Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Bu kadar uçak birbirine çarpmadan nasıl gidiyor?

    Güven Sak, Dr.20 Mayıs 2014 - Okunma Sayısı: 2253

    Kömür madenciliğinde zorlama bir özelleştirme sistemi var. En önemli fark da burada galiba.

    Geçenlerde biri bana ,“Gökyüzünden bir uçağın geçtiğini gördüğünde bunun kafana düşmeyeceğinden nasıl emin oluyorsun?” diye sordu. Galiba ondan sonra, “Bu kadar uçak birbirine çarpmadan nasıl gidiyor?” diye merak etmeye başladım. Soma faciası sonrasıydı. Konu, güvenlik tedbirlerini uygulama kapasitesiydi. Öyle ya, maden kazalarında Türkiye birinciliği kimselere bırakmıyordu. Hâlbuki nasıl madencilikişletmelerinin riayet etmesi gereken kurallar varsa, uçak işletmelerinin de riayet etmesi gereken kurallar vardı. Birini uygulatmayı becerecek organizasyon kapasitesine sahip bir devlet, neden ötekini uygulatmayı beceremiyordu? İşte aklımda kalan buydu. O zamandan beri kafamda çeviriyorum. Gelin bir de size anlatayım.

    Ben küçükken gökyüzüne doğru baktığımda, yalnızca güneşi ve bulutları görmek mümkündü. Şimdi çok sayıda uçak görmek mümkün. Bundan son derece de memnunum doğrusu. Türkiye’nin gelişmesinin bir aşaması gibi bakıyorum hadiseye. Bugüne kadar hiç “Bunlar şimdi benim kafama düşer mi?” diye düşündüğümü de hatırlamıyorum. Kaç tane uçak olabilir havada? Sadece Türkiye hava sahasında 2013 yılında 1,5 milyon uçuş gerçekleşmiş.

    Neden madencilikte olmuyor?

    Düşünsenize havada dolaşan binlerce uçak var ve sayıları giderek artıyor. Birbirlerine çarpmadan belli koridorları kullanarak dolaşıyorlar. Kocamanları var, küçükleri var. Büyük bir organizasyondan bahsediyoruz yani. Evlerimizin üzerinden gidip geliyorlar. Tamam, uçak yapmak kolay bir iş değil, ancak birkaç şirket yapıyor. Ama bu uçakların tamamını aynı şirket işletmiyor. Üstelik bu uçakları işleten şirketlerin her biri bir başka ülkede bulunuyor. O ülkelerin tamamı da doğrusu organizasyon kabiliyetleri ile anılmıyorlar. Buna rağmen, hava yollarında belli bir güvenlik standardı işletilebiliyor. Gökyüzüne bakınca, “Bu uçak benim kafama düşer mi?” diye derin bir şüphe duymuyoruz. Neden benzer bir güvenlik standardını Türkiye’de, mesela madencilik alanında tutturamıyoruz? Nasıl oluyor bu?

    Güvenlik standardı
    Uçak işinde güvenlik standardı şöyle işliyor: Birkaç uçuşta bir, uçağın aksamının bir bölümünün, hasarı olsunolmasın, yalnızca kullanıldı diye değiştirilmesi gerekiyor. Çin’de daha 1990’ların başında bile, eskimeyen, daha kullanılabilecek parçaların değiştirilmesini kültürel olarak kabul edebilmek pek zormuş. Bizim buralarda ikinci savaşı görmüş olan kuşakların tasarruf anlayışı gibi bir durum bu. Onun için uçakların daha sık düştüğü bir dönem var Çin havacılık tarihinde. Çin’in uluslararası havacılık güvenlik standartlarını yoğun bir biçimde uygulamaya başlaması henüz çok yeni. 1971 yılında Amerikan Dışişleri Bakanı Henry Kissinger, kimselere duyurulmadan, gizli olarak Çin’e geldiğinde, Pekin havalimanındaki temel problem, bir Boeing uçağından yolcuları indirecek merdiveni bulmakmış. 1997 yılı geldiğinde, üçüncü Çin havayolu da New York’a uçmak için başvurunca, Amerikalılar Çin’de kullanılan uçakların güvenlik standartlarının önemi üzerinde durmaya başlamışlar.

    İlk sonucu hemen çıkartayım, müsaadenizle: Havayolu güvenlik standartları ulusal değil, uluslararası düzeyde işletiliyor. Başka bir ülkenin hava sahasını çokça kullanmaya başlarsanız, güvenlik standartları herkesin derdi oluyor. Hâlbuki madencilikteki güvenlik standartları tamamen ulusal.

    İkincisi, uçakları üreten az sayıda şirket var. Geçenlerde düşen Malezya uçağı bir Boeing 777’ydi mesela. Her uçak düştüğünde bu durum, uçak üreten şirketleri de zor duruma sokuyor. Uçak, uçağı işletenin, organizasyon becerisi düşük diye düşüyor ama ceremesini üreten şirket çekiyor. O zaman bu tür şirketler, uçak bakımı ve güvenlik standartları konusunda her ülkenin aynı paralele gelmesi için ellerinden gelen çabayı harcıyorlar. Bu konuya kaynak ayırmaktan çekinmiyorlar. Üçüncüsü, uçak işletmeciliği bildiğimiz vergi ve harçlar karşılığında, bildiğimiz özel şirketler eliyle yapılıyor.

    Kömür madenciliğinde zorlama bir özelleştirme sistemi var. En önemli fark da burada galiba. Mülkiyet devlet eliyle, kullanım hakkı ise, rödovans (alım garantisi) ile devrediliyor. Ben kömürdeki sözleşme düzenini Osmanlı’da vergileri toplayan mültezimlerle imzalanan iltizam sözleşmelerine benzetiyorum. Ne diyoruz? “Sen bana minimum şu kadar getir, topladığının fazlası sana kalsın”. İşte o zaman da böyle oluyor. Vahşi olan galiba bu sözleşme türü.

    Bu köşe yazısı 20.05.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır