Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Türkiye’nin yarı zamanlı protestocuları

    Güven Sak, Dr.08 Haziran 2013 - Okunma Sayısı: 1627

    Türkiye’de on gündür devam eden geniş katılımlı protestolar sosyal medyayı oldukça fazla kullandı. Geçen Cuma saat 16.00’yı takip eden 24 saatte toplam 2 milyon tivit atıldı. Bunların yüzde 88’i Türkçeydi ve yüzde 90’ı Türkiye içinden atıldı. Mısır Devrimi’nde bu oran yüzde 30 civarındaydı. Söz konusu 24 saatte atılan mesajların yüzde 50’si İstanbul’dan, protestoların yapıldığı noktaya yakın yerlerden geldi. New York Üniversitesi Sosyal Medya ve Siyasi Katılım Laboratuarı’nın raporu böyle söylüyor. Sosyal medyanın yaygın kullanımı “Wall Street’i İşgal Et” eyleminden Tahrir Meydanı’na modern zaman protestolarının karakteristik özelliklerinden biri. Taksim Meydanı’nda da durum farklı değildi. Modern zaman protestoları, 140 karakterlik tivitlerden fotoğraf ve görüntülere sosyal medyayı oldukça fazla kullanıyor. Buraya kadar her şey normal… Türkiye’yi diğerlerinden ayıran, “yarı zamanlı protestocular”ın ortaya çıkmasıydı. Her şey 2013 Mayıs ayının sonlarında başladı. Müsaadenizle ne fark ettiğimi anlatayım.

    Türkiye, gösterilere yabancı bir ülke değil. 15-16 Haziran 1970’te işçiler kötü çalışma koşullarını protesto etmek için sokaklara dökülmüştü. Ancak 1 Haziran 2013’te sokağa dökülen kentli genç profesyonellerdi. Zaman değişiyor. Türkiye değişiyor. Küresel eğilimlere uyum sağlıyor.

    1970’lerde ve 1980’lerin başında Türkiye dünya ile fazla bağlantısı olmayan, uyuşuk bir tarım ülkesiydi. 1980’lerin başında Türkiye ekonomisi dışa açılmaya başladı. O zamanlar toplam ihracatımız 3 milyar dolar, tarım ürünlerinin ihracat içerisindeki payı yüzde 90’dı. 2010 yılında toplam ihracat 135 milyar dolara çıktı, tarım ürünleri ise yerini sanayi mallarına bıraktı. Türkiye, dünyayla gitgide daha fazla bütünleşti ve orta teknolojili bir sanayi toplumuna dönüştü. Bu ekonomik ve sosyal dönüşümün yan ürünü olan kentli elit, 10 gün önce sokağa döküldü. Gündüzleri çalışıp geceleri eğlenerek İstanbul’u 24 saat yaşayan bir şehir yapan onlardı. Çoğunun ilk siyasi deneyimiydi. Hoşunuza gitsin ya da gitmesin, bu insanlar ekonomik ve yapısal dönüşüm sürecinin ayrılmaz bir parçası. Türkiye’nin bölgesinin en büyük ekonomik gücü olmasını mı istiyorsunuz? O zaman size bir sır vereyim: Daha fazla genç, nitelikli ve kentli protestocuya ihtiyacımız var. Dünyayla bağlantılı olmak bu demek. Dünyayla bağlantılı olmak kendi ülkenizde bir şeylerin yanlış gittiğini anlamanızı sağlıyor. Peki, ne öğrendik? Kamu hizmetlerinin etkin sunumu bir lütuf değil, yönetimin görevidir. Makam sahipleri size emir vermek için değil sizden emir almak için oradadır.

    Kentli eliti daha önce Cumhurbaşkanı’nı ve Başbakan’ı pahalı spor faaliyetlerinde yuhalarken duyduk; ama sokaklarda ilk defa görüyoruz. Şimdi oradalar; öfkeli ve cüretkar görünüyorlar. Benmerkezci olduklarını düşündüğümüz kentli gençler bakın neler yaptılar. Taksim Meydanı’nın göbeğindeki küçük bir parkın geleceği için sokaklara döküldüler.

    Siyasi ders konusuna gelirsek, alışkanlık haline gelirse protestoların ülkeye zarar vereceğini söyleyeyim.

    Geçen hafta bu coğrafyada iki tür eğilim gözlendiğini söylemiştim: demokratikleşme ve mezhepleşme. Türkiye’nin ilkinden, İran’ınsa ikinciden yana olduğunu da eklemiştim. Bu önermenin test edildiği günlerden geçiyoruz. Bakalım Türkiye’nin liderleri hangi yolu seçecek. Demokratikleşmeyi mi, mezhepleşmeyi mi?

    Bu köşe yazısı 08.06.2013 tarihinde Hürriyet Daily News'te yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır