TEPAV web sitesinde yer alan yazılar ve görüşler tamamen yazarlarına aittir. TEPAV'ın resmi görüşü değildir.
© TEPAV, aksi belirtilmedikçe her hakkı saklıdır.
Söğütözü Cad. No:43 TOBB-ETÜ Yerleşkesi 2. Kısım 06560 Söğütözü-Ankara
Telefon: +90 312 292 5500Fax: +90 312 292 5555
tepav@tepav.org.tr / tepav.org.trTEPAV veriye dayalı analiz yaparak politika tasarım sürecine katkı sağlayan, akademik etik ve kaliteden ödün vermeyen, kar amacı gütmeyen, partizan olmayan bir araştırma kuruluşudur.
Ekonomide döviz açık pozisyonu olduğu için aşırı kur artışıyla bilançolar bozulacak ve büyüme oranı düşecek.
Döviz cinsinden yükümlülüklerin, döviz cinsinden alacaklardan çok fazla olduğu ekonomilerin sorunları üzerinde durmaya devam ediyorum. Bu ekonomik hastalık, politika seçeneklerinizi sınırlıyor. Mesela, enflasyonu düşürmeye çalışan bir para politikasının yanı sıra ülkenin rekabet gücünü korumak için paranızın reel değerini de gözetecek bir para politikası uyguluyorsunuz diyelim.
Böyle bir ekonomide merkez bankasının birinci seçeneği, yerli paranın reel değerini de gözeten bir para politikası uygulamak. Bu seçenek seçildiyse birkaç şeyin yaşanmamasına ‘duacı’ olmak gerekiyor: Yurtdışı finansal piyasaların karışmaması, kamunun ürettiği mal ve hizmetlerin fiyatlarını beklenmedik biçimde yükseltecek vergi artışları ve benzeri düzenlemelerin yapılmaması ve enerji fiyatlarının yükselmemesi. Bunların hepsi enflasyonu yükseltecek gelişmeler. İlkinin gerçekleşmesinin ek bir zararı daha var: Ekonomide döviz açık pozisyonu olduğu için aşırı kur artışıyla bilançolar bozulacak ve büyüme oranı düşecek.
2010’un son aylarından başlayarak, kabaca 2011’in ilk sekiz ayında böyle bir politika uyguladı bizim Merkez Bankası. Ne var ki yaşanmaması için duacı olduğumuz yaşandı: 2011’in sonbahar aylarında Avrupa nedeniyle yurtdışı finansal piyasalar önemli ölçüde karıştı. Türkiye’de kur ve faiz yükseldi. Risk alma iştahı azaldı. Merkez Bankası’nın uyguladığı politika nedeniyle yükselmekte olan enflasyon, daha da yükseldi ve büyüme oranı düşmeye başladı.
İkinci seçenek şu: Yerli paranızın reel değerini doğrudan gözeten bir politika uygulamıyorsunuz. Mesela ‘klasik’ enflasyon hedeflemesindeki gibi, enflasyon ile hedef arasındaki fark ve üretim düzeyi ile potansiyel üretim düzeyi arasındaki farka odaklanıyorsunuz. Ama biliyorsunuz ki enflasyon açısından işler yolunda giderse faizi indireceksiniz; sonuçta bu indirim yerli paranın reel olarak değerlenmesini engelleyici yönde etki yapacak. Ne kadar engelleyebileceği duruma bağlı ama şu ya da bu ölçüde engelleyecek. Böylece ülkenin rekabet gücünü dolaylı yoldan gözetmiş olacaksınız. İki seçenek arasındaki ilk fark şu: Birinde baştan kolları sıvayıp enflasyonun ve üretim düzeyinin size söylediğinin üzerinde bir faiz tepkisi veriyorsunuz. İkincisinde ise enflasyona ve üretime göre faizi ayarlıyorsunuz; işlerin yolunda gitmesi halinde reel kuru da gözetmiş olacağınızı biliyorsunuz.
Duacı olacaklarınız açısından ise bir fark yok. Yine yukarıdaki üç sevimsiz gelişmenin yaşanmamasına dua edeceksiniz. İki seçenek arasındaki ikinci fark bu aşamada ortaya çıkıyor: İkinci seçenekte risk almıyorsunuz. Bu risk elbette kişisel bir risk değil, para politikasının saygınlığının azalması riski. Mesela, kamunun ürettiği mal ve hizmetlere zam yapılmaz diye yola çıkıp daha pek de bir yol alamadan bu tür zamlarla yüz yüze gelmiyorsunuz. Ek olarak faiz politikanızı iyi anlatabilirseniz, bu tür sevimsiz zamların yapılma olasılığını azaltma şansınız var.
Bu iki farkın ikisi de ikinci seçenek lehine. Bir de birinci seçenek lehine fark var: Sonuçları ancak orta-uzun vadede alınacak yapısal reformları beklemeden ülkenin rekabet gücüne ilişkin bir şeyler yapıyorsunuz. Böylelikle, para politikası üzerindeki baskıları azaltabiliyorsunuz. Döviz açık pozisyonunun ekonomi politikasına getirdiği kısıtlar bunlarla sınırlı değil elbette. Bu konuyu incelemeyi sürdüreceğim.
Bu köşe yazısı 21.03.2013 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.