Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Türkiye, dünyanın merkezinde değil

    Güven Sak, Dr.24 Ağustos 2012 - Okunma Sayısı: 1080

     

    Dünyanın merkezi değişirken biz bu değişen coğrafi merkezde yerimizi almak için bir çaba harcıyor muyuz?

    Bu günlerde yine kendimize acıma eğilimindeyiz. Aynı 1970’li ve de 1990’lı yıllarda olduğu gibi. 1990’lı yıllarda kendi iç problemlerimize odaklanıp gözlerimizi sımsıkı kapattığımızda ne olduğunu hatırlayanınız var mı? Çin uyandı ve biz o sırada gözlerimizi sımsıkı kapatmış olduğumuz için etrafımızdaki dünyanın nasıl değişmekte olduğunu bir türlü kavrayamadık. Kavrayamayınca adım da atamadık. Öyle tutuk kaldık. Göçtü kervan, kaldık dağlar başında.

    Bu tür kendimize acıma ve içimize kapanma dönemlerinin kaynağında aslında kendimizi dünyanın merkezine yerleştiriyor olmak yatıyor. Biz dünyaya hâlâ bütün bu dünya bir tek bizim için varmış gibi bakıyoruz. Halbuki öyle değil. Birincisi, Türkiye dünyanın merkezinde yer almıyor. İkincisi, dünyanın merkezi durmadan değişiyor. Üçüncüsü, Türkiye dünyanın gelecekteki merkezinde yer almak için de sistematik bir çaba içinde görünmüyor. Gelin anlatayım. Siz de kendinize acımayı bırakın lütfen. Türkiye’nin acınacak bir hali yoktur. Meyveli ağacı taşlarlar.

    Dünyanın iktisadi ağırlık merkezi doğuya doğru her yıl 140 kilometre kayıyormuş. McKinsey’in ülkelerin milli gelirlerine yaptığı hesaplamalar bunu gösteriyor. Yani 2002-2012 döneminde 1400 kilometrelik kayma yaşanmış. Türkiye’nin batısıyla doğusunun arasının 1650 kilometre olduğunu düşünürseniz dünyanın iktisadi ağırlık merkezinin son on yıldır bir Türkiye kadar doğuya doğru kaydığını görebilirsiniz. Dünyanın iktisadi siklet merkezinin bugünlerde Türkiye’nin yakınlarından geçiyor olmasının esasen bizimle doğrudan bir alakası bulunmuyor. Çin’in düzenli bir biçimde dünya ekonomisine entegre edilmesi dünya ekonomisinin ağırlık merkezini yeniden doğuya doğru taşıyor. 2050 yılında, Çin, Myanmar, Bangladeş ve Hindistan arasında bir yerlerde olacakmış dünyanın siklet merkezi. Biz Myanmar’ı, Arakan’da Müslümanlara yapılan saldırılarla tanıdık. Nüfusunun üçte ikisi köylerde yaşayıp tarımla uğraşan bu ülkeyi bugünlerde Budistleri ve Hıristiyanları ile birlikte bir bütün olarak tanımakta, geleceği planlarken fayda bulunuyor. Bana merceğimizde bir bozukluk var gibi geliyor.

    Tevekkeli değil, Amerikalılar ileriye yönelik planlarını yaparken Asya Pasifik bölgesinin artan öneminden giderek daha çok bahsediyorlar. Askeri aktivitelerin çoğunu o bölgeye ayırmaya karar vermeleri nereden kaynaklanıyor? Elbette Asya Pasifik bölgesinin ana ticaret yolu haline gelmesinden. Ticaret yollarını korumak gerekiyor. Son bir yıldır Rusya’yı yönetenler giderek daha sıklıkla, Rusya’nın da bir Asya Pasifik ülkesi olduğunu hatırlamaya çaba gösteriyorlar. Medvedev, Rusya’nın kendi uzakdoğusundaki nüfus azalmasının bir problem olduğunun altını çizmişti. Rus uzakdoğusunda nüfus 7 milyona düştü. Rusya’nın 140 milyon olduğunu hatırlayın lütfen. Şimdilerde yalnızca Vladivostok’taki kamu yatırımlarına ağırlık verilmekle kalmıyor, aynı zamanda Çin ile ilişkiler daha da sıkılaştırılıyor. Peki, dünyanın merkezi değişirken biz bu değişen coğrafi merkezde yerimizi almak için bir çaba harcıyor muyuz? Bana pek harcamıyormuşuz gibi geliyor.

    2008 krizinden en hızlı toparlananlar listesine bakınca ne görüyorsunuz? Çin ile onun tedarikçileri hem hızlı büyüyorlar hem de krize rağmen ihracatlarını daha hızlı yükseltiyorlar. Çin’den geçen değer zincirlerine bir yerden yapışanlar krizi fazla hissetmiyorlar. Peki, Çin’den geçen bir değer zincirine önümüzdeki dönemde nasıl eklemlenilir? Ben bunu Türkiye’nin Uzakdoğu’daki iktisadi entegrasyon sürecinin içinde kendine bir yer bulması gerektiği biçiminde okuma eğilimindeyim. İş yalnızca Çin’de yatırım yapmakla alakalı değil. Uzakdoğu’dakiler 1995’de sanayi girdilerinin yüzde 12’sini birbirlerinden alıyorlardı, şimdilerde yüzde 23’e yükseldi. Türkiye, yeni merkez ile ulaştırma bağlantılarını planlamalı, buradaki ülkelerin sunduğu fırsatları incelemeye başlamalı. Buradan bizim için ne çıkar? Birincisi, dünyaya tehditler değil de fırsatlardan bakmayı öğrenmeliyiz. İkincisi, Türkiye’nin dünyanın merkezi olmadığını idrak etmemizde fayda var. Üçüncüsü, dans bilmeden piste atlamak iyi değildir. Ne bileyim! Kimseye kızmayın kendinizden başka yani.


    Bu köşe yazısı 24.08.2012 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayımlandı.

    Etiketler:
    Yazdır