TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Yalnızca 10 bin dolar kişi başına gelirden 25 bin dolara sıçramak için değil, içinde bulunduğumuz netameli geçiş sürecini ek belirsizliklerden korumak için de Türkiye'nin bir yeni anayasal mimari üzerinde düşünmeye başlamasında fayda vardır.
Bugünlerde memlekette başkanlık sistemi meselesi sürekli gündeme geliyor. Daha doğrusu bir türlü gündeme gelemiyor. Bugün bu tartışmadan ben ne anlıyorum onu anlatmak isterim. Öncelikle ortadaki amuda kalkmış tartışmayı ayakları üzerine oturtmak gerektiğini düşünüyorum. Oradan başlayayım müsadenizle.
1982 yılında Türkiye’nin kişi başına geliri 1400 dolar civarındaydı. Sonra 2000’lerin başında 3500 doları geçti. Derken 2010 yılında memleketin kişi başına milli geliri 10 bin dolar düzeyini aştı. Ama Türkiye’nin 1982 anayasasında kurgulanmış olan anayasal mimarisi hiç değişmeden kaldı. 1980’den bugüne, hele Avrupa Birliği süreci hızlanınca, anayasa yamalı bohçaya döndü.
Doğrusu ya, kimse oturup da yapılan değişikliklerin birbiri ile uyumu üzerinde fazla düşünmedi. Kimse anayasal mimarinin bütününe bakmadı. Kişi başına milli geliri 1500 dolar olan bir ekonomiden 10 bin dolar olan bir ekonomiye geçmenin ortaya çıkardığı yeni ihtiyaçları hiç tartışmadık. Aklımıza bile getirmedik. Şimdi kimse Türkiye burada kalsın istemiyor. Herkes kişi başına milli gelir 10 bin dolardan 25 bin dolara çıksın istiyor. Peki, 1980 model bu anayasal mimari, Türkiye’nin 10 bin dolardan 25 bin dolara doğru sıçrayışına uygun mudur? İşte bakın onu da hiç tartışmıyoruz. Hâlbuki tartışmalıyız.
Kore 1980’li yılların başında aynı Türkiye gibiydi. Kişi başına milli gelir 1700 dolar civarındaydı. 1982’de 2000 doları bulmuştu. Sene 1987 olduğunda Kore’nin kişi başına milli geliri 3700 dolar oldu. Türkiye ancak o yıl 1700 dolar kişi başına milli gelire ulaşarak Kore’nin 1980’de olduğu yere vardı. Kore’nin bahtı 1990’larda açıldı. 2002’de kişi başına geliri 12 bin doları aştı. Biz o zaman, daha 3700 dolara yeni varmıştık. Kore’nin 1987’deki haline yani. Bu, Kore hikâyesinin bir anlatımı. Aynı hikâyeyi başka türlü anlatmak da mümkün. Gelin bir de öyle anlatayım.
1987 yılından boşuna bahsetmedim. 1987 yılında Kore yeni bir anayasa yaptı. Anayasal mimariyi yeniden tasarladı. Ülkede geçerli olan başkanlık sistemini yeni ilkeler üzerine oturttu. Askeri darbe artığı sistemi yeniden tasarladı. Başkanın süresi tek bir dönemle sınırlandırıldı. Bu arada anayasal mimaride eksik bulunan Anayasa Mahkemesi sisteme eklendi. Kore’nin Anayasa Mahkemesi 1989 yılında kuruldu. Herkese eşit muameleyi güvence altına alan hukukun üstünlüğü prensibi uygulama imkânı buldu. Ne oldu? Kore, 3700 dolar kişi başına gelirden 25 bin dolara böylece ulaştı. Kore değişirken Kore’nin anayasal mimarisi de değişti. O değişiklik, bir nevi Kore’nin orta gelir tuzağından kendi imkânlarıyla çıkışının kapısını açtı.
Anayasal mimariyle neyi kastediyorum? Anayasalar iki temel bölümden oluşuyor. İlki, temel hak ve hürriyetleri belirliyor. İkincisi ise anayasal mimariyi tasarlıyor. Anayasal mimari, yasama, yürütme ve yargının örgütlenme biçimi ile bunlar arasındaki ilişkileri içeriyor. İktisadi altyapı değiştikçe, ilişkiler karmaşıklaştıkça anayasal mimarinin ve buradan çıkan idari yapının elden geçirilmesi kendiliğinden zorunlu hale geliyor. İlişkiler karmaşıklaştıkça iktisadi aktörlerin talep ettiği güvencelerin daha da güçlendirilmesine ihtiyaç duyuluyor. Yatırımcılara artık daha fazla “Ne malum, bu gece sabaha karşı yeni bir liman yatırımı kararı almayacağınız” dedirtmemek gerekiyor.
Peki, 2023 hedefleri çerçevesinde baktığınızda, o hedeflere ulaşmak için Türkiye’nin yeni bir anayasaya ve kurumlar arasındaki ilişkileri yeniden düzenlemeye ihtiyacı var mı? Evet, Türkiye’nin anayasal mimarisini değiştirmeye ihtiyacı var. Üzerinde fazla düşünmeden, güncel siyasi tartışmalara dayalı olarak yaptığımız cumhurbaşkanını halkın seçmesi düzenlemesi, 1982 anayasasının anayasal mimarisini iyice dengesiz hale getirmiş midir? Evet. Aynı düzenlemenin uygulama sonuçları bugün itibariyle baktığınızda bir ek belirsizlik kaynağı mıdır? Evet. Türkiye’nin içinde bulunduğu coğrafya ve günümüzün negatif iktisadi şokları içerisinde ek belirsizliklere tahammülü var mıdır? Hayır.
Hastanın tedaviyi kabul edebilmesinin ön koşulu, hastanın hasta olduğunu kabul etmesidir. Önce bir teşhiste anlaşalım. Ondan sonra tedavinin nasıl olması gerektiğine ayrıca bakmak gerekir. Ben Türkiye’de başkanlık sistemi ile ilgili ortada bir karmaşa olduğu kanaatindeyim. Karmaşanın nedeni teşhisi konuşmadan tedaviyi konuşmaya başlamış olmamızdır. Amuda kalkmış tartışma derken kastettiğim budur.
Geleyim teşhisime. Yalnızca 10 bin dolar kişi başına gelirden 25 bin dolara sıçramak için değil, içinde bulunduğumuz netameli geçiş sürecini ek belirsizliklerden korumak için de Türkiye’nin bir yeni anayasal mimari üzerinde düşünmeye başlamasında fayda vardır. Anayasal mimari ile ilgili geçiş sürecinin ek belirsizliklere neden olmayacak bir biçimde tasarlanması gerekir.
Bugün tartışmayı iki ayağının üzerine oturtmak için bir girizgâh yaptım. Daha devam edeceğim. Teşhisi biraz daha açayım, tedaviye de geliriz.
Bu köşe yazısı 31.03.2015 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024