Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Borç ve büyüme tartışması

    Fatih Özatay, Dr.11 Mayıs 2013 - Okunma Sayısı: 1067

    2009'da borç düşük, bankalar sağlıklı ve risk algılaması yüksek değildi. Maliye politikası bir miktar gevşetilebilirdi; kısmen de olsa öyle yapıldı.

    Maliye politikasına ilişkin özellikle gelişmiş ülkelerde yürütülen tartışma son on beş yılın Türkiye’sine bakınca bir garip geliyor bana. ABD’nin kamu borcunun gayri safi yurtiçi hasılasına (GSYH) oranı yüzde 89 düzeyinde. Buna karşılık, iki yıl vadeli tahvili şu anda piyasada yüzde 0,2 düzeyindeki bir faizden el değiştiriyor. On yıl vadeli tahvilinin faizi yüzde 1,8, otuz yıl vadeli tahvilinin faizi ise sadece yüzde 3 düzeyinde. ABD’nin maliye politikası ve dolayısıyla ABD Hazinesi’nin çıkardığı tahvil için bir risk algılaması olsa herhalde faizler bu kadar düşük düzeylerde olmaz.

    Elbette bu söylediklerim ABD’nin borcunun sürekli arttırılmasının risk taşımadığı anlamına gelmiyor. Böyle bir gelişme risk algılamasını yükseltecektir. Ancak şu anda ABD’de işsizlik oranı ABD için normal kabul edilen yüzde 5,5-6 düzeyinden yukarıda; yüzde 7,5. Maliye politikasında erken bir sıkılaştırmanın işsizlik düzeyinin normalleşmesini engellemesinden korkuluyor. ABD’nin toparlanamaması ise tüm dünya için istenilmeyen bir gelişme olur. Risk algılaması yüksek olsa, görece gevşek bir maliye politikasını sürdürmek mümkün olmayacak. Oysa şu anda durum böyle değil. Dolayısıyla çoğu iktisatçı, şimdi görece gevşek bir maliye politikasının ABD için uygun olduğunu düşünüyor. Elbette bir süre sonra daha sıkı bir maliye politikasına geçilmesi gerektiği de vurgulanıyor. Dolayısıyla, salt borcun ne düzeyde olduğu değil önemli olan. Bu borcun nasıl bir risk algılaması yarattığı daha önemli.

    Zaten maliye politikasının büyüme oranı üzerindeki etkisini araştıran çalışmalar risk unsurunun önemli olduğuna ilişkin sonuçlar sunuyorlar. Maliye politikasında bir sıkılaştırma, risk algılaması düşükse (ABD ekonomisi için olduğu gibi) büyümeyi olumsuz etkiliyor. Oysa bir ülke için risk algılaması yüksekse ve bu yüksekliğin nedeni maliye politikası ise maliye politikasında bir sıkılaştırmanın büyümeyi olumsuz etkilemediği hatta bazı koşullar altında büyümeyi arttırabileceği yönünde bulgular var.

    Eski tartışmalardan söz etmiyorum. 1990’ların başlarında gün ışığına çıkan bir akademik çalışmada, bazı koşullar altında, sıkı maliye politikasının büyümeyi arttırabileceği yolunda sonuçlar ileri sürülmüştü. Daha sonra bu alanda çalışmalar sürmüştü. Küresel krizin peş sıra bu sonuçlar artan oranda sorgulandı. Son birkaç yıl yeni yöntemler kullanan ve aynı soruyu yanıtlamaya uğraşan akademik makaleler ortaya çıktı. Az önce özetlediğim bulgular bu yeni çalışmaların bulguları.

    Türkiye’nin 2001 krizinden hemen sonraki durumu ile 2009’daki durumunu karşılaştırmak da bu açıdan yeteri kadar öğretici. Hem 2001’de hem de 2009’da ekonomimiz yaklaşık aynı oranda küçüldü. GSYH’nin krizden önceki düzeyine gelmesi için ise 2001 krizinde sekiz, küresel krizde ise dokuz çeyrek yıl gerekti. GSYH’deki bu aynı ‘V’ hareketine bakıp aynı maliye politikasını önermek mümkün değil oysa. 2001’de Türkiye için risk algılaması çok yüksekti: Kamu borcu yüksek, bütçe açığı fazla ve bankalar zor durumdaydı. Böyle bir ekonomide maliye politikasını gevşetmek hem bir ‘cinayet’ olurdu hem de risk algılamasını sıçratarak ekonomik küçülmeyi daha da şiddetlendirirdi. Oysa 2009’da durum böyle değildi. Kamu borcu düşük, bankalar sağlıklı ve Türkiye’ye ilişkin risk algılaması yüksek değildi. Maliye politikası bir miktar gevşetilebilirdi; kısmen de olsa öyle yapıldı.

    Sürüp giden tartışmaya bu pencereden bakmakta yarar var.


    Bu köşe yazısı 11.05.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır