Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    İran normalleşirse Türkiye'ye ne olur?

    Güven Sak, Dr.18 Haziran 2013 - Okunma Sayısı: 2167

    İran normalleşirse Türkiye'ye ne olur? Ben size söyleyeyim, Türkiye'nin Batılı müttefiklerimiz gözündeki önemi azalır.

     

    Türkiye yirmi gündür kendi dertlerinden başını kaldıramıyor. Bence iyi olmuyor. Hani turistlere filan ayıp olmuyor. Doğrudan kendi kendimize ayıp ediyoruz. Önce Taksim Meydanı’nda kalan tek yeşil alana, küçücük Gezi Parkı’na ille de inşaat yapmaya kalktık. Sonra gelen tepkinin şiddeti üzerine projeden vazgeçtik. Bir türlü orta yolu bulamıyoruz. Olması gerektiği gibi, ılımlı olamıyoruz. Halbuki kent her zaman orta yolu sever.

    Bu arada İran’da cumhurbaşkanı seçimleri tamamlandı. Seçimi, seçimlere katılmasına izin verilen en ılımlı aday kazandı. Hasan Ruhani, kampanya sırasında, ‘aşırılara karşı ılımlıları’ temsil ettiğini söylemişti. İran sekiz yıllık aşırılar yönetiminden sonra ılımlıları tercih etti. Dün bizim buralarda bir yandan Kazlıçeşme, öte yandan Taksim itişmelerini seyrederken işte ben tam da bunu düşündüm: İran şimdi normalleşirse Türkiye’ye ne olur? Hiç düşündünüz mü? Ben size söyleyeyim, Türkiye’nin Batılı müttefiklerimiz gözündeki önemi azalır. Aslı ile masada sohbet etme fırsatı varken kimse aracı kullanmak istemez. Azıcık düzelterek söyleyeyim: Türkiye’nin şu an olduğu halde kalarak, bölgesel bir güç olabilme projesi böylece biter. Türkiye, demokratikleşme sürecini derinleştirerek, Avrupalılaşma sürecini hızlandırarak, bölge ülkeleri açısından, ilham kaynağı olmaya devam eder. Ben son olaylardan üç tane ders çıkardım.

    Birinci ders, yerelleşmenin önemidir. Kentin meseleleri kentte tartışılmalı ve karara bağlanmalıdır. İstanbul’daki hadise, yerelleşmenin yalnızca Diyarbakır’ın değil, İstanbul ve Manisa’nın da meselesi olduğunu hepimize öğretmiş olmalıdır. Yeni anayasa tartışmalarının gündemde olduğu bu dönemde, merkezi idarenin yetkilerinin yerel idareye aktarılması son derece önemlidir. Hep birlikte tartışmamız gereken hadise bu yetki aktarımının sınırları olmalıdır. Barış sürecinin sağlıklı bir biçimde devam ettirilebilmesinin karar alma süreçlerinin yerelleştirilmesine sıkı sıkıya bağlı olduğunu unutmamak gerekir. Bu ilk noktadır.

    Geleyim ikinci derse... Türkiye, 1950’den beri, son derece iyi içselleştirdiği, temsili demokrasiden katılımcı demokrasiye doğru geçmek zorundadır. Yeni kentli orta sınıfımızın talebi budur. Sayın Başbakanımızın, ‘yargı kararı ne olursa olsun Gezi Parkı inşaat projesini referanduma götürme kararı’ son derece doğrudur. Yerel referandum meselesi, beğenilmeyen belediye meclisi kararlarını yerel referanduma götürmek için imza toplamak gibi seçeneklerle çeşitlendirilmelidir. Yeni anayasamız bu tür demokratik katılım araçlarına izin vermelidir. Bu da ikinci noktadır ve konu yine anayasa ile alakalıdır.

    Üçüncü ders ise şudur: Türkiye’de gördüğümüz bu tepki, bir tek Türkiye’ye özgü değildir. Çağımız, gücün, en güçlü olduğu anda, en çok kısıtlandığı bir çağdır. Dün yüzde 50 oy alıp bir ülkeyi yönetmekle bugün yüzde 50 oy alıp bir ülkeyi yönetmek aynı şey değildir. Teknolojik değişimin bireyi giderek güçlendirdiği çağımızda, ülkeyi, şirketi, derneği, her tür hiyerarşik örgütlenmeyi iyi ya da kötü değil, yalnızca yönetebilmenin yolu, artık katılımcı demokrasi araçlarını çeşitlendirmekten geçmektedir. Bu teknolojik değişim çağında, iktidarın artık o eski tadı yoktur. Her yerde ve her düzlemde yoktur. Ben bu konuyu merak edenlere Moises Naim’in The End of Power adlı son çalışmasını öneririm. Şunu unutmayın, bugünkü göstericiler, okumayı öğrendikten sonra iPad kullanmaya başlayan nesildir. Bundan sonra gelenler okumayı öğrenmeden iPad kullanmaya başladılar. Aileden başlayarak, her tür iktidar aygıtının işi çok zordur.

    İran normalleşecekse Türkiye hızla Avrupalılaşmalıdır. Söyledim ve ahiretimi kurtardım.


    Bu köşe yazısı 18.06.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır