Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Dönmeyen sermaye, 'eksikgün', 'tamgece'

    Fatih Özatay, Dr.03 Ağustos 2013 - Okunma Sayısı: 768

    Tamgün yasası çıktı ve öğretim üyeleri, kurumlarında hasta bakamaz hale gelip muayenehane ile üniversite arasında tercih yapmaya zorlandılar.

    Bir sanayici düşünün. Fabrikasındaki tıkır tıkır çalışan ve üretim açısından yaşamsal olan makinelerin yarısını fabrika dışına atsın. Olacak iş mi? Değil elbette. Hadi attı diyelim; sonuçta onu ilgilendirir. Varsayın ki bu fabrika yeni fabrikaların kurulmaları ve üretime geçebilmeleri için gerekli çok önemli makineler üretiyor. Ülkede böyle birkaç fabrika daha var. Bu fabrikaların sahipleri, çok iyi çalışan makinelerini atsınlar fabrika dışına. ‘Sadece onları ilgilendirir’ diyemeyiz herhalde. Ya da ekonomi yönetimi olarak öyle bir karar alıyorsunuz ki bu fabrikalar makine parklarının önemli bir kısmını kullanamaz ve dolayısıyla doğru dürüst çalışamaz duruma geliyor. Sadece o fabrikaların bugünkü üretimi değil, kurulacak başka fabrikalarda yapılacak yarınki üretim de engellenmiş oluyor. Olamaz, değil mi? Böyle bir karar alınamaz. 

    Üretim sadece makinelerle olmuyor elbette. Bir de işgücü var. Yukarıdaki ‘saçma’ örneklerdeki ‘makine’ sözcüğünü çıkarın, yerine ‘mühendis, teknisyen, ustabaşı ve nitelikli işçi’ sözcüklerini koyun; yine değişen bir şey olmayacak. “Yok canım, böyle bir şey olamaz” diye düşüneceksiniz.

    Ülkeler arasında büyük gelir farklılıkları var. Ne yazık ki bu farklılıklar çoğu ülke için yıllardır azalmıyor. Zenginlerle aralarındaki gelir farklılığını zamanla kapatmayı başaran çok az sayıda ülke var. Önemli özelliklerinden biri, eğitim düzeylerinin yüksekliği. Biraz daha deşerseniz, elbette topluma bu yüksek eğitim düzeyinden yararlanmalarını sağlayan fırsat eşitliğini yaratan çoğulcu sistem biçimleri. Kaliteli eğitim, hem araştırma-geliştirme faaliyetlerini yapacak ve bu faaliyetler sonucunda ortaya çıkacak yeniliklerin üretime yansımasını sağlayacak uzmanların yetişmesini hem de (ithal ya da yerli) ileri teknoloji kullanılarak yapılacak üretim için gerekli nitelikli işgücünü sağlıyor.

    Ne yazık ki Türkiye bu grupta yer almıyor. Ne ana değin zengin ülkelerle arasındaki gelir farklılığını kapatmak yolunda bir, hadi iki olsun, arpa boyu yol aldı ne de ileriye umutlu bakmamızı sağlayacak eğitim düzeyi yüksek bir nüfusu var. Bu durumda doğal olarak ne düşünülür? Herhalde, hal böyle olunca, bu kıt kaynağın üzerine titrenilmesi gerektiğini düşünür insan. Yani, “Elimde iyi eğitimli ne kadar insan varsa onları kaybetmeyeyim, onlardan en çok faydayı sağlayayım” düşüncesi en makul düşünce olur. Hele, az sayıda iyi bilim insanınız, öğretim üyeniz varsa... Onların geleceğin kaliteli tıp doktorlarını, mühendislerini, fizikçilerini, kimyacılarını, sosyologlarını, öğretmenlerini, her neyse, onları yetiştirmelerini sağlamak için elinizden gelen olanakları onlara sunmanız beklenir.

    Oysa son birkaç yılda tıp fakülteleri çok değerli öğretim üyelerinin bir kısmını kaybetti. Çevremde tıp profesörü arkadaşlarım var. Hiçbirinin muayenehanesi yoktu; akıllarından bile geçirmiyorlardı. Maaşları ve üzerine döner sermayeden elde ettikleri ek gelir onları zengin yapmıyordu ama yetiyordu. Önce döner sermaye gelirlerini kuşa çeviren birtakım kararlar alındı. Bu karar tıp öğretim üyelerinin bir kısmını muayenehane açmaya itti. Sonra da tamgün yasası çıktı ve bu değerli öğretim üyeleri kurumlarında hasta bakamaz hale gelip muayenehane ile üniversite arasında tercih yapmaya zorlandılar. Ayrıntılı bir tartışma okumak isteyenler, Hürriyet gazetesinde bir süre önce Sedat Ergin’in kaleme aldığı yazı dizisine bakabilirler.

    Bu çok kısıtlı özet, şu soru için yeterli ama: Sağlık sektöründe son yıllarda yaşananların, yazının girişinde verdiğim ve ‘yok canım bu kadar da olmaz’ diye düşündürten o ‘garip’ örneklerden ne farkı var?

    Bu köşe yazısı 03.08.2014 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır