TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Türkiye’de bugüne kadar her işi nasıl yapıyorduysak aynen o şekilde yapmaya devam ederek başarılı olma şansımız kalmamıştır. Dün mümkündü. Artık değildir. Mevcut olanın sürdürülmesi ile başarılı olamayacağımıza göre bundan böyle bir yenilik yapmamız, artık bir fark yaratmamız lazım. Fabrikasından okuluna, siyasetinden bilimine bildiğimiz her şeyi unutup, genlerimize kodlananı inkâr edip bir yeni yol bulmamız lazım. Peki, buna hazır mıyız? Hayır. Nasıl siyasetçilerimiz Türkiye’nin bugünkünden çok daha iyi yönetilebileceğinin farkında değillerse, şirketlerin yöneticileri de şirketlerinin daha iyi yönetilebileceğinin farkında değiller. Bana sorarsanız, herkes statükonun olabileceklerin en iyisi olduğuna dair güçlü bir kanaat besliyor. O vakit ne oluyor? Değişmesi gereken değişemiyor. Ortadaki suni dengeyi herkes hakiki bir denge noktası zannediyor. Haliyle sonuç da kötü oluyor. Acaba “Kimse yoğurdum ekşi demez” diye bir atasözü başka ülkelerde de var mıdır? Bu ara bunu merak ediyorum. Kimse yoğurdum ekşi demez diye söylenilen bir ülkede, kimse özür dilemeyi bilmez. Özeleştiri mekanizması çalışmaz. Ortada hep bir “biz doğruyuz elbet ama sizinle diyaloga geldik” havası olur. Siyasette uzlaşma kültürü gelişmez. Şirketler yenileşip güçlenmez. Hasılı, memleketin hastanesi neyse postanesi de öyle olur.
Böyle düşünürken aklıma önce, TEPAV’ın Kuzey Kıbrıs’ta bundan birkaç yıl önce yaptığı bir anket geldi. Kamu görevlilerine, iş dünyasına ve millete yönetimin kalitesini sorduk. Millet ortadaki kamu hizmetlerinin kalitesinden, kamu kuruluşlarının verimli çalışmamasından, kayırmacılığın hâkim olduğundan, kural hâkimiyetinin olmadığından vb. şikâyetçiydi. Yeterli hizmeti alamadığını düşünüyordu. Kamu görevlileri ise iş dünyasının ve milletin tespitlerini paylaşmıyordu. Ortada önemli bir algı farkı vardı. Kimse yoğurdum ekşi demez sözünü tekrar o zaman hatırlamıştım.
Sonra,22 ülkede şirketlerin yönetim kalitesi ile ilgili yapılan ve Dünya Bankası’nın da Türkiye’de tekrar ettiği bir anketin sonuçlarını hatırladım. Aynı algı farkını orada da görmek mümkündü. Nerede? Bu kez şirketlerimizin tam içinde. Uzmanların şirketlerin yönetim kalitesi ile ilgili hazırladıkları karne ile hâlihazırda şirketleri yönetenlerin kendi şirketlerindeki yönetim kalitesine ilişkin değerlendirmeleri arasında önemli bir fark vardı. Şirket yöneticileri kendi şirketlerinde işlerin yolunda olduğunu düşünüyorlardı. İnsan kaynakları iyi yönetiliyordu, hedefler pek güzel konuyordu, uyum yakından takip ediliyordu, yönetimde bilumum bilimsel teknik ve değerlendirmeler kullanılıyordu. Zinhar öyle kafadan uydurma, babadan kalma, anneden görme yollarla, mış gibi yaparak yapılmıyordu işler. Hâlbuki aynı yöneticilerin uzmanlarca hazırlanan karneleri hiç de öyle demiyordu. Hakikatte kimse yoğurdum ekşi demek istemiyordu.
Oysa algı farkının negatif olduğu yerler de vardı. Aynı çalışma Singapur’da yapıldığında, şirket yöneticilerinin şirketin yönetim kalitesi ile ilgili kanaatinin şirketin karnesinden daha kötü olduğu ortaya çıkmıştı. Singapur’daki şirket yöneticileri bir nevi sürekli bir mükemmeliyet arayışı içindeyken Türkiye’dekiler işlerin zaten yolunda gittiğini düşünüp daha iyisini aramıyorlardı. Singapur’daki şirket yöneticileri yoğurdum ekşi diyebiliyordu. Biz diyemiyorduk. Ortada sanki kültürel bir hal vardı.
Dünya Bankası araştırmasında benim asıl takıldığım nokta ise şu oldu: İnsanların kendi yönetim becerileri hakkındaki kanaatleri ile hakikat arasındaki farkın tavan yaptığı ülke Türkiye’ydi. Listede 22 ülke vardı. Türkiye’nin notu vasattı. Bir nevi kişi başına milli gelir seviyesi ile uyumluydu. Ama başka ülkelerin tersine en çok Türkiye’de herkes işini en iyi biçimde yaptığını zannediyordu. Singapur ve Türkiye dışında listede kalan 20 ülkede şirket yöneticileri hep karneye göre daha olumlu bir kanaat taşıyorlardı yönetim becerileri konusunda. Ama Türkiye, “Bütün renkler aynı hızla kirlendi, birinciliği beyaza verdiler” halindeydi.
Ben doğrusu ya, bu sonucu hiç de yabancı bulmuyorum. Acayip tanıdık geliyor. Ama kabul edeyim ki problemimiz de tam burada bir yerlerde duruyor. Türkiye’de şu son dönemlerde yaşadığımız siyasi geçiş süreci ile aile şirketlerinin kurumsallaşma süreci o kadar çok benziyor ki birbirine, aklınız durur. Bir ara anlatırım. Memleketin hastanesi neyse postanesi de öyle olur.
Peki, böyle bir ülkede şirketler birbirlerinden ve dışarıdaki rakiplerinden öğrenebilir mi? Hayır. Verimlilikleri birbirine yakınsar mı? Hayır. Büyümeye katkıları artar mı? Hayır. Bu konuyu merkez bankasının faiz indirmesi ile çözebilir miyiz? Hayır.
Şekil 1: Kamu çalışanları, hanehalkı ve firmalar gözünden kamuda yönetim kalitesi algısı ve algı açığı. (Tamamen katılıyorum ve katılıyorum cevapları, %)
Kaynak: TEPAV, KKTC Devleti Fonksiyonel-Kurumsal Gözden Geçirme Çalışması (2011-2012)
Şekil 2. Şirket yöneticilerinin kendilerine verdiği yönetim kalitesi notu ile uzmanların karne notu arasındaki fark
Kaynak: Dünya Bankası
Bu köşe yazısı 06.03.2015 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024