Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Üniversite yerleştirme sonuçları neden acıklı?

    Fatih Özatay, Dr.27 Temmuz 2013 - Okunma Sayısı: 892

    Her boş araziye beton dökmeyi marifet sayanlar, neden çocuklarımızın istediği üniversitede eğitim görmelerini sağlayacak kredi sistemini tasarlayamıyor?

    Bu yıl sınavda başarılı olan öğrencilerin hangi üniversitelere yerleştirildikleri belli oldu. Sonuçları görmedim. Ama adım gibi biliyorum ki, yıllardır süren acıklı bir durum bu yıl da bizimle. “Acıklı durum nedir” diye sorarsanız, yazının sonunda. Ama önce, “Her boş araziye beton dökerek, uluslararası gelişmişlik ligindeki ‘iç güveysinden hallice’ konumumuzu değiştiremeyeceğimiz” olgusuna dönüp, geçen cumartesi kaldığım yerden devam edeyim ve acıklı durumla bağlantı kurayım.

    Hafta içinde bir sohbette bir arkadaşım verimlilik düzeyimizi arttırarak, milli gelirimizi nasıl büyütebileceğimizi hesaplıyordu. Hesap basitti. Şu andaki mevcut üretim faktörlerimizi, yani sermaye stokumuzu ve işgücünü veri alın. Mevcut sermaye stokunu ve işgücünü, ‘daha iyi kullanırsak’, milli gelirimizi yükselteceğimiz açık. ‘Daha iyi kullanmanın’ ölçülebildiğini düşünün. Mesela yüzde 10 daha iyi kullanırsak, milli gelirimizi de yüzde 10 arttırmak mümkün. Aynı nüfus ile böylelikle kişi başına gelirimizi de yüzde 10 yükseltebiliriz.

    ‘Daha iyi kullanmak’, işgücünün beceri düzeyini belirgin biçimde yükseltmek, daha ileri üretim teknolojisi kullanmak, daha iyi bir üretim organizasyonu kurmak ve daha gelişmiş bir altyapı anlamına geliyor. Dikkat ederseniz bu dört unsurdan son üçü, ilkiyle yakından ilgili. Gelişmiş bir teknoloji kullanmak için ya bu teknolojiyi ithal etmeniz gerekiyor ya da kendinizin geliştirmesi. Geliştirmenin önkoşulu, beceri düzeyi yüksek, yani nitelikli bir eğitimden geçmiş işgücüne sahip olmak. İthal ettiğinizde ise yine aynı gereklilik ortaya çıkıyor: Bu teknolojiyi kullanabilecek nitelikte eğitimden geçmiş işgücü. Keza gelişmiş bir üretim organizasyonu için de eğitim düzeyi yüksek bir işgücüne ihtiyaç var. Benzer bir durum gelişmiş altyapı için de geçerli. Mesela daha iyi yol yapmak için daha nitelikli mühendis, usta ve işçilere gereksinim olduğu açık.

    Bu çok basit ve malum gerçekler, küresel veriler kullanılarak yapılan araştırmalarla da doğrulanıyor. Kişi başına 10-15 bin dolar arasında bir gelir düzeyine gelebilen ülkelerin çoğu bu düzeyde takılıp kalıyorlar. Takılmayıp yoluna devam edenlerin en önemli ortak özelliklerinin başında eğitimli bir işgücü geliyor. Bu açıdan Türkiye’nin durumunun ‘sevimli’ olmadığı bu köşede defalarca yer aldı. İster nüfusumuzun ortalama eğitim düzeyinin ‘orta ikiden terk’ olmasını dikkate alın, ister üniversiteye giriş sınavlarındaki sonuçlara bakın, ister OECD’nin çok sayıda ülkenin gençlerine uyguladığı PISA testlerinin sonuçlarına odaklanın, isterseniz de bu kadar uzağa gitmeyip etrafınızda sağa sola asılan duyuruları ve afişlerdeki Türkçe düzeyini ya da kırmızı ışık ihlallerini düşünün. Elbette alınan patent sayısına, dişinize yapılan dolgunun ertesi gün düşmesine, tamir edilen sifonunuzun iki gün sonra tekrar bozulmasına, “Yahu bu bizim duvar neden eğri”ye, Gezi direnişi sırasında o kadar kişinin neden öldüğüne ve yaralandığına da takılabilirsiniz.

    Acıklı durum şu: Kaliteli eğitim yapan bazı üniversitelerimize rahatlıkla girebilecek puana sahip olan çocuklarımızın ezici bir çoğunluğu o üniversiteleri seçemediler. Naçar, kısıtlı sayıdaki bazı bölümleri ve bazı öğretim üyeleri hariç, hem dünya ölçeğinde hem de Türkiye ölçeğinde kötü eğitim veren üniversitelere gittiler. Zira o kaliteli üniversitelerin bir kısmı paralı. Yanlış anlaşılmasın: Her paralı üniversite iyi değil aksine çok kötüleri var. Ama Türkiye’nin az sayıdaki iyi üniversitesinin bir kısmının da paralı olduğu açık. Bu paralı üniversitelerde burslu kontenjanlar da var. Ama acı gerçek değişmiyor: Kaliteli parasız üniversitelere giremeyen ama üniversite sınavının başarı sıralamasında yerleri hiç de kötü olmayan çocuklarımız, bu sıralamada çok gerilerde yer alan çocuklarımızın elde ettikleri kaliteli bir üniversitede eğitim görme olanağını elde edemiyorlar.

    Her boş araziye beton dökmeyi marifet sayanlar, neden çocuklarımızın istedikleri üniversitede eğitim görmelerini sağlayacak bir kredi sistemini tasarlayamıyorlar? Yoksa bu da mı eğitim düzeyimizle ilgili?


    Bu köşe yazısı 27.07.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır