TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
2008 krizi, finansal sistemin kendi işlevini unutmasından çıktı. Zira finansal sistemin temel işlevi, riskleri doğru fiyatlandırmaktır. Riskler doğru tanımlanıp şeffaf olduğunda kaynaklar doğru dağıtılır. Böylece herkes riskine katlanabileceği projelere kaynak aktarır. Yatırımlar ancak böyle finanse edilir. Ama 2008 krizinde finansal sistemin riskleri doğru fiyatlandırmadığını gördük. Yüksek riskli, geri ödenmesi zor kredileri iyidir diye paketleyip sattıkları ortaya çıktı. Hatta “bir başka isim altında paketleyip satarız, nasıl olsa kimse anlamaz” diye kredi alamayacak kişilere kredi verdikleri de ortaya çıktı. Riski görünür hale getirmek yerine giderek daha görünmez hale getirmek için çalıştıkları anlaşıldı. Sonra birden riski perdelenmiş menkul kıymetlerin hangi bankanın bilançosunda olduğunun da bilinmediği anlaşıldı. Bir nevi, şehir şebeke suyuna kanalizasyon suyu karışmıştı. Kimin ne risk taşıdığı bilinmeyince, işlemler durdu. Sistem işlemez hale geldi. Kanalizasyon şebeke suyuna karışınca musluk suyu kullanılmaz oldu. İş, öncelikle bankacılık sisteminin nasıl temizleneceği meselesiydi.
Amerikalılar, bankacılık sistemini temizlemek için bir dizi operasyon yaptılar. Şebeke suyunu temizleme yolunda bir gayret sarf ettiler en azından. Avrupalılar öyle yapmadı. Onlar şebeke suyunu temizlemek için tedbir almakta olduklarını açıklıkla gösteremediler. Neden? Amerika federal bir devlet, bir federal hükümeti var. Bazı önemli kararlar tek bir merkezde alınıyor. Hâlbuki Avrupa Birliği bir nevi, bağımsız devletler topluluğu. Amerika’da karar alabilecek yetkili federal otoriteler var. Avrupa’da yok. Avrupa’da hiçbir devlet, bir başka devletin yükünü çekmek istemeyince adım atılamadı. Hatırlayın, Amerika nasıl Amerika oldu? Bağımsızlık savaşı sonrasında, savaşı kazanmak için bazı eyaletlerin biriktirdiği borç stokunun nasıl federal borç haline getirileceği tartışmasıyla elbette. Böyle bakarsanız, bu da Avrupa’nın siyasi birlik sürecinde bir aşama esasen. Ulus devlet kalacak mı, kalmayacak mı?
Sonuçta, Amerika bankacılık operasyonunu yaptı ve toparlanmaya başladı. Avrupa bankacılık operasyonunu yapmadı ve bir türlü toparlanamıyor. Çünkü delik kovaya ne kadar su dökerseniz dökün kar etmez. Piyasaya bir türlü likidite veremezsiniz. Bankacılık sisteminde sorun olduğu için Avrupa Merkez Bankası ne yaparsa yapsın kar etmedi. Avrupa Merkez Bankası’nın daha önceki “Siz şirketlere kredi verdikçe, ben de size likidite vereceğim” sözü bile işe yaramadı. Şirketlerin kötü kredilerinin sürekli arttığı bir dünyada kim şirketlere daha fazla açılır ve de risk alır? Hiç kimse.
Avrupa Merkez Bankası en sonunda doğru bir adım attı. Önce şeffaflığı sağladı. Avrupa’da her beş bankadan birinin sorunlu olduğunu ortaya koydu. Veriler elbette geçen yıla ait veriler, çünkü ölçüm o zaman başladı. Ancak ortaya bir resim çıktı. Mesela İtalya’da 9 bankanın sorunlu olduğu anlaşıldı. Sorunlu ülkelerin bankaları daha fazla sorunluydu. Ben bunun da manalı bir düzenlilik olduğu kanaatindeyim. Hastanın iyileşmesi için ilk şart, hastanın hasta olduğunu kabul etmesi ve tedaviye razı olmasıdır. Şimdi en azından teşhis konuldu.
Peki, buradan hemen tedavi çıkar mı? Bana zor geliyor. Çünkü her banka kurtarma operasyonu bir siyasi karardır. Kimin ne olacağına, hangi sektörlerin, bölgelerin nasıl etkileneceğine bir nevi karar verirsiniz. İtalya’nın dağınık ve yabancı rekabetinden hep korunmuş bankacılık sektörü ne olacak? Bu kararın neresi ekonomik? Mesele ekonomik olsaydı bu yapı zaten olmazdı. Aynı durum Fransa için de geçerli. Fransızların verimlilik sorunları yok, yalnızca az çalışıyorlar. O da siyasi bir mesele. Avrupa’da şimdilik bu işin siyasi sorumluluğunu üstlenecek tek bir merkezi otorite yok. O vakit, her ülke hükümetinin kendi başına tedaviye yönelmesi gerekir. Ama orada da problem var.
Nedir problem? Devlet İç Borçlanma Senedi (DİBS) stokunun en sorunlu olduğu ülkelerin bankalarının sermaye ihtiyacı en fazladır. Nedir? Kötü varlıkları alıp, yerine koyabilecekleri DİBS’ler bile zaten sorunludur. Zordur yani. Avrupa’nın işi daha zordur. Ortadaki bu mezbeleyi kimin nasıl temizleyeceği daha belli değildir. O belli olmadan riski görünür kılmakta fayda vardır.
Siz acil ile Avrupa Birliği terimlerini hiç yan yana gördünüz mü? Ben görmedim. Zira Avrupa Birliği’nde acil durum yoktur. Acil durum senaryosu da yoktur. Sorun işte tam da buradadır.
Bu köşe yazısı 03.11.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.
Fatih Özatay, Dr.
27/11/2024
M. Coşkun Cangöz, Dr.
26/11/2024
Burcu Aydın, Dr.
23/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
22/11/2024
Fatih Özatay, Dr.
20/11/2024