Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Yoksa 'çok', 'hiç' mi demek?

    Fatih Özatay, Dr.20 Temmuz 2013 - Okunma Sayısı: 960

    Oraya buraya beton dökerek belli bir süre yüksek bir büyüme oranı yakalayabilirsiniz ancak bunun sürdürülebilir olması mümkün değil.

    Oraya buraya beton dökerek zengin ülkelerle aramızdaki gelir uçurumunu kapatmak mümkün mü? Mümkün olsaydı çok sayıda ülke altyapı yatırımlarına ağırlık vererek gelişmiş ülkeler ligine çıkardı. Oysa bu lige çıkmayı başaran çok az sayıda ülke var. Uzunca bir zaman alsa da… Salt altyapı yatırımları ile becermemişler bu işi. Elbette otoyol, hızlı tren hattı, köprü, baraj falan yapmak önemli. Bunlar yüksek bir oranla büyümek ve zenginlerle farkı kapatmak için gerekli. Onlarsız olmuyor. Ama ne yazık ki araştırmalar zenginler ligine yükselebilmek için hiçbir şekilde yeterli olmadıklarını gösteriyor.


    Üniversiteye girişin ilk ayağını ‘Yüksek Öğretime Geçiş Sınavı’(YGS) oluşturuyor. Bu sınavda başarılı olanlar ikinci aşama olan ‘Lisans Yerleştirme Sınavı’na (LYS) katılıyorlar. Bu yılki LYS sonuçlarından birkaç rakam vereyim. Doğru cevap ortalamasının toplam soru sayısına oranı yüzde olarak bazı dallar için şöyle: En düşük başarı yüzde 15 ile geometri alanında. En yüksek başarı ise Türk Dili ve Edebiyatı sorularında elde edilmiş: Yüzde 42. Matematikte başarı oranı yüzde 26, fizikte yüzde 24, kimyada ise yüzde 37. Tüm sorular için ise başarı oranı sadece yüzde 31. Evet 100 üzerinden 40 bile alınamamış. 


    Hiç iç açıcı olmayan bu sonuç sadece bu yıla özgü de değil. Geçmişteki durum da üç aşağı beş yukarı böyle. Eğitim sistemimizin düzeyinin tek ölçütü elbette üniversite sınavı olamaz. Ama çok önemli bir ölçüt olduğu da şüphe götürmez. Başka ölçütler de var; onlar da iç açıcı değiller. Mesela OECD’nin yaptığı PISA test sonuçları. Farklı örnekler de verilebilir. Gerek yok.
    Oraya buraya beton dökerek belli bir süre yüksek bir büyüme oranı yakalayabilirsiniz. Ancak bunun sürdürülebilir olması mümkün değil. Araştırmalar az sayıdaki çok uzun süreli yüksek büyüme oranı yakalayan ülkelerin sahip oldukları özellikle iki özelliğe dikkat çekiyorlar. İkisi de birbirleriyle ilgili: Birincisi, bunlar, nüfus içinde özellikle yüksek eğitim görmüş kişi sayısının fazla olduğu ve eğitimin kalitesinin yüksek olduğu ülkeler. İkincisi, çimento, bez gömlek, demir-çelik, otomobil gibi düşük ve orta teknolojili ürünler gibi yüksek teknolojili ürünler de ihraç edebilen ve bu ürünlerin toplam ihracat içindeki payının azımsanmayacak bir düzeyde olduğu ülkeler. Genç nüfusa sahip olmak, yatırım hamlesi falan yapmak da önemli. Ama yukarıda belirttiğim gibi sürdürülebilir yüksek büyüme oranları için bunlar yeterli değil. 


    Eğitim sistemimiz yeterli değil. İlk ve ortaöğretimde öğrencilere çok sayıda ders yükleyip doğru dürüst bir sonuç elde edemiyoruz. Bir anlamda ‘çok’, ‘hiç’e dönüşüyor. Bunca yıllık eğitimden sonra Türkçenin düzgün kullanılamaması rahatsız etmiyor mu sizi? Öğrencilerin önemli bir kısmına bu kadar çok sayıda ders vermek yerine az sayıda konuya odaklanmalarını sağlamak daha mı iyi bir çözüm? Merak etmeyi öğretmek mesela? Merak etseler de ileride bu iletişim çağında açıklarını kendileri kapatsa? Öte yandan, az sayıda ders, yetersiz öğretmen sorunu için bir geçici çare olabilir mi? Peki, o zaman hangi öğrenciler sözgelimi biyoloji ve coğrafya okumayıp da yine sözgelimi Türkçe, yabancı dil ve matematik okusa? Hangi dersler? 


    Zor sorular. Sporda dopingi teşvik etmek yerine, hadi o bir yan etki olarak çıkıyor; sporu teşvik ederken, bu alanda düşünecekleri ve çözüm önerileriyle gelecekleri de teşvik etsek? Gündüz bir altyapı töreninde kurdele kestikten sonra, mesela akşam da bu çözüm önerilerinin sunulduğu konferansları onurlandırsak? Dinlesek onları?


    Bu köşe yazısı 20.07.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır