Arşiv

  • Haziran 2024 (14)
  • Mayıs 2024 (16)
  • Nisan 2024 (15)
  • Mart 2024 (19)
  • Şubat 2024 (19)
  • Ocak 2024 (18)
  • Aralık 2023 (17)
  • Kasım 2023 (14)
  • Ekim 2023 (15)
  • Eylül 2023 (12)
  • Ağustos 2023 (21)
  • Temmuz 2023 (18)

    Ne yapmalı? (2)

    Fatih Özatay, Dr.30 Ekim 2008 - Okunma Sayısı: 950

     

    Reklamda şöyle diyordu sanırım: "Bir fikrim geldi." Görülmemiş boyuttaki kriz nedeniyle tüm internette 'uçuk-kaçık' fikirler havada uçuşuyor. 'Bu satırların yazarı' neden geri kalsın ki? Öyleyse, geçen hafta başladığım 'ne yapmalı' türünden yazılara devam... Önümüzdeki dönemde Türkiye ekonomisini zor günler bekliyor. Özellikle yurtdışı kredi kanallarının kurumaya yüz tutması şirketlerimizi etkileyecek. Bankacılık sektörümüz eskisi kadar dış kaynak bulmakta zorluk çekecek. Bu durumda şirketlerin finansa erişimleri her zamankinden daha zor olacak.

    Sorun

    Haftanın ilk iki günü kur düştü. Bu kimseyi yanıltmasın. Güven verici bir önlem paketi açıklamadıkça, şu anda görünen o ki, iki alternatif ana eğilim söz konusu kur için. Birincisi, geçmişle kıyaslanmayacak kadar yüksek bir düzeyde bir aşağıya bir yukarıya salınması. İkinci alternatif yukarıya doğru yönelmesi. Bu sevimsiz olasılık, 'zengin fonlarının' (hedge funds) zor durumu sürerse ve düşük faizli paradan borçlanıp yüksek getirili paralara yapılan yatırımların (carry trade) çözülmesi şiddetlenirse gerçekleşecek.
    Önümüzdeki yıl şirketler kesiminin vadesi gelen orta ve uzun vadeli dış borçlarının toplamının 25 milyar dolar düzeyinde olduğu belirtiliyor. Bankalar için ise aynı rakam 10 milyar doların biraz altında. Bunun dışında kamunun geri ödemeleri var, bir de gelecek sene vereceğimiz cari açığın finansmanı için döviz gerekli.

    Oysa tüm dünyada dış kredi kaynakları kuruyor. Bu nedenle kur üzerinde baskı olacak. Bu olgu döviz cinsinden borcu döviz cinsinden alacaklarına kıyasla fazla olan şirketleri olumsuz yönde etkileyecek. Bankalar şimdiden daha ihtiyatlı bir tavır içine girmeye başladılar. Yurtiçi kredi miktarı eskisi gibi olmayacak.

    Bunların hepsi, önümüzdeki dönemde daha az harcama yapılması demek. Kısacası, 2009'da büyüme hızı önemli ölçüde düşecek, işsizlik artacak. 2009 için iyimser büyüme tahminleri yüzde 3 dolayındaydı.Şu anda küçülme (eksi büyüme) öngören pek olmasa da, yüzde 3'ün çok altında; yüzde 1 dolayında bir büyüme bekleniyor. Bu olgu şirketler kesiminin nakit akışının bozulacağı anlamına geliyor. İşten çıkarmalar gelecek peşinden. İşini kaybetme kaygısını giderek daha çok duymaya başlayanlar harcamalarını kısıp, bir kenara zor günler için birkaç kuruş koymaya çalışacaklar. Harcama daha da düşecek... Bankaların geri dönmeyen kredileri artacak; yeni kredi açmakta daha da nazlanacaklar... Tam bir kısır spiral... Çözümsüz değil elbette.

    'Ne yapmalı?' yazılarında yanıtı aranan sorular şunlardı: Birincisi, küçük ve orta ölçekli firmalara kredi kanallarını açık tutmak için ne yapabiliriz? İkincisi, dış kredi akışının az biraz da olsa devam etmesini nasıl sağlayabiliriz? Üçüncüsü, tüketici kredilerinin sürmesi için yapabileceklerimiz var mı? Dördüncüsü, bunları mali disiplini bozmadan yapabilir miyiz?

    Dördüncü soruya hep 'evet' şeklinde yanıt verecek çözümler peşindeyiz. İlk sorunun yanıtını arama çabasının bir ürünü olarak, yani iç kredi kanalını açık tutmak için, bütçeden ayrılabilecek kaynakla bir tür kredi garanti fonu kurulmasını önermiştim.Amaç, artan riskler nedeniyle bankaların kredi musluklarını kapatmamalarını sağlamaktı. Bunun için de bu fon, şirketlerin aldıkları kredilerin belli bir yüzdesine kefil olacaktı. Bir teminat ve düşük bir komisyon karşılığında. Fonun kaynakları doğrudan kredi olarak verilmeyeceği için fonun değerinin çok üzerinde bir miktarda krediye kefil olunabilecekti. Ayrıntısı 19 ve 20 ekim tarihli yazılarda var, geçiyorum. Sıra dış kredi kanalına ilişkin ikinci sorunun yanıtında...

    Ne 'ticari' ne de 'merkez'

    Bir ticari banka düşünün: Mevduat topluyor.  Ama topladığı fonlar ile kredi açmıyor. Mevduata ödediği faizden daha düşük bir faizle ya da ona eşit düzeyde bir getiriyle bu fonları değerlendiriyor. Garip bir durum değil mi? Şimdi bir merkez bankası düşünün. Hem merkez bankacılığı yapsın. Yani para politikası ile uğraşsın. Ama bir yandan da mevduat toplasın. Bu merkez bankası mevduat topladığı için, bu mevduata da faiz verdiği için ticari banka gibi davranıyor. Ama mevduatı topladıktan sonra, merkez bankası olduğunu hatırlıyor, doğruyu yapıyor ve bu kaynakla dönüp reel sektöre kredi açmıyor. Bu anlamda da ticari banka değil.

    Olabilir mi? Olur... Var mı böyle bir merkez bankası? Var: Türkiye Cumhuriyet Merkez Bankası (MB). Bu garip durum 1970'lerin ortasında "Türkiye bir sente muhtaçken" ortaya çıkmış. Had safhadaki döviz sıkıntısını azaltmak için, o zamanlar akla yurtdışında çalışan vatandaşlarımızın dövizleri gelmiş. Ve arkasından da "bu dövizleri yurda nasıl getiririz" sorusu. Bulunan çare şu: Yüksek faiz ve devlet güvencesi (MB güvencesi) vermek. O tarihten bu yana MB bir anlamda ticari banka gibi çalışıyor. MB bünyesindeki İşçi Dövizleri Genel Müdürlüğü bu işlemleri yürütmekle sorumlu. 2001 krizinden sonra uygulanmaya başlanan program sayesinde işler rayına girip, döviz bollaşınca MB bu garip durumdan kurtulmayı planladı. Bir alternatif olarak Hazine ile görüşmeler yapılıp bu hesapların MB bünyesinden temizlenip temizlenemeyeceği araştırıldı. O plan yürümeyince, ılımlı bir geçiş tasarlandı; bu hesaplara verilen faizler kademeli bir biçimde düşürülerek hesapların eritilmesi amaçlandı.

    Öneri

    Zaman içinde erime kısmen gerçekleşti. MB'nin web sayfasında yayımlanan Haftalık Bülten'e (vaziyet tablosuna) bakılırsa 17 ekim itibarıyla 19.7 milyar lira tutarında bir döviz mevduat hesabı görülüyor. O günkü kurla hesaplanırsa 13.4 milyar dolarlık bir mevduat büyüklüğüne karşı geliyor bu. Şimdi düşünelim: Birincisi, bir merkez bankası ticari banka olarak davranamaz. İkincisi, bizim merkez bankamız ticari banka gibi davranıyor. Üçüncüsü MB bu garip durumdan kurtulmak istiyor. Dördüncüsü, bu garipliğin ortaya çıkış nedeni ülkemizin 1970'lerde şiddetle gereksindiği döviz ihtiyacını gidermek. Beşincisi, önümüzdeki dönemde ülkemizin o zamanlardaki şiddette olmasa da bir döviz likiditesi sorunu yaşaması ihtimali çok yüksek. Altıncısı, o zamanlar dışarıya borçlu olan devletti. Şimdi sorun özel sektörde. Yani sorunun şiddetinin yanı sıra biçimi de farklı. Sekizincisi, merkez bankasında toplanan mevduat o zamanki soruna kısmen de olsa ilaç olmuşken, şimdi ortaya çıkan soruna bu biçim değişikliği nedeniyle çare değil. Dokuzuncusu, oysa bu mevduat hesabı bu tür sorunu çözmek için geliştirilmişti.

    Öyleyse ne yapılabilir? Açık: MB bilançosunu bu garip durumdan kurtaracağız. Bir fon kuracağız, ya da benzeri bir 'şey'. MB hem mevduat borcunu hem de bunun karşılığında tuttuğu dövizleri bu fona devredecek. Yani, MB'nin hem döviz borcu (yurtdışında çalışanların mevduatları) hem de döviz varlıkları aynı miktarda azalacak. Net döviz pozisyonu açısından MB'de değişen bir şey olmayacak. Mevduat borcu yeni kurulan fona aktarılacak. Bu mevduata sınırsız güvence verilecek (zaten MB güvencesi altındaydılar). Fonun varlığı ise 13.4 milyar dolar tutarında döviz olacak (daha doğrusu mevduatların şimdiki değeri neyse). Bu fon ister banka gibi tasarlanabilir, ister kredi garanti fonu gibi. Ya da ikisinin bir karışımı olabilir. Banka gibi çalışırsa, döviz sıkışıklığı çeken şirketlere doğrudan kredi açabilir. Garanti fonu gibi çalışırsa, yabancı bankaların bizim şirketlere açtıkları kredilere teminat verebilir. Dolayısıyla mevduatın çok üzerindeki bir krediye kefil olunabilir. İlk alternatife göre temel avantaj bu. Ama teminat verilmiş de olsa eğer yabancı bankalar kredi musluklarını kapatacaklarsa ikinci alternatif işe yaramaz. O zaman bu fon banka gibi çalışır. Bu kolaylıkların sağlandığı şirketlerden de 'karşılığı' istenir. İşçi çıkarmamaları koşulu getirilebilir. Verilen krediler karşılığında teminat alınır ve/veya hisselerinin bir kısmı. Ama bunlar teknik ayrıntı... Önemli olan işin özü.
    Üzerinde düşünmeye değer bir öneri gibi görünüyor...

     

    Bu yazı 30.10.2008 tarihinde Radikal Gazetesi'nde yayınlanmıştır.

    Etiketler:
    Yazdır