Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Rektör istemezse, profesör kalem kıpırdatamaz

    Güven Sak, Dr.10 Haziran 2014 - Okunma Sayısı: 2106

    Türkiye'de araştırma yapmak neden son derece zordur? İşte bu yönetişim yapısı nedeniyle.

    Bundan herhalde birkaç yıl önceydi. Memleket üniversitelerinde araştırma olsun, temel bilimler gelişsin diye düşünen bir üst düzey bürokrat ile sohbet ediyordum. Konu üniversitelerin araştırma merkezleriydi. Sorusu son derece yalındı: “Biz” diyordu, “araştırma merkezlerine, orada, burada milyonlarca lira para akıtıyoruz. Ama sonunda araştırma merkezi, üniversiteden ayrı bütçesi olmadığı için, rektör istemezse, faks kağıdı bile alamıyor. Bu araştırma merkezlerini işletmek için nasıl bir yönetişim altyapısı kurmak lazım?” Geçen hafta Radikal’de İdris Emen’in haberini okurken aklıma o günkü sohbet geldi. Habere göre, İstanbul Üniversitesi bünyesinde 6 milyon lira harcanarak kurulan Kuantum Laboratuvarı iş güvenliği için alınması gereken tedbirler alınamayınca kapatılmıştı. Neden kapatılmıştı? Kendine has ayrı bir bütçesi olmadığı için elbette. Bu öyle bir problem ki, araştırma merkezinize bir sürü proje bulsanız da, o projelerden bir sürü para kazansanız da, o gelirler olduğu gibi üniversite bütçesine gelir oluyor. Sonra merkeze kalem ya da faks kağıdı almak için yine rektörlüğün yolunu tutmanız gerekiyor. Nedir? Üniversitede YÖK düzeni işte böyle bir şeydir. Kalkınma Bakanlığı’nın Araştırma Altyapılarının Desteklenmesi ile ilgili düzenlemesindeki ayrı bütçeli araştırma merkezi fikri bu çerçevede doğrudur. Hatalı olanı değiştirmeye yöneliktir. Ama daha doğrusu nedir? Üniversitelerdeki YÖK düzenini olduğu gibi değiştirmektir.

    Şimdi burada önemli olan İstanbul Üniversitesi Kuantum Laboratuvarı’nda ne olduğu filan değildir. Ben laboratuarın başındaki Doç.Dr. Afif Sıddıki’nin sözlerini bağlamından kopartarak okumanın daha doğru olduğunu düşünüyorum. Afif Bey’in ne iş yaptığını unutun, yalnızca söylediğini dinleyin. Neden yurt dışında son derece başarılı olan araştırmacılar memlekete dönünce birdenbire verimlilikleri düşer? Sanki şöyle bir tembelleşirler. Dinleyin ve anlayın: “Kavga etmekten yoruldum. İki gün sonra 40 yaşıma giriyorum. Evliya olacağım da yok. Bilimdi, Lab’dı, memleketi artık siz düşünün. Bu kadar pis adamın arasında debelenip durmaktan bıktım. Üstelik hem kendimi hem de bana inananları hayal kırıklığına uğratmaktan da bıktım.”

    Nedir? Türkiye’de araştırma yapmaya teşebbüs etmek, başına bir nevi iş almaktır. Bizim sistemimiz, çalışmak isteyen adamın bir nevi süpermen olmasını gerektirir. Öğretim üyeleri dışarıda iş yapabilsinler diye, “hiç utanmadan” övünerek anlattığımız sistem, teknopark sistemidir. Teknoparkta hoca kendisine bir şirket kuracaktır. Bu arada okulda derslerini verecek, laboratuvarda araştırmasını yapacaktır. Sonra şirketi yönetecek, muhasebeye bakacak, vergi otoritesine karşı da sorumlu olacaktır. Bulduğu her neyse ticarileştirmeyi tek başına yapacaktır. Burada atladığım şudur: Aynı zamanda hocanın her aşamada, hiç işi yokmuş gibi, üniversitenin rektörünü de idare etmesi gerekecektir. Rektörü ikna etmeden bizim sistemimizde bilim yapmaya da izin yoktur. Garip yani.

    Bu çerçevede, üniversitede başarılı araştırma projeleri yürüten profesör ya da doçentle, son derece başarılı projeler yürüten bir belediye başkanı arasında hiçbir fark yoktur. Diyelim bir ilçede belediyeyi yönetiyorsunuz. Ankara’yı ikna edip, bölgenize bir havaalanı ve yol yaptırdınız. Sonra birkaç restorasyonla bölgeye turist akmaya başladı. Bölgede gelirler arttı. Bölgeden toplanan vergiler yükseldi. Nereye gitti paralar? Ankara’ya. Diyelim aklınızda şimdiye kadar olanı ikiye katlayacak bir bölgesel kalkınma projesi var. Biraz yatırım lazım. Ne yapacaksınız? Ankara’ya gidip, konudan bihaber üç tane bürokrat ile birkaç bakanı ikna etmeniz lazım. Hani hoca “kavga etmekten yoruldum” diyor ya, öyle yani. Şimdi yine düşünün: Güzel bir proje aldınız merkeze. Kaynak geliyor. Eleman almak lazım. Kalem lazım. Faks kağıdı lazım. Hepsi için rektörden imza lazım. Gelirler üniversite bütçesine giderse, aynı o belediye başkanı gibi sizin her yeni proje için gidip birilerini yeniden ikna etmeniz lazım.

    Türkiye’de araştırma yapmak neden son derece zordur? İşte bu yönetişim yapısı nedeniyle. Bu sistem nereden gelir? Üniversitelerin hepsinin nasıl bir örgütlenme şemasına sahip olması gerektiği YÖK düzenlemelerinde yazılıdır. Dışına çıkılamaz.

    Neymiş? YÖK düzeni, son derece merkeziyetçi idari sistemimizin üniversitelere doğru genişletilmiş halidir. Yanlıştır. Zaten YÖK düzeni bize 12 Eylül’ün emanetidir. Daha önce size “YÖK’ten hiçbir şey olmaz” dediğimi hatırlıyorum. İşte budur.

     

    Bu köşe yazısı 10.06.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır