Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Suriyeli mülteciler konusunda artık karar vermek zorundayız

    Güven Sak, Dr.11 Ağustos 2014 - Okunma Sayısı: 2843

    Ben Türkiye’nin yaklaşık 15 aydır hemen her konuda karar almadan durumu idare ettiğini düşünüyorum. 15 aydır yapısal hiçbir konuda karar alamıyoruz. Böyle bir dönemde bürokrasi doğal olarak çalışamıyor. Kendisine yol gösteren olmazsa bürokrasi karar alamaz. Hâlbuki Türkiye’nin karar alması gerekiyor. Bu atalet hali Türkiye’ye alan kaybettiriyor. Karar alınamadığı için, sorunlar, sokağa salınmış boğa gibi sağa sola saldırıyor. Ben bugünlerde Türkiye’nin en önemli meselesinin göçmen meselesi olduğu kanaatindeyim. Biz tarihimiz boyunca hiç kalıcı olarak buraya yerleşme niyetinde olan göçmen görmedik. Ama bakın şimdilerde gelenlerin neredeyse yarısı gitmeyi hiç düşünmüyor. AFAD’ın yaptığı anketlere göre göçmenlerin yarısından fazlası Suriye’ye dönmeleri halinde barınacak yerleri ve çalışacak işleri olmayacağını söylüyor. Dolayısıyla, artık istesek de istemesek de bir göçmen problemimiz var. Ve biz hala onlara göçmen değil, misafir gibi davranmaya devam ediyoruz. Konu ile ilgilenen AFAD’ın samimi gayretlerine rağmen, karar alınamadığı için, sorun kangren oluyor. Bu arada, Suriye plakalı araçlar saldırıya uğruyor. Suriyeli göçmenler saldırıya uğruyor. Türkiye’de daha önceden olmayan bir şeyler oluyor. Türkiye’de bir göçmen meselesi doğuyor. Amerika’da Meksikalılara nasıl bakıyorlarsa, az kaldı, bizim de benzer bir problemimiz olacak gibi duruyor. Türkiye 15 aydır alması gereken yapısal kararları alamadığı için, Cumhuriyet tarihinin bu en büyük göçmen akımı karşısında yapması gerekenleri yapamıyor. En azından şimdiye kadar yapamadı. Gelin anlatayım.

    Suriye iç savaşının ortalığı kasıp kavurmaya başlamasından bu yana, ülkemizdeki Suriyeli göçmenlerin sayısı artıyor. Başlangıçta savaş kısa sürede biter, gelenler de geri döner diye onlara “misafir” diyorduk. Ancak misafirlik uzadıkça uzadı. Misafirlerin sayısı önce 1 milyona ulaştı, şimdi 1,3 milyona doğru gidiyor. 75 milyonluk Türkiye’de aslında 1 milyon göçmen o kadar da göze çarpmayabilir. Ama mesela Kilis’in nüfusu 80 bin. Kilis’te oturan Suriyeli göçmen sayısı da 80 bin. Kilislinin istese de istemese de Suriyeli göçmenlerden etkilenmemesi düşünülemez herhalde. O nedenle, Suriye plakalı arabaların saldırıya uğradığı yönündeki haberler daha çok bu bölgeden geliyor.

    Saldırıya uğrayan Suriye plakalı otomobil haberleri aslında iki problemi aynı anda iletiyor bana kalırsa. İkisine de değinmek isterim çünkü ikisi de ayrı ayrı ilgi bekliyor. Bir tanesi, bir bölgede artan göçmen yoğunluğunun yarattığı sürtüşme ihtimalidir. Yoğunluk arttıkça, sürtüşme artıyor. İdare ise karar alamadan bakıyor. İkincisi ise, Türkiye karayollarında sayısı artan Suriye plakalı otomobiller sorunudur. İdaremiz, üzerinden üç yıl geçmiş olduğu halde bunları kayıt altına alacak, muayenelerin yapılmasını sağlayacak bir düzeneği kurabilmiş değildir. Burada gördüğümüz şey, bir nevi hazırlıksızlıktır. Karar alamama halidir. İşlerin başıboş kalmasıdır. İşte söylemeye çalıştığım tam da budur.

    Aynı yoğunluk aslında Gaziantep için de geçerli. Ancak Gaziantep’te canlanan ekonomi bugüne kadar sorunun görünürlüğünü azaltıyordu. Gaziantepliler bu yeni işgücünden bir nevi memnundu. Orada problem daha çok, idaremiz gereken kararları almadığı için göçmenlere bir türlü işçi statüsü verilememesiydi. Çalışmaları için gereken düzenlemelerin gecikmesiydi. O gecikme nedeniyle, kaçak çalıştırılan işçi sayısındaki artıştı. Gaziantep neden canlıydı? Elbette Irak pazarı ve Irak ulaştırma koridoru açık olduğu için. Şimdi artan IŞİD aktivitesi nedeniyle o yol kapandı, kamyonlarımız ilerleyemiyor, ticaretimiz durma noktasına geldi. Daha önemlisi, Bağdat ile Erbil’in arası bozulunca, Erbil, Irak’ın petrol ihracatından alması gereken payı alamamaya başladı ve ticareti asıl bu para yokluğu mahvetti. Haziran 2014’ten Temmuz 2014’e, Irak’a ihracatımız yaklaşık yüzde 25 azaldı. 2013 yılının Temmuz’undan 2014 yılının Temmuz’una bakarsanız, ihracatımız yüzde 42 geriledi. Doğrusu bir nevi, Saddam dönemine doğru geri dönmeye başladık. Bu, göçmen problemi açısından Kilis’te ve Kahramanmaraş’ta olanları daha sık görmemize yol açar. Bu durumda IŞİD aktivitesi ile birlikte göçmen sorunun çok daha ciddi bir mesele haline geldiğini de not etmekte fayda var.

    Nasıl olduğunu daha somut anlatmak isterim. International Social Surveys Program (ISSP)’ın Ulusal Kimlik (National Identity) anketinin üçüncüsü 2013 yılında yapıldı. Daha önce aynı anket 2003 yılında da yapılmıştı. Anketler Türkiye’yi de kapsıyor. İstanbul Politikalar Merkezi’nin web sitesinden siz de bakabilirsiniz. Ali Çarkoğlu geçenlerde Hürriyet Daily News’ten Barçın Yinanç’a anlatıyordu. Söyleşi, bütün Barçın Yinanç söyleşileri gibi son derece doyurucuydu. Ben merak edip, ankete de baktım. Bu anket kapsamında katılımcılara soruyorlar: ”Göçmenler, ülkemizde doğmuş kişilerin işlerini ellerinden almaktadırlar” ifadesi hakkında ne düşünüyorsunuz?” Türkiye’de katılımcıların yüzde 29’u “kesinlikle katılıyorum” diyor. Yüzde 34’ü ise “katılıyorum” diye cevap veriyor. Buna göre vatandaşlarımızın üçte ikisi göçmenlerin işlerini ellerinden aldığını, alacağını düşünüyor. Memleketteki işsizliğin nedeni olarak göçmenleri işaret etmemize az kalmış gibi duruyor. Türkiye’de böyle düşünenlerin oranı, anketin yapıldığı 30’un üzerindeki ülke ile karşılaştırıldığında daha yüksek. Mesela Fransa’da, hani şu yabancı düşmanlığı var denilen Fransa’da, katılımcıların yalnızca dörtte biri böyle düşünüyor. Kesinlikle katılıyorum diyenler ise yalnızca yüzde 12. Kore’de ise katılımcıların dörtte birinden azı bu kanaatte. İfadeye kesinlikle katılırım diyenler yüzde 8’lerde. Az yani. Göçmen problemi olan, meselenin siyasileştiği Amerika’da bile bizdeki üçte iki çoğunluk gibi düşünenlerin oranı yüzde 40’larda kalıyor. İfadeye kesinlikle katılırım diyenlerin oranı yalnızca yüzde 13, Türkiye’dekinin yarısından daha az. 2003 yılı sonuçları ile karşılaştırıldığında, Türkiye’nin artık bir göçmen meselesi olduğunu görmek mümkün oluyor. Suriyeli göçmenlerden önce ve onlardan sonra yeni ve derin bir problemimiz oluyor. Neden? Millet orta ikiden terk olunca, göçmen problemi daha ciddi bir tehdit olarak algılanıyor zannederim. Kötü yani. Ciddiye almak lazım derim ben.

    Türkiye’nin şimdiye kadar hiç göçmen stratejisi olmadı. Artık olmalı. Türkiye’nin şimdiye kadar hiç göçmenleri topluma entegre etme programı olmadı. Artık olmalı. Türkiye’nin şimdiye kadar hiç göçmen problemi olmadı. Artık var. Ve bunun ilk nedeni Türkiye ekonomisinin bu bölgede parlayan bir yıldız olması. İkincisi ise etrafımızın ateş çemberi olması. Biz bu işle ilgilenmeye on yıl önce başlamalıydık. Geç bile kaldık.

    Önce 30 Mart 2014 yerel seçimleri vardı. Sandık başındaydık. Dün, tarihimizin ilk doğrudan Cumhurbaşkanı seçimi vardı. Yine sandık başındaydık. Normal olarak, 2015 yılı ortasında genel seçimler var. Bugün belirginleşen Cumhurbaşkanlığı seçimlerindeki oy oranlarına göre genel seçimin ne zaman yapılacağı önümüzdeki haftalarda daha bir netleşir. Bütün bunların öncesinde Gezi hadisesi vardı. Türkiye, Mayıs 2013’ten beri ileriye sağlıklı bir biçimde bakamıyor. Etrafında olup bitenlerle doğru dürüst ilgilenemiyor. İlgilense herhalde dış politikada halimiz böyle olmazdı. Aynı durum, içerisi için de geçerli aslına bakarsanız. Ekonomi dâhil, memleketin meseleleri ile ilgilenecek kaliteli bir zaman bulmak mümkün olmuyor. Türkiye, yaklaşık 15 aydır siyasetle uğraşmaktan, işleriyle ilgilenemiyor. Bir ülkenin işleriyle ilgilenememesi ne demektir tanımlamak isterim. Türkiye yaklaşık 15 aydır alması gereken kararları alamıyor. Şimdi şöyle ya da böyle cumhurbaşkanlığı seçimini de arkamızda bıraktığımıza göre, bu bekleyen işlerle az da olsa ilgilenebilir miyiz acaba?

    Ben bu noktada en önemli meselenin göçmen sorunu olduğu kanaatindeyim. Türkiye, mülteciler konusunda artık karar vermek zorundadır. İstese de istemese de, bu sorun böyle yönetilemez.

    Nasıl yönetilemez?

    Eskiden Sovyetler Birliği için anlatılan bir fıkra vardı. Burada halimiz ona benziyor. Sovyetler treni yola çıkıyor. Bir gün, baş makinist Lenin’in kapısını çalıyorlar. “Efendim” diyorlar, “trenimiz falanca yokuşu çıkamıyor, yolda kaldık.” Lenin üzerine çalışma tulumlarını giyiyor. Gidip, lokomotifi tamir ediyor. Sonra tren yine yola çıkıyor. Gel zaman git zaman, tren yine yolda kalıyor. Baş makinist Stalin’in kapısını çalıyorlar. “Efendim” diyorlar, “olmuyor, bu yokuşu çıkmıyor, burada kaldık.” Stalin hemen trenin içine bir anons yapıyor. “Yoldaşlar” diyor, “trenin perdelerini kapatın.” Kapatılınca ikinci anonsu yapıyor, “içimizde emperyalizmin ajanları var, onları öldürüp, dışarıya atın” diyor. Hafifleyen tren yola devam ediyor. Gel zaman git zaman Brejnev dönemine geliniyor. (Sovyetler dağıldıktan sonra doğanlar için bir not koyayım müsaadenizle: Brejnev, bir nevi Gorbaçov dönemi öncesi ataletin simgesidir.) Tren bu kez düz ovada duruyor. Baş makinist Brejnev’in kapısını çalıyorlar. Brejnev, hemen bir anons yapıyor. “Yoldaşlar, trenin perdelerini kapatın” diyor önce. Perdelerin kapatılmasından sonra ikinci bir anons daha yapıyor. “Şimdi” diyor “herkes olduğu yerde sallanmaya başlasın, tren gidiyormuş gibi yapalım.”

    Türkiye’nin göçmen politikası denildiğinde ben bu aralar bu fıkrayı hatırlıyorum. İçim acıyor.

     

    Bu köşe yazısı 11.08.2014 tarihinde Dünya Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır