TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Paris saldırısı, terörle mücadelede uluslararası işbirliğinin hayati önemini bir defa daha ortaya koydu. Bu bağlamda iki husus ön plana çıkıyor. İlki işlevsel bir “devlet”in varlığı. Diğeri ise bu devletlerin terörle mücadeleye istekli, işbirliğine açık olmaları. Özellikle de istihbarat ve operasyonlar konusunda.
Bu gün, medyaya pek yansımasa da örtülü biçimde, dünyanın değişik yerlerinde terörle mücadele operasyonları yürütülüyor. Özelikle de Batılı ülkelerin uzağında, hukukun operasyonları fazlaca sınırlamadığı coğrafyalarda teröristleri tespit ve imha etmeyi hedefleyen çalışmalar sürüyor.
Üçlü işbaşında
Mücadele, istihbarat ve teknolojinin etkili kullanıldığı iyi eğitilmiş özel kuvvetlere dayanan bir strateji. Özel kuvvetler, istihbarat ve insansız hava aracı üçlüsünden söz ediyoruz. Nitekim uygulamanın başını da ABD çekiyor.
11 Eylül 2001’de ABD ordusunda 30 bin özel kuvvetler askeri bunuyordu. Bu yılın sonu itibarıyla sayının 70 bine çıktığı ifade ediliyor. Bu birimler, Afrika’dan, Asya’ya, Güney Amerika’dan, Ortadoğu’ya kadar 133 farklı ülkede faaliyetteler. Türkiye’nin de aralarında bulunduğu 14 kilit ülkede ise ABD büyükelçiliklerinde özel temsilcilikleri var.
Strateji, Afganistan, Pakistan, Somali, Yemen ve Irak gibi ülkelerde yoğunlukla uygulanıyor. Çoğu zaman, sivil kayıpları nedeniyle olup bitenlerden haberdarız.
Çokça eleştirilen hukuki ve ahlaki sorunlar bir yana, tartışılan stratejinin “etkili” sonuç vermesi, teröristlere yakın, üslenilecek topraklarda işbirliği yapacak “devlet ve kurumların” varlığına bağlı.
Güvenli bölgeler terör örgütleri için hayati önemi haizdir. Çökmüş, iç savaşa duçar olmuş devletlerin coğrafyaları teröristler için mümbit birer vahadır. Tıpkı, Suriye, Irak, Somali ve Afganistan gibi. Şimdilerde yeni bir ülkenin de hızla bu girdaba kapıldığını görüyoruz: Yemen.
‘Aciz devletler’
Yemen’de güçlü bir El Kaide damarının 1996’dan beri varlığı biliniyor. El Kaide’nin medyaya yansıması ise daha çok insansız hava aracı operasyonları ve Paris saldırısını gerçekleştiren kardeşlerin bağlantılarıyla gündeme geldi.
Ülkenin jeopolitiği, tarihi, kırılgan ekonomik, güvenlik, siyasal ortamı, hassas dengelere dayanan karmaşık sosyal yapısı El Kaide için elverişli bir iklim sağlıyor.
Geçen eylül ayında terörizmle ilgili konuşma yapan Obama, Yemen’den ve ülkenin işbirliğinden büyük bir övgüyle söz etti. Oysa son haftalarda meydana gelen çatışmalar nedeniyle Yemen artık terörle mücadelenin etkili bir katılımcısı değil, acil yardıma ihtiyacı olan “aciz devlet” konumuna düşmüş durumda. Öyle ki ülkenin yeni bir Irak, Suriye olabileceği tartışılıyor.
Yemen’in jeopolitiği, bu ülkede üslenecek radikal unsurlara Arap Yarımadası’nı, Körfez ve Afrika’nın batısını etkileme imkânı veriyor.
İşin içine petrol ihracatçısı Sünni Suudi Arabistan ile ezeli rakibi Şii İran da girince “vekâleten” yürütülen mezhep savaşlarının bölgedeki yeni cephesinin Yemen olacağı abartılı görünmüyor.
Anlaşılan, terörle mücadele için önce “devlet” yapılarının güçlendirilmesi gerekiyor. Sonuçta “çökmüş devletler” sadece kendi halkına değil, bölgeye ve küresel güvenliğe de tehdit oluşturuyorlar.
Bu köşe yazısı 23.01.2015 tarihinde Milliyet Gazetesi'nde yayımlandı.
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024
Güven Sak, Dr.
19/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
16/11/2024