TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Geçen gün, 4’üncüsü gerçekleştirilen Merih Celasun’u Anma Dersi’nde Prof. İlhan Tekeli, “Türkiye üniversitelerinde bir büyük coşku eksikliği görüyorum” dedi. O günden beri düşünüyorum. Bence mesele üniversitelerle sınırlı değil, çok daha geniş. Türkiye’de bugünlerde büyük bir coşku eksikliği var. Hatırlayın lütfen, 2003-2004 yıllarında biz böyle değildik. Avrupa Birliği süreci ilerliyordu. Türkiye aday ülke olmuştu. Heyecanlıydık. Kendimizi bir şeyler başarıyor gibi hissediyorduk. Daha önceleri 1980’lerde de biz bir böyle olmuştuk. İhracatımız patlayıp Türkiye bir sanayi ülkesi olma yolunda ilerlerken aynen böyle hissetmiştik. Ben başka coşku dolu bir dönem hatırlamıyorum. Benim hayatımda olmadı. Ben bu coşku eksikliğinin doğrudan büyük fikir-hedef yoksunluğu ile alakalı olduğu kanaatindeyim.
Hâlbuki bu topraklarda önemli işler başardık. Türkiye ekonomisi, son 35 yılda uyuşuk bir tarım ekonomisinden dinamik bir sanayi ekonomisine dönüştü. Türkiye ekonomisi geçtiğimiz her 10 yılda tempolu bir biçimde büyüdü. Nasıl büyüdü? Kore’nin, Çin’in yaptıklarını yaparak büyüdü. Milyonlarca insanı kırdan kente geçirdik. Kırdan kente gelenler, sanayi sektörü ve hizmetler sektöründe iş buldukça Türkiye büyüdü. İnsanlarımızı düşük verimli tarım istihdamından, daha yüksek verimli sanayi ve hizmetler sektörüne aldıkça ortalama verimlilik arttı, Türkiye büyüdü. Emeği ucuzlattık, Türkiye büyüdü. Hikâyesini ilk önce Prof. Dani Rodrik yazdı. Son çıkan Dünya Bankası raporu “Türkiye’nin Deneyimleri”, konuyu özetledi.
Şimdi aslında en çok coşkuya ihtiyacımız olan noktadayız. Artık kırdan kente gelebilecek olanların sayısı azaldı. Kentli nüfus yüzde 30’lardan yüzde 75’lere yükseldi. Düşük verimli sektörden yüksek verimli sektöre geçiş ile büyüme imkânı azaldı. Bundan böyle ya uzun dönem ortalamalarının altında bir büyüme oranına razı olup “Türkiye, üst orta gelirli bir ülke olarak kalsın” diyeceğiz ya da önümüze bir yeni hedef koyacağız. 2023 hedefleri aslında “Türkiye böyle kalmasın” demekti ama şimdi sanki o günü unutmuş gibi duruyoruz. Hâlbuki ben 2023 hedeflerini, hedefe ulaşmaya 10 yıldan az bir zaman kalmış olmasına rağmen ulaşılabilir görüyorum. Gelin görün ki ortada iş yapmak için gereken o coşkuyu görmüyorum.
Ne yapmamız lazım? Bundan böyle tempolu büyüme için her sektörün mevcut verimlilik düzeyini bir üst aşamaya yükseltmeye çalışmamız gerekiyor. Bu imkânsız mı? Hayır. Hızla gelişen yeni teknoloji platformları bütün sektörlerde verimlilik düzeyini artırabilecek imkânlar sunuyor. Bunlardan biri bilgi işlem teknolojisi. Makinaların makinalarla konuşmaya başlayacağı bir çağın başındayız. Bulut bilişim çözümleri şirketlerimizin kadim yönetim problemlerine düşük maliyetli çözümler getirebilir. Tek bir sektörde değil, her sektörde. Aynı durum biyoteknolojiye dayalı teknoloji platformları için de geçerli. İlaç sektöründe üreteceğiniz biyoteknoloji çözümünü tarım, hayvancılık ve kimyada da verimliliği artırabilecek bir biçimde uygulamaya koyabilirsiniz. Nanoteknolojiye dayalı teknoloji platformları vasıtasıyla inşaat sektöründen, inşaat malzemesine ve tekstile kadar bir dizi sektörde firmalarımızın kabiliyetlerini artırabilmesi mümkün aslında. Aynı Ar-Ge tabanı üzerinde mümkün. Mesele sektör içi verimlilik artışlarını tetiklemek ise bunun için yapılabilecek işler, tasarlanabilecek programlar, atılabilecek adımlar var. Ama gelin görün ki ses var, görüntü yok. Laf var, iş yok.
Tüm bunları gerçekleştirebilmek için daha akıllı bir devlete, öğrenme kabiliyeti artmış bir topluma ve de iyi yönetişime ihtiyacımız var. Bize gereken, sanayi politikası tasarlayabilecek daha akıllı bir devlet, bir başka sektörde atılan bir adımın kendi sektörüne ne imkânlar sağlayabileceğini anlayabilecek bir toplum ile kurum ve kuralları sağlam bir yönetim anlayışı. Türkiye dün emeği ucuzlatarak bir sıçrama yaptı, sanayi Avrupa’dan Anadolu’ya doğru yürüdü. Şimdi Türkiye’de nitelikli insan gücüne ihtiyacımız olacağına göre eğitimi de ucuzlatmamız gerekiyor. Daha yüksek teknolojili, katma değeri yüksek bir üretim kapasitesi istiyorsak adaletin maliyetini ucuzlatmamız gerekiyor. Hak aramanın zor değil, kolay olması önem taşıyor. Türkiye’de iş yapma maliyetini ucuzlatmamız gerekiyor. Bunun için makroekonomik dalgalanmaları azaltmayı temel hedef olarak gören bir ekonomi yönetimi anlayışı gerekiyor. Türkiye’de iş yapma maliyetini azaltabilmek için yolsuzlukları da pahalılaştırmamız gerekiyor.
Eğitimin maliyetini düşür, adaletin maliyetini düşür, yolsuzluk yapmanın maliyetini yükselt. Çok mu zor? Bana kolaymış gibi geliyor. Bana dönüşüm programlarından ne bekliyorsun diye sorduklarında, işte bunları söylüyorum. Türkiye’nin en büyük probleminin ise coşku eksikliği olduğunu düşünüyorum.
Ne yapsak? Avrupa Birliği süreci konusunda kurusıkı lafları bırakıp yeniden mi ciddileşsek? Bir yerden başlamak gerekiyor, oradan mı başlasak? Önümüzdeki günlerdeki fırsatları bari bu kez doğru değerlendirebilsek. Bekleyip göreceğiz.
Not etmiş olayım.
Bu köşe yazısı 08.01.2015 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024