Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Bu kadar küçük şirketlerle ve bu kadar kısa yatırım ufkuyla iş güvenliği olmaz

    Güven Sak, Dr.14 Kasım 2014 - Okunma Sayısı: 1974

    Türkiye’de iş sağlığı ve iş güvenliği söz konusu olduğunda temel problemimiz nedir?

    Evvelki gün Sayın Başbakanımız da altını çizdi. Türkiye’nin temel meselesi, zihniyet meseledir. Madencilerimizin, inşaat işçilerimizin göz göre göre kaybedilmesini önlemenin yolu zihniyet değişimidir. Zihniyet değişimi herkes için geçerlidir.

    fft81 mf2592378.520px

    Yukarıdaki resme bir bakın lütfen. Kentte hep rastlanan bir manzaradır. Osmanlı kiremitlerinin döşendiği damları zaman zaman aktarmak gerekir. Kırık kiremitleri değiştirmek icap eder. Peki, bu iş bu resimde görüldüğü gibi mi yapılmalıdır? Yapılmasa iyi olur ama öyle yapılır. Zihniyet değişimi herkes için gereklidir. Hem bellerine ip bağlanan işçiler için, hem o işçilerin bellerine ip bağlayıp dam aktartmaya çalışan iş sahibi için, hem de binasının çatısının tamir edilmesini isteyen ev sahibi için. Ama en çok, “şimdi bu çatı nasıl aktarılacak, çalışanın güvenliği nasıl sağlanacak?” diye hiç düşünmeyen “tembel devlet” için gereklidir. Gelin bakın devletimiz nasıl tembeldir ve de nasıl yan gelip yatmaktadır?

    Türkiye’nin iş güvenliği konusunda temel meselelerinden ilki şirketlerin küçük olmasıdır. Alın madencilik örneğini. Size öyle gelmiyor ama maden çıkartmak, emek yoğun değil, sermaye yoğun bir iştir. Ne ister? Güçlü sermayeye sahip şirketler ister. Şirket güçlü sermayeye sahip olacak ki, kömür çıkartmak için sağlam bir yatırım yapsın. Bu bir, ama yetmez. İşletmek üzere ruhsat aldığı madeni çıkartmaya başlayan şirketin önünde uzun bir yatırım ufku olmalı ki, şirket kendisinden beklenen o sermaye yatırımını yapsın, çalıştığı bölgeye uzun süreli olarak bağlansın.

    Ama gerçek kesinlikle böyle değildir. Buyurun ilk delilimi sunuyorum: Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı İş Teftiş Kurulu’nun 60 numaralı yayını. İsmi biraz uzun: “Maden İşletmelerinde İş Sağlığı ve Güvenliği 2012 Programlı Teftişleri Sonuç Raporu”. Rapor 2013 tarihli. İşte bu raporun 97. sayfasında Ermenek havzasındaki teftişler sonucunda görülen durum şöyle özetleniyor:

    “Ermenek’te bulunan ocakların genellikle 100-150 arası işçinin çalıştığı ocaklar olduğu görülmektedir. Bölgede kömür madenciliği oldukça eski olup tek ruhsat sahasında birden fazla işletme bulunmaktadır. Sözleşmelerin kısa dönemli olması sebebiyle, diğer pek çok bölgede rastlandığı gibi, planlamaların kısa vadeli olduğu ve hızlı bir biçimde üretime geçmeye olanak tanıyacak geleneksel usullerle çalışıldığı görülmüştür. Kısa vadeli sözleşmeler bölgedeki işverenleri de kısa vadeli projelere itmekte ve uzun süreli büyük maliyetler gerektiren yatırımlardan, hatta zaman zaman temel hazırlık yatırımlarından kaçınmalarına neden olabilmektedir.”

    Üç noktanın altını çizmek isterim. Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı müfettişleri kömür madenlerine gitmişler ve Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanlığı’nın yürüttüğü maden çıkarma politikasının olumsuz sonuçlarını anlatmışlar. Birincisi, bu şirketler küçüktür demişler. 100-150 kişinin çalıştığı ocaklarda birden fazla işletme vardır diye vurgulamışlar. Küçük işletme sermaye yoğun işi kaldıramaz. İkincisi, pek çok bölgede rastlandığı gibi, Ermenek’te de sözleşme süreleri, planlamaya imkân verecek kadar uzun değildir demişler. Üçüncüsü, bu kısa vadeli sözleşmeler uzun süreli büyük maliyetler gerektiren yatırımları engellemektedir, şirketler geleneksel usullerle çalışmaktadır demişler.

    Şimdi Allah aşkına söyleyin, daha ne desinler? Söylenmesi gereken her şeyi zaten eksiksiz söylemişler. Geleneksel usullerle çalışmak demek ne demektir? İşçinin beline ip bağlayıp dam aktartmak demektir.

    Peki, ne olmuş? Enerji Bakanlığımızın ruhsatlandırma ve kömürden enerji üretimi politikasında hiçbir değişiklik olmamış. Üretim politikasını değiştirmeden, daha yeni açıklanan dönüşüm programında belirtildiği gibi, yerli kömür kaynaklı elektrik üretimini neredeyse iki katına çıkarmak sakıncalıdır. Böyle bakınca olup bitenin taammüden olmadığını söyleyebilir misiniz? Taammüdendir.

    Peki, başka yerlerde nasıl oluyor diye merak edenlere de bir örnek vereyim, müsaadenizle. Güney Afrika dünyanın yedinci büyük kömür üreticisidir. Güney Afrika’da kömür madenlerinde çalışan yaklaşık 76 bin madencinin yaklaşık yüzde 90’ı yalnızca 2 şirkette çalışmaktadır.

    Bu ne demektir?

    Türkiye’de 1000’den fazla işçi çalıştıran kömür madeni şirketlerinde çalışanların toplam madencilere oranı yüzde 40’tır. Orada da 11 adet şirket vardır. Yine bizim burada 250’den fazla madenci çalıştıran şirketler, toplam madencilerin yalnızca yüzde 60’ını istihdam etmektedir. 250’den fazla istihdamı olan şirket sayısı ise 40’tır. Güney Afrika, Türkiye’den 4 kat daha fazla kömür çıkartmaktadır. Kömür madenlerinde çalışanların sayısı orada, Türkiye’deki madencilerin sayısından yüzde 400 filan değil, yalnızca yüzde 50 daha fazladır. Güney Afrika’da madencilik, işin doğasına uygun olarak, sermaye ve teknoloji yoğundur yani. Güney Afrikalı madencilerin yüzde 90’ı yalnızca 2 şirkette çalışmaktadır. Madencilik işte böyle bir sektördür. İnşaat müteahhitlerinin ek iş olarak kömür çıkardıkları, Türkiye dışında başka ülke var mıdır?

    Ben size boşuna taammüdendir demiyorum. Öyledir. Vebali de madencilikteki ruhsatlandırma stratejisinin üzerindedir. Eğer bir zihniyet değişimi arayışı içindeysek, ilk değişmesi gereken Enerji Bakanlığının ruhsatlandırma stratejisidir. Not edeyim, arada kaynamasın.

     

    Bu köşe yazısı 14.11.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır