Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Bir çocuk için Bağdat neyse Ankara o

    Güven Sak, Dr.11 Mart 2014 - Okunma Sayısı: 2776

    Yürüyün ve içinde yaşadığımız mezbeleye nasıl şehir diyebildiğimize hayretle bir bakın. İzlenimlerinizi de lütfen bana yazın.

    Geçen gün bir Bağdat haritası gördüm. Üzerine ölümle sonuçlanan saldırıları kırmızı ile işaretlemişlerdi. Bağdat’ta gün geçmiyor ki, bir araba bir yerde patlatılmasın, bir terör saldırısı olmasın. Böyle bir ortamda çocuk yetiştirmenin nasıl bir şey olduğunu tahayyül edebiliyor musunuz? “Yok, Allaha şükür, bizde öyle terör saldırıları yok. 1980 öncesinde kaldı o günler. Üzerinden tam otuz yıl geçti. 

    Nasıl olduğunu nereden bilelim?” filan demeyin. Ben pek güzel tahayyül edebileceğiniz kanaatindeyim. Belediyelerimiz tarafından başlatılan kent içinde hızlı yollar terörü ile Irak’taki terör saldırıları arasında bence çocuklar açısından yol açtığı sonuçlar açısından bakarsanız hiç fark yok. Ben bakıyorum ve şunu görüyorum: Bağdat’ta terör saldırıları nedeniyle çocuklar nasıl yaşıyorsa, Ankara’da da içinden hızla arabayla geçilen kent içi yollar terörü nedeniyle çocuklar aynı biçimde yaşıyor. Orada ne lobisinin ortalığı karıştırdığını uzmanlarına sorun ama burada çocuklarımızın hayat kalitesini otomobil lobisine teslim olmuş belediyemiz olumsuz etkiliyor. Nokta. Hemen “Yok canım, hakkaniyetli ol, Bağdat neresi Ankara neresi” demeyin. Ne demeye çalıştığımı bir dinleyin.

    Bu hafta sonu, İngiliz Financial Times (FT) gazetesi Christine Spolar’ın iki sayfalık Bağdat izlenimlerini yayımladı. Spolar, 2003-2004 yıllarında Bağdat’ta gazetenin büro şefi olarak çalışmış. On yıl sonra, 2014 yılında, Bağdat’a geri dönmüş. Eski büro çalışanlarını bir araya toplamış. İnsanlarla konuşmuş. “On yılda hayatınızda neler değişti?” diye sormuş. On yılda elbette insanlar yaşlanmış. Aile kurmuşlar. Çocukları olmuş. Bu “on yıl sonra Bağdat izlenimleri”ni okuduktan sonra, benim aklımda en çok, Meryem Adhem’in hikayesi yer etti. Meryem, Sinan ve Hiba Adhem’in 9 yaşındaki kızları. Christine, kısa Bağdat ziyaretinde, Meryem’in doğum günü partisine katılıyor. Üzeri şekerlemeden yapılmış bir “Dora the Explorer” resmi ile bezeli çikolatalı bir doğum günü pastası varmış Meryem’in. Aynı bizim buralardaki gibi yani. Çocuklar Ankara’da da, Bağdat’ta da benzer çizgi filmleri büyüyerek yetişiyorlar. Bu birinci benzerlik. Akşamüstü ev ziyareti sırasında Sinan, Meryem’in nasıl hep evin içinde yaşayarak büyümek zorunda kaldığını anlatıyor. “Ben” diyor, “sokaklarda oynardım. Ama şimdi bu terör saldırıları nedeniyle dikkat etmek zorundayız. Çocuğu tek başına okula filan gönderemiyoruz. Biz getirip, götürüyoruz. Tek başına bırakırsa, kaçırılmasından endişe ediyoruz.” Sonra da ekliyor, “Halbuki benim çocukluk yıllarım öyle miydi?” diye. Şimdi elinizi vicdanınıza koyup, söyleyin, siz de bizim kentlerimizde, özellikle, Ankara ve İstanbul’da benzer bir endişe duymuyor musunuz? Kendi büyüdüğünüz döneme bugün bakarken, “biz eskiden sokaklarda dolaşırdık, dışarıda yaşardık” diye düşünmüyor musunuz? Ben aynen böyle anlatıyorum. Bu ikinci benzerlik. Bana asıl çarpıcı gelen bölüm, Meryem’in evde salondaki halının üzerinde nasıl paten kullanmayı öğrendiğine ilişkin bölümlerdi. Meryem, paten nedir biliyor ama pateni bir tek evde kullanılır bir alet olarak biliyor dokuz yıllık hayatında. Yine elinizi vicdanınıza koyup bir söyleyin, bizim çocuklarımız da ev odaklı yaşamlarında, aynı biçimde yaşamıyorlar mı? Sonra Meryem’in bir de bisikleti var. Her çocuğun bir bisikleti olmalı. Meryem bisikleti, yatak odasında, yatağının başucunda tutuyor. Bir nevi onunla beraber uyuyor. Ama bisiklete yalnızca arabaların park edildiği, yüksek duvarlı bir bahçenin içinde binebiliyor. Meryem’i kimse bisikleti ile sokağa salmıyor. Ben küçükken sokakta binerdim. Meryem binemiyor. Siz çocuğunuzu bisikleti ile birlikte sokağa salabiliyor musunuz? Şimdi düşünün Ankara Belediyesi’nin trafik terörüne katkı faaliyetlerinin en sonuncu aşaması olan ODTÜ Yolu kıyısında oturuyorsunuz: Çocuğunuzu bisikleti ile sokağa bırakmayı düşünebilir misiniz? Salamazsınız. Şehir içinde araba ile hızla geçilen yol demek, şehre çocuklar geçemesin diye duvarlar örmek demektir. Kötü belediyeciliktir. 

    Peki, en kötüsü nedir? En kötüsü, içinde yaşadığımız mezbeleyi kent zannediyor olmamızdır.Sizlerden bir ricam var: Öyle şehrin kırık dökük bir yerine filan gitmeyin. Ankara’da Çukurambar’a gidin.Lütfen birinci sınıf restoranların yan yana dizildiği mecburiyet caddesinden Armada AVM’ye doğru bir yürüyün. Eskişehir yolunun yaşam alanlarını milli hudut gibi kestiği, residans, avm ve sitelerin her biri kendi parselinde bağımsızlıklarını ilan ettiği ve kamusal alan kavramının tarihe karıştığı bu yerde iki mekan arası yaklaşık 1000 metre. Benzer bir yürüyüşü İstanbul’da Levent’te Kanyon AVM’den Zorlu Center’a da yapabilirsiniz. Yürüyün ve içinde yaşadığımız mezbeleye nasıl şehir diyebildiğimize hayretle bir bakın. İzlenimlerinizi de lütfen bana yazın. İstikrar içindeki Türkiye’de, Ankara ve İstanbul’da çocuk olmakla, istikrarsızlığın kol gezdiği Bağdat’ta çocuk olmak arasında bir fark olmaması ayıptır. 21inci yüzyılın ilk çeyreğinde bu ayıp bize yeter. Bakın, ilk çeyreği boşa geçirdik. Zamanımız iyice azaldı.

     

    Bu köşe yazısı 11.03.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır