Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Çocuk sayısında İsveç'i yakaladık

    Güven Sak, Dr.29 Mart 2013 - Okunma Sayısı: 2305

    Doğurganlık oranı 40 yıl önce İsveç'te iki, Türkiye'de beşmiş. Şimdi bu oran İsveç'te hâlâ iki, Türkiye'de de iki oldu.

    Hepimizin hayatını etkileyen en belirleyici faktör nedir? Bana kalırsa teknolojik değişimdir. Daha doğrusu teknolojik değişimin dünyanın her alanına inanılmaz bir hızla yayılıyor olmasıdır. Dün yalnızca Batı’da, uygarlığımızın merkezinde, bir küçük azınlığı ilgilendiren teknolojik değişim bugün kitleselleşmiştir. Yeniliklere erişmek demokratikleşmiştir. Uygarlığımız bir teknik uygarlıktır ve artık yerkürenin her tarafını sarmıştır. Mühendisler her yerde aynı biçimde bina yaparlar. Ameliyatların dini, dili, ırkı yoktur. Doktor her yerde doktordur. Yerkürenin her tarafında yaşayanları hem teknolojinin nimetlerine eşit biçimde ulaştıran hem de hızla birbirine benzeten aynı süreçtir. Yaşama biçimlerimiz her yerde birbirine bezemektedir. Bakın bu sayede Türkiye artık kadın başına çocuk sayısında İsveç’i yakalamıştır. Bunun ötesine söylenenler rakamlara bakmamaktan kaynaklanmaktadır. Olmayacak duaya amin demektir.

    Geçenlerde İsveç ile Türkiye üzerine bir dizi karşılaştırmaya bakarken böyle düşünmeye başladım. Bundan kırk yıl önce İsveç’te doğurganlık oranı, yani kadınların yaptığı ortalama çocuk sayısı, ikiymiş. Bundan kırk yıl önce Türkiye’de doğurganlık oranı beşmiş. Şimdi İsveç’te doğurganlık oranı hâlâ iki, Türkiye’de de doğurganlık oranı artık iki oldu. Bu ne demek? Sayın Başbakanımızın başlattığı bu üç çocuk muhabbeti boşunadır demek. Şimdiden söylemiş olayım. Bundan kırk yıl önce beş çocuk bu ülkede normdu. O vakitler bu ülkede yaşayanların yaklaşık yüzde 35’i kentlerde yaşıyordu. Şimdi kentlerde yaşayanların oranı yüzde 75’e vardı. Sayın Başbakanımızın üç çocukla ilgili olarak söylediklerinin bundan kırk yıl önce bir manası vardı. Artık yoktur. Kentlere gelenlerin nasıl verimlilikleri, bu zavallı halimizde bile, yaklaşık üç katına çıktıysa, doğurganlık oranları da yarıdan fazla azalmıştır. Bundan geriye kalanı nedir? Laftır. Bu ilk nokta.

    Geleyim ikincisine, adamlar oturmuşlar veri setini derlemişler. İsteyenler İsveçli Hans Rossling’in Gapminder veri setine bakabilir. Dünyada hangi ülkeler dış yardım almaktadır? Kişi başına geliri 1500 dolar olan ve doğurganlık oranı üç ve daha üstünde olan ülkeler başka ülkelerden yardım alarak hayatlarını idame ettirmeye çalışmaktadırlar. Tersini de söyleyeyim. Dış yardım programlarına katkıda bulunan ülkelerde doğurganlık oranı üçün altındadır. Türkiye, bir süreden beri, dışarıdan yardım alan değil, dışarıya yardım veren ülke statüsündedir. Bu lige girildiğinde, çocuk sayısı normal olarak üçün altına inmektedir. Türkiye’de daha çok Kürtler arasında çocuk sayısı Türkiye ortalamasının üzerinde olabilir. Bu sizi rahatsız edebilir. Türkiye’nin elitlerini rahatsız eden esasen budur. Ama bunun çözümü olmayacak duaya amin demekte değildir. Çözüm, yoksulluğun yoğun olduğu, kentlileşememiş bölgeleri Türkiye ekonomisine sağlam bir biçimde entegre etmektir. Entegrasyonda herkes için yalnızca hayır vardır.

    Bir de üçüncü rakam ekleyeyim. Bundan kırk yıl önce yaşam beklentisi açısından İsveç ile Türkiye arasındaki fark tam yirmi üç yıldı. Şimdi bu fark sekiz yıla indi. Yani ne oldu? Türkiye’de doğup belli bir yaşı aşan bir bebeğin, İsveçli bir bebekten ortalamada yirmi üç yıl daha kısa bir ömrü vardı bundan kırk yıl önce. Şimdi bizim bir yaşına basmış bebeklerimizin ortalama ömrü bir yaşına basmış İsveçli bebeklerden yalnızca sekiz yıl daha kısa. Neden? Sağlık reformundan filan değil. Esasen teknolojik ilerlemeden. Teknolojinin nimetlerine erişimin demokratikleşmesi bütün dünyayı birbirine benzetiyor. Sizin bu günlerde dert ettiklerinizin önemli bir bölümünün büyük resimde hiçbir manası yoktur. Ben söylemiş olayım.


    Bu köşe yazısı 29.03.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır