Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Keşke iş bir PPK kararına kalmış olsaydı, ne hoş olurdu :)

    Güven Sak, Dr.26 Şubat 2015 - Okunma Sayısı: 2527

    1980’lerin başında Türkiye’de kişi başına gelir 1500 dolar civarındaydı. 2008 yılından beri kişi başına gelirimiz 10 bin doların etrafında dolanıp duruyor. Büyüme bu yavaşlıkta, kur intibakı da bu hızda devam ederse 10 bin doların etrafındaki patinajımız bir süre daha devam edecek. Hele hele Yellen’in Senato’da anlattıklarına bakılırsa daha önceden hiç bilmediğimiz parametreleri olan şenlikli bir sürecin içinde olacağız.

    Ben ortadaki bu patinaj halinin öyle Merkez Bankası kararları ile filan değiştirilebileceğini hiç sanmıyorum. Öyle olsa hakikaten hoş olurdu. Düşünsenize, Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK), Ankara’daki Merkez Bankası binasında toplanıyor. Üyeler çay kahve içerken, “hadi bakalım şimdi şu faizi şöyle bir indirelim, memleket ekonomisi şahlanıversin” diyor. Faiz iniyor, Türkiye hop diye orta gelir tuzağından çıkıyor, kişi başına gelir, tam 7 yıldır takıldığı 10 bin dolar bariyerini yırtıp 2023 hedefleri çerçevesinde ifade edildiği gibi 25 bin dolara çıkıveriyor. Ama hazır niyet etmişken, 1982 yılından beri koalisyon hükümetleri tarafından yönetildiği için istikrarsız kalan Danimarka gibi 60 bin doları hedefleyelim derim ben. Ne diye öyle 25 bin dolarlık kişi başına gelir hedefi ile zaman kaybedeceğiz ki? Direkt olarak 60 bin dolara çıkalım. PPK toplantısında şöyle kahvelerin arasında bu konu da karara bağlansın ve faiz indirimleri daha cesurca yapılsın lütfen. Ne o öyle 25 baz puan? Önemli tabii ama hedefle kıyaslandığında pek yetersiz kalıyor doğrusu :)

    Şaka bir yana, ben Türkiye’yi içinde bulunduğu durumdan Merkez Bankası’nın faiz indirim kararlarının çıkartabileceğini zannetmiyorum. Zira Türkiye’nin problemi başkadır. Bugün yana iki grafik koydum. İsterseniz 1 numaralı grafiğe bir bakın. İşte Türkiye’nin problemi tam da bu grafikteki gibidir.

    Türkiye’de faaliyet gösteren yabancı sermayeli bir Türk şirketinde çalışan bir Türk işçisinin işletmeye katkısı 100 ise, yerli sermayeli bir Türk şirketinde çalışan bir Türk işçisinin işletmeye katkısı 50’dir. Yani bir Türk işçisi, Türkiye’de Türk yasalarına göre çalışan bir yabancı sermayeli firmada çalıştığında iki kat daha verimli olmaktadır. Yerli sermayeli Türk firmasından çıkıp yabancı sermayeli bir Türk firmasına geçen bir Türk işçisinin verimi neden birdenbire iki katına çıkmaktadır? Takdir edersiniz ki, bu durumu öyle sabahtan akşama, Merkez Bankası’nın faiz kararı ile filan düzeltebilmek mümkün değildir. O nedenle ben Merkez Bankası kararları etrafındaki tartışmayı bir “eşeğini dövemeyen, semerini döver” klasiği olarak izliyorum. Dünün işini dün yapmayanlar, bugün Merkez Bankası’nın arkasına bir nevi Bart Simpson repliği ile saklanıp “Ben yapmadım, o yaptı” diyorlar. Delikanlılık raconuna uymuyor ama böyle oluyor işte.

    Şimdi geleyim grafiklere bakınca gördüklerime. Müsaadenizle kısaca düşündüklerimi sıralayayım. Birincisi, Türkiye’de büyük ölçekli şirketlerin, küçük ölçekli şirketlere oranla verimliliği 4 kattan daha fazla. Hâlbuki aynı oran Danimarka’da 1’in altında. Hangi Danimarka’da? 1982 yılından beri hiç tek partili çoğunluk hükümeti görmemiş, hep koalisyon hükümetlerine mahkûm kalmış zavallı Danimarka’da.

    Peki, bu verimlilik farkı bir tek bizde mi oluyor? Hayır, merak etmeyin, Türkiye’de belirgin bir gariplik bulunmuyor. Bu grafik aslında Türkiye’nin normal bir gelişmekte olan ülke olduğunu gösteriyor. Gelişmekte olan ülkelerde, şirketler arasında derin verimlilik uçurumları bulunabiliyor. Bu durumda Türkiye’nin problemi nedir? İşte grafik 2 bize tam da onu gösteriyor. Meksika ve Polonya’yı da dikkate alsanız, Türkiye’de şirketler arasındaki verimlilik uçurumu çok daha derin. 1500 dolardan, 10 bin dolar kişi başına gelire gelmiş, şimdi ise 25 bin dolara ulaşmak isteyen bir ülke için bu kötü bir karne. Bu da ikinci nokta.

    Geleyim üçüncüsüne. Ben ortada bir tecessüs eksikliği olduğunu düşünüyorum. Tecessüs Arapçada cesse kökünden geliyor, casus kelimesi de aynı kökten geliyor. Şirketlerimizi yönetenler yandaki firmada işlerin nasıl gittiğini merak etmiyorlar. Orada ne yapıldığını izlemeyi akıl etmiyorlar. Üzerine düşünmüyorlar. Ben tecessüs yasağının daha çok kusurlarla ilgili olduğunu düşünüyor ve ortadakini, problemlerin tespit edilmesini engelleyecek önemli bir eksiklik olarak görüyorum.

    Şimdi sorular şunlardır: Biz yandaki fabrikada işlerin nasıl organize edildiğini, nasıl yapıldığını neden merak etmiyoruz? İhracat artsın, Türkiye büyüsün diye destek veren bakanlıkların başındakiler,  yabancı sermayeli bir Türk firmasında çalışan bir Türk işçisinin, yerli sermayeli bir Türk firmasında çalışan bir Türk işçisinden nasıl iki kat daha verimli olduğunu neden merak etmiyorlar? Şirketlerimizin yöneticileri neden işleri el yordamı ile idare etmeyi seviyorlar?

    Ben yerli firmalarımızdaki özsermaye yetersizliği ile Türkiye’de  finansmana erişimin maliyetli olmasının bu soruları açıklamak için yeterli olmayacağı kanaatindeyim. O nedenle Mmerkez Bbankası faiz indirimine verilen önemi de anlamıyorum. Keşke işimiz bir tek PPK kararına kalmış olsaydı. Pek hoş olurdu doğrusu. Ama 25 bin dolar için daha üç nalla bir at lazım. Vakit ise pek kısıtlı. Ben şimdiden söylemiş olayım.

    gs2602.520px

     

    Bu köşe yazısı 26.02.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır