Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Boş övünme

    Fatih Özatay, Dr.20 Haziran 2013 - Okunma Sayısı: 1455

    2013'te yüzde 4 oranında büyürsek, kişi başına büyüme oranımız 2.7 olacak ve 2013 ile biten son on yılın büyüme oranını aşağıya çekecek.

     

    1955’ten bu yana her yıl için son beş yılın ortalama fert başına büyüme oranlarından söz ederek başlamıştım son yazıma. Şimdi birkaç rakam daha vereyim. 2007 ile biten son beş yılda bu değer oldukça yüksek: Yüzde 5,6. Artık ‘kör bir inanç’ halini alan “Ne kadar da hızlı büyüdük” yargısının arkasındaki temel neden bu. Oysa 2012 ile biten on beş yıla gelince bu inanç yerle bir oluyor: Son beş yılın büyüme oranı yüzde 1,7’ye düşüyor. Sıkı durun şimdi: 1955’ten bu yana gerçekleşen kişi başına ortalama büyüme oranımız yüzde 2,4.

     

    Bize sürekli “Ne kadar da parlak bir dönem yaşadık” denilen dönemin ilk yarısı için geçerli bu yargı. Oysa kalıcı olmamış; 60 yıllık ortalamamızın altına düşmüşüz bu dönemin ikinci yarısında. Bu ‘kalıcı’ olamama olgusunun altını kalın biçimde çizin. Sadece bizde görülen bir olgu değil. Çoğu ülkede gözleniyor, döneceğim.

    Şimdi karşılaştırmayı 2003-2012 dönemini ikiye ayırmadan yapayım. On yıllık dönemler alıyorum. 2012 ile biten son on yılın kişi başına ortalama büyüme oranı yüzde 3,6. Türkiye’nin geçmişinde bundan daha yüksek oranda büyüdüğü bir on yıl var: 1972 ile biten son on yıl böyle: Yüzde 3,8. Dahası da var. 1971-1977 döneminde, her yıl son on yılın kişi başına ortalama büyüme oranı yüzde 3 ve yukarısında olmuş. Ama daha sonra büyüme oranlarımız düşmüş; o yüksek büyümeyi sürdürememişiz. 2013’te yüzde 4 oranında büyürsek, kişi başına büyüme oranımız 2.7 olacak ve 2013 ile biten son on yılın büyüme oranını aşağıya çekecek. Bu da yüksek oranlı büyüme döneminin sürdürülemediği olgusunu destekleyen başka bir gözlem olacak.

    Bu ‘sürdürülememe’ olgusu önemli; daha önce de bu konu üzerinde durdum. ‘Ne kadar da parlak bir dönem yaşadığımız’ o kadar çok tekrarlanıyor ki hep farklı rakamlarla yeniden ele almak yararlı oluyor. Üstelik son on yılın büyüme rekorları kırdığı o kadar yaygın bir kanı haline geldi ki, başka alanlarda iktidarı eleştirmek isteyenler bile söze herhalde ‘ayıp olmasın’ diye, “Ekonomide bunca parlak başarılara imza atmışken, şimdi bu da olur mu” diye başlıyorlar. Diyebilirsiniz ki “Ne var, sonuçta 1955’ten bu yana en yüksek on yıllık büyüme dönemini yaşamamış olsak da oldukça yüksek bir oranda büyümüşüz” denilebilir. Gelmek istediğim mesele de bu. Verdiğim büyüme oranları geçmişin büyüme oranları. Önemli olan bundan sonra ne olabileceği. Gerçi, son beş yıldaki -2013 de katılırsa son altı yıldaki- düşük büyüme performansımız ileriye ilişkin bazı ipuçları veriyor. Yine de belirleyici unsurların nasıl geliştiğine bakıp öyle bir sonuca ulaşmak gerekiyor.

     

    Belirleyici unsurlar üzerine bu yılın başlarında bir dizi yazı yazdım. Türkiye’yi Kore ve BRIC ülkeleri (Brezilya, Rusya, Hindistan ve Çin) ile karşılaştırdım. Karşılaştırmayı yaparken, yüksek büyüme dönemlerinin neden kalıcı olmadıklarının incelendiği araştırmalarda öne çıkan unsurları kullandım. Hatırlarsanız durum hiç iç açıcı değildi. Birincisi, yatırım oranımız düşüktü. Üstelik o düşük yatırım oranını tutturabilmek için bile yüksek oranda cari açık vermemiz gerekiyordu. Zira tasarruf oranımız yerlerde sürünüyordu. İkincisi ve daha önemlisi, lise ve daha üstü düzeyde eğitim alanların nüfusumuza oranı çok düşüktü. Üstelik bu karşılaştırmada eğitimin kalitesi yoktu; kalite hakkında ciddi şüphelerimiz vardı oysa. Üçüncüsü, ikincinin de bir sonucu olarak, yüksek teknolojili ihracatın ihracatımız içinde payı çok düşük bir düzeydeydi.

    Dikkat ederseniz bunlar bugünden yarına değişebilecek faktörler değil. Bu tablo çerçevesinde geleceğimizin (diğer ülkelere kıyasla) bugünkünden daha iyi olacağını düşünmüyorum. Elbette değiştirebiliriz bu tabloyu. Oysa bir; böyle bir söylem yok; sadece boş övünme var. İki; bu kutuplaşmayla zaten olmaz bu iş.


    Bu köşe yazısı 20.06.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır