bir tarafı var ki, onu kimsenin ele almadığını düşünüyorum. Üzerinde yeterince düşünülmemiş özelleştirme anlayışının da ciddi bir biçimde sorgulanması gerekiyor.
Adliye Sarayı’nda güvenlik nasıl sağlanıyor biliyor musunuz? İsterseniz internette “Adalet sarayı özel güvenlik” diye bir arama yapın, bu konuda hizmet veren kaç tane özel güvenlik firması olduğunu görürsünüz. Türkiye artık kocaman adalet sarayları yapıyor ama halen o adalet saraylarını nasıl koruyacağı üzerine ayrıntılı düşünmüş gibi durmuyor. Bugün Adliye Sarayını esasen özel güvenlik firmaları koruyor. Peki, bu özel güvenlik hizmeti adalet sistemimiz tarafından bir takım özel prosedürlere göre mi satın alınıyor? Hani işin kalitesini de dikkate alan bir farklı prosedür mü uygulanıyor? Hayır. Bildiğimiz, esasen, inşaat ihaleleri yapmak için tasarlanmış ihale sistemi ile hizmet satın alınıyor. İş, sonuçta yine en ucuz teklif verene gidiyor. Neticede ne kadar eğitim aldığını bilmediğimiz, asgari ücretli özel güvenlik memurları adliye saraylarını bekleyip, güvenliğimizi garanti altına almaya çalışıyorlar. Ben burada idarenin ağır bir ihmali olduğunu düşünüyorum.
Özelleştirmenin neredeyse 40’ıncı yılında biz hala yerinde kamu hizmeti satın alabilmek için nasıl bir ihale yapılması gerektiğini, her durum için nasıl farklı ihale yöntemleri olduğunu hala tam olarak bilmiyoruz. Arada olup biten bir sürü hadiseden hala ders almamış gibi duruyoruz. Devletimiz 40 yıldır hala dersini alamadığına göre pek de akıllı bir devletmiş gibi durmuyor.
Ben yaptığı işi özel sektör kadar iyi bilerek proje bazında destek verebilecek ve yaptığı hatalardan anında ders çıkarabilecek akıllı bir devlet olmadan, Türkiye’nin ileri teknolojili ürün ihracatını arttırabileceğini zannetmiyorum. 31 Mart hadiseleri Türkiye’nin ciddi bir akıllı devlet açığı olduğunu gösterdi bana kalırsa. Ben memleketin önceliğinin idarenin etkinliği olduğu kanaatindeyim. Sonra anlatırım.
Bu köşe yazısı 03.04.2015 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024