Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Teknoloji geliştirmek, domates yetiştirmeye benzemez

    Güven Sak, Dr.02 Şubat 2015 - Okunma Sayısı: 2969

    Dünyada dakikada 250 bebek doğuyor. Dakikada satılan iPhone sayısı ise 2014 yılının son 3 ayında 575’e vurdu. Nedir? Her doğan bebeğe yaklaşık 2 iPhone düşüyor artık. Üstelik Apple’ın ortalama ürün fiyatı bu son 3 ayda 50 dolar daha arttı. Artık ortalama bir ürün 687 dolar ediyor ve bilin bakalım ne oluyor? Daha çok satıyor. Şirketin karı son 3 ayda yüzde 38 artmış. Güçlü Amerikan Doları şirket gelirlerini aşağıya doğru çekmiş ama yine de artmış. Teknoloji, böyle bir şey işte. Teknolojide liderlik diyeyim ve susayım. Hatırlayın, bu, o iPhone. Hani yeni modeli geçen yıl ilk çıktığında, “canım ortada bir farklılık yok, telefon aynı telefon” filan diyenler olmuştu. Ama bakın satış rakamları herkesi şaşırttı. Apple, yeni iPhone modelleriyle rekor üstüne rekor kırdı. İPhone 6 rakiplerine fark arttı. Dünyada son 3 ayda yaklaşık 75 milyon adet iPhone satıldı. Apple şirketi son üç çeyrek performansını açıkladı. Apple için ekonomi tıkırında. Peki, nasıl oldu da oldu? Neden burada olmuyor. Biz neden hala burada teknoloji geliştirmeyi domates yetiştirmekle karıştırıyoruz? Gelin bir daha anlatayım.

    “Nasıl oldu da oldu?”nun cevabı aslında basit: Apple, Amerikan kamu AR-GE araştırmalarında ortaya konulan atılımları başarılı bir biçimde ticarileştirebildiği için oldu elbette. Dokunmatik ekran teknolojisi kamu araştırmalarından ortaya çıktı. O kadar veri, o küçücük yonganın içine kamu araştırmaları sayesinde artan bir biçimde sığmaya başladı. Oradaki AR-GE destekleri ile yapılan çalışmalar sayesinde Apple bu teknoloji liderliğini sürdürüyor. Peki, ama Apple bunu nasıl yapıyor? Totolojik bir cevap vereyim ve açayım. Öncelikle, yapılabildiği için yapıyor. Bizim burada ise, yapılamadığı için yapılamıyor. Apple onun için Amerikan markası oluyor. Türkiye’den onun için böyle bir marka çıkamıyor.

    Ama önce bizdeki şu “abi markaya yatırım yapalım, tanıtalım, ürettiğimiz para etsin” lafına bir takılayım, müsaadenizle. Hani, “markasız olursa bu kadar, markayı taktı mı şu kadar” diye hesap filan yapıyorlar. Hesabı yapanlar üç kuruşluk etiket nasıl böyle bir değişime neden oluyor diye dehşet içinde anlatıyorlar. En tepede bile hava aynen böyle. İnsanın etrafı Miki Maus iktisatçıları ile sarılı olduğunda böyle oluyor herhalde. Hâlbuki o marka, teknolojik olarak bir mana ifade eden, başka bir yerde olmayan bir şeyler yapabildiği için o marka oluyor. Yoksa çer çöp üreterek marka olunmuyor. Marka teknoloji öncüsü olursa, fiyatı arttıkça, dolar değerlendikçe satışlar patlıyor. Allah, çalışana yürü ya kulum diyor. Apple, cep telefonu teknolojisinde liderliği hala kimseye bırakmadığı için dakikada 575 adet iPhone satabiliyor. Dünün Ericsson’u ve hatta Blackberry’si ise ortadan siliniyor.

    Peki, bizde olmayan nedir? Bugün geçen haftaki “ASELSAN neden böyle güdük kaldı?” yazısına bir ek daha yapayım. Kamu, Türkiye’de birden fazla kurum eliyle bir sürü AR-GE desteği veriyor. Türkiye’nin niteliksel dönüşümünde fırsat olabilir dediğimiz biyoteknolojiye bakarsak, Türkiye’de AR-GE desteği olarak dağıtılan kaynak, Almanya’dan, Fransa’dan,  İtalya’dan daha fazla. Çok yani. Scientific American’ın biyoteknoloji ekosistemi indeksi öyle diyor. Peki, ama neden bu destekler bir sonuca yol açmıyor? Neden özel sektör o araştırmalarda bulunanları, artık her neyse, böyle Apple gibi ticarileştirmeye filan çalışmıyor? Sonuca ulaşmayı bırakın bu AR-GE destekleri sonucu ortaya çıkan bilgi birikimi, teknolojik alt yapı nerede, neden görünür değil? Bizim yaratıcı gençlerimiz mi yok, memlekette girişimci sıkıntısı mı var? Hayır. Sorun daha da temelde bana sorarsanız.

    Türkiye’de hiç kimse o AR-GE  ve o  altyapı destekleri ile ne yapıldığını tam olarak bilmiyor. Desteği verenler bile bilmiyor. Belki iki ayrı laboratuvarda yapılanlar, aynı değer zincirinin birbirini izleyen aşamaları ama biz bunu birleştiremiyoruz bile. Ancak o araştırmaları yapanlar, ayrı ayrı, çalışmalarını bir yabancı bilim dergisinde filan yayımlarlarsa, ne yapıldığından azıcık haberdar olabiliyoruz. Ne oluyor? Kimse dağıtılan AR-GE destekleri için bir etki analizi yapmaya çalışmıyor. Etki analizini yapacak veriyi oluşturmaya bile çalışmıyor. Ne yapıyoruz? Parayı etrafa saçıyoruz. Belki bereketini yabancılar topluyor ama onu bile bilmiyoruz. Ben hazin buluyorum vaziyetimizi. Hep teknoloji geliştirmeyi, domates yetiştirmekle karıştırdığımız için oluyor. Ciddiyim. Ortadaki kolektif enerji ihtiyacını göremiyoruz. Ekosisteme önem vermiyoruz.

    Teknoloji geliştirmek, domates yetiştirmeye benzemez derken amacım domates yetiştirmek pek kolaydır, öteki zordur demek değil. Domates yetiştirmek de pek zordur. Hele iyisini yetiştirmek pek meşakkatlidir. Ama iki sürecin işleyişi ve olayların mantığı birbirinden tamamen farklıdır. Domates yetiştirirken, tohumu tarlaya koyup ona uygun ısı ve nem sağlarsınız, kendi kendine o tarlada büyür. Marifet ısıyı ve nemi iyi ayarlamaktır. Yapabilirseniz kendi başınıza domates yetiştirebilirsiniz. Ama kendi başınıza, evinizin garajında filan zinhar teknoloji geliştiremezsiniz. Teknoloji geliştirmek çalışan bir ekosistem gerektirir. “Ekosistemin parçalarını ortaya koydum, desteği de verdim” demekle olmaz. Ekosistemi çalıştırmak, neyi destekleyeceğini bilmeyi gerektirir. O da teknik ve idari kapasite olmadan olmaz. Aynı zamanda teknoloji geliştirmek kolektif bir faaliyettir. Tek başına yapılmaz, hep birlikte yapılır. Hep birlikte yapılırken, etrafta neler yapıldığını da izlersiniz. İzleyemezseniz yapamazsınız. AR-GE’de ne yapıldığını bilmeyen, söyler misiniz neyi ticarileştirmeyi düşünecektir?

    İşte onun için, teknoloji geliştirmek domates yetiştirmeye benzemez diyorum. Demeye de devam edeceğim.

     

    Bu köşe yazısı 02.02.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır