Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Karşıya plaza dikiyorum, VC finansmanı ile niye uğraşayım

    Güven Sak, Dr.16 Nisan 2013 - Okunma Sayısı: 1724

    Fikri mülkiyet hakları ile ilgili düzenlemeleri yapıp kuralları işlevsel kılacak mahkeme sisteminiz olmazsa, nefes kesecek icatlar olmaz.

     

    Geçen gün kulaklarımla duydum. Aynen böyle aktarıldı. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği Ekonomi ve Teknoloji Üniversitesi’nin (TOBB ETÜ) kuluçka merkezi Garaj’da her perşembe günü girişimcilik alanında kendini kanıtlamış bir konukla bir sohbet yapılıyor. Garaj’da geçen perşembe TechTalk’un konuğu Numan Numan’dı. Girişim sermayesi şirketini nasıl kurduğunu anlatırken vallahi aynen böyle dedi. “Girişim sermayesi (Venture Capital-VC yani) fonu kurmak için para toplarken uğradığım kişilerden biri bana ‘Karşıya bir plaza dikiyorum, getirisi zaten garanti, senin girişim sermayesi işine neden para koyayım’ dedi” diye anlattı. Pek hoşuma gitti. Not ettim.

    Şimdi siz elinizi vicdanınıza koyun, siz olsaydınız ne yapardınız? Bir yerde geliştirilmeye son derece uygun bir arsa bulsanız, belediyeyi, bakanlığı filan ikna etseniz. Emsali yükseltseniz. O arazi için, yeni şartlarda son derece uygun bir proje geliştirseniz. Getirisi garanti olan bir projeniz olsa, getirisinin ne olacağını bilmediğiniz VC işine girişir misiniz? Oturup “Yahu bu proje iyi ama ben şöyle yılda ne olduğunu bilmediğim 500 genç girişimcinin fikirlerini desteklesem ve bunlardan birkaç tanesi şöyle çok başarılı olsa da ben de azıcık para kazansam” der misiniz? Samimi olun lütfen, der misiniz? Ben olsam demezdim.

    Esasen buraya kadar ortada Türkiye’ye özgü bir gariplik de yok. Macaristan’ın başkenti Budapeşte’de Ulusal Tiyatro (National Theatre) binasının inşaatı da yaklaşık yirmi sene sürmüş. Geçenlerde bir bileni anlatıyordu. Şehrin merkezi bir yerinde tiyatro olsun diye kocaman bir arsa ayarlamışlar. İmar düzenlemelerini tamamlamışlar. Sonra ortaya bir yatırımcı çıkmış. Demiş ki, “Şehrin merkezindeki bu araziyi bana verin, ben oraya içinde ofisleri de olacak bir plaza yapayım. Size de şu kadar ödeyeyim.” Ne olmuş? Ulusal Tiyatro için ayrılan yeri plaza inşaatına tahsis etmişler. Bakanlar kurulu kararı çıkmış. İmar düzenlemeleri değişmiş. Plaza yapılmış. Tiyatro uzunca bir aradan sonra daha yenilerde inşa edilebilmiş. Demek ki neymiş? Garip olan bu değilmiş.

    Ben garipliği şurada görürüm: Türkiye’de hiçbir dönemde bu kadar çok girişimcilik, yenilik, inovasyon, sanayi-üniversite işbirliği denmedi. Türkiye’de hiçbir dönemde bu kadar çok kaynak bu alana bu kadar yoğun bir şekilde akıtılmadı. Ancak yatırım ikliminizi doğru sıcaklığa ayarlamazsanız, istediğiniz kadar destek olun, istediğiniz sonuçlara ulaşamazsınız. Arsa rantı üzerinde hiçbir vergi yokken, arsa işinde getiri son derece yüksek ve garantiyken, belediye meclislerindeki emsal kararları vıcık vıcık alınırken kaynakları icatlara doğru yönlendiremezsiniz. Fikri mülkiyet hakları ile ilgili düzenlemeleri yaptığınız halde kuralları işlevsel kılacak mahkeme sistemine sahip olmazsanız, o ülkede nefes kesecek icatlar olmaz. Patent yasası daha çıkamadı. Taslağa göre laboratuvarda yapılan buluşlardan üniversite de yararlanabilecek. Bu yakın zamana kadar bu kadarıyla dahi yoktu. Yine mahkemelerin nasıl işleyeceğini bilmeden, icat filan olmaz.

    Peki, Türkiye’ye bakınca hep umutsuz olmak için mi neden var? Ne münasebet? Evvelki haftalardan birinde en mutlu olduğum anlardan biri, son dönemin hareketli inşaat şirketlerinden birinin kurduğu bir tohum şirketinin yetkilileri ile sohbet etmek oldu. Başka işlerden para kazanıp, inşaata kapağı atanları zaten biliyoruz. Size söyleyeyim, inşaattan para kazanıp, biyoteknolojiye doğru genişlemek isteyenler de var.

    Dikkatinizi çekerim: “Hadi şimdi bir Türk otomobili yapalım” demenin hiçbir anlamı yoktur. O çağ artık geçti. Biz dağ başında kaldık. “Hadi şimdi tüketici elektroniğine ağırlık verelim” demenin de anlamı yoktur. 1990’ların başı o çağdı. Biz o esnada uyukluyorduk. Bir uyandık. Kore’yi ve Çin’i fark ettik. Derdimize yandık. Ama “Hadi biz bu biyoteknoloji işine girelim” demenin hâlâ bir manası olabilir. Ama bu kez ekosistemi bir bütün olarak düşünmek koşuluyla, onun da altını çizeyim. Unutmayayım da sonra anlatayım.


    Bu köşe yazısı 16.04.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır