Arşiv

  • Temmuz 2024 (2)
  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)

    Türkiye’de kişi başına düşen yeşil alan ortalaması 1-9 metrekare…

    05 Haziran 2013 - Okunma Sayısı: 16301

    İkinci Dünya Savaşı sonrası dönemde güvenlik daha çok askeri anlamda tanımlanmış, güvenliği içeren konulara “yüksek politika” denilmişti. Ekonomi, sağlık, çevre, göç gibi askeri konular dışındaki konular ise “alçak politika”nın konusu olmuşlardı.  Soğuk Savaş sonrası dünyada yavaş yavaş değişmeye başlayan şartlar çerçevesinde klasik güvenlik anlayışı devletlerin ilk öncelikli konusu olmaktan çıkmıştır. Soğuk Savaş’ın ardından uluslararası ilişkiler konularında meydana gelen değişim sonucunda ön plana çıkan çevre, insan hakları, göç ve demokratikleşme sorunları, uluslararası ilişkiler disiplininin genişlemesine neden olmuştur. Çevre sorunları, sürdürülebilir barış ve kalkınma, insan hakları, iklim değişikliği gibi insan-merkezli yaklaşımlar uluslararası ilişkilerin gündem maddelerini oluşturmaya başlamış, uluslararası ilişkiler disiplini, çatışma analizi ve çözümü, uluslararası rejim teorileri, çevre politikaları, plüralizm, yapısalcılık ve feminist teori gibi disiplinler-arası yaklaşımları da benimsemiştir.

    Bu bağlamda, uluslararası çevre rejimlerinin etkinliği, uluslararası İlişkiler disiplini içerisinde giderek önem kazanan bir konudur. Bunun bir sebebi, uluslararası toplumun çevresel konulara yönelik artan ilgisiyken, diğer sebebi de çevre sorunlarının devletlerarası ilişkileri doğrudan etkileyen bir sorun haline gelmesidir. Devletin sorumluluk alanı, klasik anlamda tanımlayabileceğimiz devleti oluşturan sınırlardan öteye taşarak, mülteci hukuku, güç kullanımı, insancıl savaş hukuku, insan hakları, nüfus kontrolü ve uluslararası çevre hukuku gibi uluslararası hukuk konularıyla genişlemiştir.

    Çevrenin korunması söz konusu olduğunda ulusal düzeyde yapılan hukuki düzenlemelerin de dışına çıkarak uluslararası düzeyde korumanın esaslılığı ilkesi, disiplinde yer almaya başlamıştır.  Aslında çevre sorunları ile ilgili konular ve bunların incelemesi, 1940’lı yıllarda yavaş yavaş disiplinde yerini bulmaya başladı. “İnsan ve diğer canlıların varlık ve gelişmelerini sürdürebilmeleri için gerekli olan şartların bütünü” olarak tanımlanan ekolojik dengeye ilişkin, uluslararası düzenlemeler olarak 12.07.1946 tarihli Dünya Sağlık Örgütü kurucu andlaşmasını ve 30.03.1946 tarihli Gıda ve Tarım Örgütü kurucu andlaşmasını örnek gösterebiliriz. 1970’li yıllara gelindiğinde, çevre kavramı anlamını genişletmiş, doğal güzellikler, kültürel varlıklar ve anıtlar da çevrenin bir öğesini oluşturmuşlardır. Bu türden andlaşmaların en önemlisi 23.11.1972 tarihli Dünya Kültürel ve Doğal Mirasın Korunmasına İlişkin Sözleşme’dir. Uluslararası alanda çevre sorunlarını genel düzeyde ele alan ilk toplantı ise 5-6 Haziran 1972 tarihinde Stockholm’de toplanan Birleşmiş Milletler Çevre Konferansı olup, bildirinin 2. ilkesi olarak, korunmasının ve iyileştirilmesinin öngörüldüğü doğal varlıklar olarak, toprak, hava, su ile dünyanın bitki örtüsü ve hayvansal varlıklar sayılmıştır.

    Uluslararası ilişkiler disiplinindeki bu değişim, bağımlılık ve karşılıklı etkileşim çerçevesinde şekillenen dünyamızda, ülkelerin iç dinamiklerini de etkilemektedir. Bu bağlamda, dünyada yaşanan değişim süreci ile ülkemizdeki sosyal gelişmeler de, kentsel yeşil alanlardan beklentileri yükseltmiş ve çeşitlendirmiştir. Dünyanın çok büyük bir bölümünde kentleşme oranı artmakta ve halkın büyük bir kısmı kentlerde yaşamaktadır. Hızlı nüfus artışına paralel olarak hızlı, düzensiz ve plansız kentleşmenin ortaya çıkardığı sorunlar, gürültü ve trafik gibi olumsuzluklar, insanların beden ve ruh sağlığını olumsuz etkilemektedir. Bu durum, kentlerde yeşil alanlar üzerine olan hassasiyeti daha da artırmakta ve çevre bilincini daha da güçlendirmektedir.  Dünya Sağlık Örgütü, kentte kişi başına düşen yeşil alanın en az 9 metrekare olması gerektiğini, 10 ila 15 metrekarenin ise ideal olduğunu belirtiyor. Gelişmiş ülkelerde kişi başına düşen yeşil alan ortalama 20 metrekare civarında seyrederken Türkiye’de 1-9 metrekare arasında değişmektedir.

    Sonuç olarak, bugünün karşılıklı etkileşim temelinde şekillenen dünyasında çevre, insan hakları ve demokratikleşme gibi insan-merkezli yaklaşımlar toplumların gündem maddelerini oluşturmaya başlamıştır. Soğuk Savaş yapılanmasındaki ulus devletlerin başlıca aktörler olarak bulunduğu uluslararası arenaya,  devlet birimleri dışında uluslararası örgütler, uluslararası hükümet dışı kuruluşlar, sivil toplum kuruluşları ve çok uluslu şirketler gibi pek çok aktör katılmıştır. Böylesine çoğulcu bir yapılanmaya doğru giden uluslararası sistemin gündelik yaşamımıza getirdiği en büyük yenilik ise, toplumu oluşturan bireylerin, hayatlarını ve içinde yaşadıkları çevreyi etkileyecek projeler karşısında söz haklarının maksimize edildiği ve “karar alma süreçleri”ni etkileyen yapılanmaların hayata geçirilme ihtiyacıdır. Günümüzde, bireyin daha fazla söz sahibi olacağı “katılımcı demokrasi” esasına dayalı bu anlayış, uluslararası ilişkiler disiplinini oluşturan çok boyutlu aktörlerin oluşturduğu bu yeni düzenin bir gerekliliğidir.

     

    * Seda Kırdar, Dış Politika Çalışmaları, Araştırmacı



    Etiketler:
    Yazdır